19. yüzyılın ikinci yarısında millî dilde eğitim ve matbuatın yaygınlaşmasıyla Türk ve İslâm dünyasında tarih bilgisinin ve millî bilincin gelişmesi İslamcı ve milliyetçi düşüncenin yükselişinde önemli bir rol oynadı. İslamcı ve milliyetçi düşünceyi birbirinden ayrı düşünmeye alışkın zihin dünyamıza anlamlı gelmese de bu iki düşünüş biçimi başlangıç evresinde birbirine karşıtlık üzerine kurulu değildir.
İslamcılık ne bir cemaatin ne bir sosyal grubun ne de etnik bir oluşumun tekelindeydi. İslamcılık, fikrî arayış ve siyasî tavır belirleme endişesiyle teşekkül etti. İslamcılığı temsil eden ve birbirinden farklı düşünen fikir adamları ve siyasî tavır alış biçimleri söz konusu olmuştur. Fakat İslamcılık bireysel düşünüş biçimini önemseyen, özgürlükçü, değişimci ve antiemperyalist bir öze sahipti.
İslamcılarla dinî gruplar arasında keskin hatlarla sınırları belirlenmiş farklılaşmadan bahsetmek zordur. Ama yine de İslamcılığın fikrî arayış ve siyasî tavır belirleme yönündeki ısrarını, diğer gruplar ve kimliklere kıyasla bir alamet-i farika şeklinde görmek gerekir. Bazı dinî grup ve kimliklerde fikrî arayışın yokluğu ve siyasî tavır belirsizliği onları İslâmcılık dairesinin dışında görmemiz için yeterli bir veridir. Aynı şekilde bazı grup ve kimliklerin kendini İslamcılık dışında bir hareket olarak tanımlamasını ve o şekilde göstermesini de bir veri olarak alabiliriz.
Dinî bir yapılanma şeklinde varlık gösteren Fetullahçılık tarihinin hiçbir döneminde kendini İslamcı olarak tanımlamadı ve göstermedi. Hatta onlar gibi Said Nursî’nin izinden giden bazı gruplar da kendilerini hiçbir şekilde İslamcı dairesinde görmedi. Haddizatında Fetullahçılar ortaya çıktığı zamanlardan itibaren İslamcılara karşı mücadele içindeydiler.
Fetullah Gülen’in kurduğu yapının FETÖ olma sürecinde farklı dinî gruplarla arasına aşılmaz engeller koyduğu ve özellikle de yapı içinde İslamcılara karşı düşmanlık bilinen bir durumdu. Fetullahçılar, 80’li yıllarda üniversitelerde görünür hâle gelmeye başlayan İslamcı öğrenci gruplarına karşı farklı zeminlerde bu düşmanlığı göstermekten çekinmedi ve bütün faaliyetlerini İslamcıların tasfiyesi üzerine bina etti. Tabanını İslamcıların da dâhil olduğu alanlardan devşirdiği için İslamcılara karşı ötekileştirme faaliyetlerinin düzenli bir şekilde yapılması gerekiyordu. Bu da kurulan yapının emperyalist güç odakları ile birlikte hareket edip bir terör örgütüne dönüşmesini kolaylaştırdı.
