Coğrafya kaderdir sözü ilk bakışta inanç ile çelişir gözükmektedir. İki yüzyıl önce atılan bir mücadele tohumunun bugün uç verdiğini görünce çelişkinin arttığını zannederiz. Fakat öyle değil. Dinimiz de bunun aksini söylemez. Yüzyıllar birbirine görünmeyen bağlarla bağlıdır.
Osaka’da bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türk heyetinden güzel haberler gelmeye başlayınca başarıyı gölgeleyecek ve zehirleyecek birtakım karşı hamleyi gördük. Muhafazakâr muhalefet camiası da gölgeleme ve zehirleme sürecine aktif katılım gösterdi. Ana muhalefet partisi başkanı Türk heyetini yalan üzerinden aşağılamaya çalışarak Osaka zirvesine atıfta bulundu.
Bunlar muhalefet cephesinin S-400 sistemi üzerinden büyük bir kriz beklentisi içinde olduklarını gösteriyor. Zirvede Türkiye’nin başarılı olması durumuna hazırlıklı olmadıkları anlaşılıyor. Hazırlıksızlık durumunun muhafazakâr muhalefet unsurları için de geçerli olduğunu zirveyi görmek istememelerinden anlayabiliriz. Bu benzerlik Türk siyasî hayatında iki ayrı siyasî eğilimin egemen olacağı yönündeki görüşümüzü doğrulamaktadır. Benzerliklerin ve iki eğilimin hâkim olmasının nedenleri üzerinde durmak gerekir.
Türkiye uzun zamandır hem içeride hem de dışarıda alışılmış kalıpların dışına çıkıyor. Bizi ilgilendiren alanlarda emperyalizme karşı direnç adacıkları oluşuyor. Sadece Sudan’da ve Libya’da yaşanan gerilim dahi bu açıdan analiz edilmelidir. 19. yüzyıl emperyalist saldırılarına direnen bölgelerde bugün tekrar direnç adacıklarının oluşmaya başlamasını sıradan bir gelişme olarak göremeyiz. Sudan, Libya ve Cezayir’de emperyalizme karşı mücadelenin iki yüzyıla varan bir tarihi vardır. Bizde çok bilinmese de Fas’ta da Batı emperyalizmine karşı uzun soluklu bir direniş örgütlenmesi vardı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan Rif Cumhuriyeti anlık bir başarının eseri değildi. Aynı şekilde Ahmet bin Bella da Emir Abdülkadir’in hatıralarından güç devşirmiştir. Bugün Libya’da bir direnç hattının oluşmasına şaşırmamak gerekir.
BATI VE KÖRFEZ GÜDÜMÜ
Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Sudan’a mukabil Suudî Arabistan ve BAE gibi ülkelerin Amerika ve İngiltere güdümünde olmaları da zorunlu sonuçlardan biridir. Bu ülkelerin emperyalist ülkelerle kurdukları ilişkilerin tarihi de eskiye dayanır. Osmanlı’ya karşı geliştirilen muhalefet yabancı müdahalesine kapı aralamıştı. Bugün başka türlü bir davranış geliştirememeleri tarihin bir mirasıdır. Mısır’ın farklı bir kategoride olduğunu unutmamalıyız.
SUUD İLE FETÖ BENZERLİĞİ
İstanbul’da doğan ve gelişen İslamcılık ile Arap yarımadasında hayat bulan İslamcılık arasında önemli farklılıklar vardır. Her iki düşünme biçimi arasındaki farklılıkları devlet geleneği ile izah etmek mümkündür. 90’lardan sonra İslam coğrafyasında ilk önce devlet yapılarını hükümsüz kılmaya çalışmaları anlamlıdır. Emperyalist müdahaleler devletleri hükümsüz hâle getirdi. Devletlerin yerine ikame edilen örgütlü yapılar eliyle İslam dünyasında oluşan öfkeyi coğrafyamız aleyhine kullandılar. Bu aşamada da coğrafya ile bağlarını koparmış düşünce çok etkili oldu. Mısır’ın Batı Avrupa emperyalizmine teslim edilmesini sağlayan Suudi etkisindeki grupla FETÖ arasındaki fikrî benzerlikler şaşırtıcı değildir.
HAFTER’DEN SONRA GELEN SAVAKİN AÇIKLAMASI
Türkiye’nin Osaka’da elde ettiği başarı da anlık ve tesadüfî değildir. Trablus’a yönelen Hafter’in bir noktada durdurulması Amerika’nın Afrika ve Akdeniz siyasetinin durdurulması anlamına gelir. Sevakin Adası’nda Türkiye ile varılan anlaşmaya bağlı kalınacağının açıklaması Hafter’in durdurulmasından sonra geldi. Türkiye ile varılan anlaşmaların kişiler arası olmadığına vurgu yapıldı. Bu da coğrafyamızın genelinde dengelerin her an değişmekte olduğunu gösterir. Türkiye’nin başarısı coğrafyamızda direnç adalarının tahkim edilmesiyle doğrudan alakalıdır. Bunun emperyalizme karşı mücadele açısından önemli olduğunu gelişen hadiseler göstermektedir.
KÖRFEZ BATI EGEMENLİĞİ İÇİN ÇALIŞIYOR
Suudi Arabistan ve BAE, Mısır’ı da yanlarına katarak Batı Avrupa emperyalizminin coğrafyamızda yeniden egemen olması için çok yönlü bir faaliyet içindedir. Bu ülkelerin kendi başlarına böyle bir faaliyet içinde olamayacakları bilinir. Arkalarındaki güç, onları bu davranışa zorlamaktadır. Bu, coğrafya genelindeki durumun özeti gibidir. Yüzyıllar içinde kendilerine bağladıkları unsurları harekete geçirdikleri anlaşılıyor. Türkiye içindeki gelişmeleri de aynı doğrultuda anlamak gerekir. İstanbul’da tekrarlanan seçimin sonuçlarından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni sorgulamaya kadar varmaları “bekâ meselesi” açısından anlamlıdır. Direnç adacıklarının oluşmasına imkân veren kazanımlara odaklandıklarını görmemek imkânsız. Hafter’in geçici başarısını yadırgamamak gerekir. Coğrafyanın birbirine zıt dinamikleri hareketlenmiş durumdadır.
TÜRKİYE İTİRAZ ETTİKÇE İÇERİDEKİ YAPILAR HAREKETLENDİ
Geçen yüzyılların düşünce mirasını Batı sömürgeciliği ile ilişkiler çerçevesinde yeniden yorumlayabiliriz. İfade etmeye çalıştığımız gibi iki farklı eğilimin iyice belirginlik kazanması dönemin ruhuna uygundur. Amerika, İngiltere ve Fransa’nın nereye kadar nüfuz ettiğini görmüş olacağız. Türkiye itiraz ettikçe içerideki yapılar hareketlendi. FETÖ olayını da bu çerçevede ele almak gerekir.
Türkiye’nin Batı’ya meydan okuduğunu söyleyemeyiz. Birilerinin göstermek istediği gibi Türkiye, romantik hayallere teslim olmuş değildir. Buna rağmen içerideki yapıların harekete geçmiş olması bir zorlama olduğunu gösterir. Harekete geçen örgütlü yapıların düşünce mirası bağlamında incelenmesi oldukça ilginç sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Bağımlılık ilişkileri düşünce mirasıyla meşruluk kazanıyor. Fikrî miras bağımlılık ilişkisini reddetmiyorsa dâhil olan kişiler açısından süreç tamamlanmış demektir. Bunu tersine çevirmek