Bugün Türkiye’de Fetullahçılığa karşı oluşan tepki, bu yapının açık bir darbe girişiminde bulunmasıyla mı yoksa emperyalistlerle birlik olup kendi coğrafyasına, milletine ve dinine karşı bir tavır sergilemesiyle mi izah edilmelidir? Hukukî bir tanım devlet mekanizması için anlamlıdır, çünkü devlet objektif bir temele dayanarak suçu tarif etmek ve bu suçun karşılığında bir ceza belirlemek derdindedir. Bu açıdan devletin darbe girişimine odaklanmış olmasını yanlış bir çaba olarak tanımlayamayız. Fakat Fetullahçıların emperyal güçlerle birlikteliği din, millet ve coğrafya açısından daha yakıcıdır. Bu hareketin içinde yer alan bazı kimseler fiilen darbe teşebbüsünün içinde yer almasalar da bu örgüt ile özdeşleşmiş bir zihin yapısına sahiptiler. Aynı kişiler FETÖ’nün bütün faaliyetlerine katılım gösteriyor ve örgüt liderini her bir değerin üzerinde tutuyorlardı. Örgütün darbe girişiminde bulunmadan önce de Amerikancılığı, İngilizciliği ve İsrail seviciliği bilinmeyen bir husus değildi. Dolayısıyla açık ya da örtük bir şekilde örgüt içinde yer alan kimseler İslâmcı ve millî bir siyasî tercihte bulunmama yönünde keskin bir mirasa sahipken emperyal güçlerle yan yana durma konusunda bir çekince göstermedi. Onlar için fikrî ve ahlakî bir seçimin neticesi olarak Amerika ve Batı Avrupa emperyalizmi ile örtüşme gerçekleşmişti. Örgütün bizi ilgilendiren asıl özelliği bu olmalıdır.
“Coğrafyanın kaderi” kavramı herkesin farklı şekilde yorumlayabileceği müphem bir ifadedir. Hâlbuki gündelik ve haftalık yayımlarda fikirler açıkça ifade edilmelidir. İslamcı ve millî fikirleri temsil eden hareketlere karşı düşmanlık sergileyen bir grup, dinî bir cemaat olarak ortaya çıkmış ve açıkça emperyalistlerle iş tutup kendi coğrafyasına karşı onlarla birlik olmuştur. Fetullahçı yapının en belirgin vasfı Müslümanlığı idi. Türkiye’de çok geniş bir kesim bu yapıya önceleri din adına, sonraları ise menfaatlerinden hareketle destek verdi. “Coğrafyanın kaderi” nedir? Coğrafyanın kaderi dinden hareket eden ihanet şebekesi mi, yoksa çok geniş bir coğrafyada Batı Avrupa emperyalizmine ve emperyalizmin bütün temsilcilerine karşı verilen İslâmca mücadele mi? Bu iki farklı durumu aynı kefenin içine yerleştirmek mümkün olmasa gerek.
Erbakan geleneği genel olarak siyasî İslam için ortak bir şemsiye idi. Fikrî arayışlar için bu şemsiye tam olarak geçerli olmasa da 28 Şubat dönemine kadar siyasî tavır alma yönünde Erbakan’ın belirleyici bir aktör olduğunu söyleyebiliriz. Fetullah Gülen, Erbakan’ı ve onun temsil ettiği İslamcı siyaseti tasfiye ettikten sonra antiemperyalizm, fikrî arayış, siyasî tavır netliği büyük ölçüde kayboldu. Bu dönem aynı zamanda İslamcıların tarih dışına itildiği bir dönemdir.
Erdoğan güçlü kişiliği ile birçok farklı dinî grubu ve kimliği kendi varlığında temsil ediyordu. Bu aynı zamanda farklılıkların görülmesini ya da tebarüz etmesini engelleyen bir durumdu. Erdoğan’ın temsil gücü, farklı kimlikleri tercihte bulunmaya sürükleyecek bunalımları bertaraf edebiliyordu. Erdoğan’ın bu özelliği aynı zamanda birleştirici çekim merkezi olmasıyla da izah edilebilir. Fakat bu dönem kısa sürdü. 2009’da “one minute” çıkışıyla başlayan yeni dönem aslında bazı kimlikler ve İslâmcılar arasındaki mesafenin yeniden açılmasında etkili oldu. Erdoğan çok daha zor tercihler yaptıkça grupların ve kimliklerin de gerçek tercihleri daha net görülecek.
Önümüzdeki zamanların, grupları ve kimlikleri seçim yapmaya zorlayacağını düşünüyoruz. Kanaatimizce belirsizlikler dönemi sona ermiştir. Coğrafyanın kaderi yeniden şekillenmektedir.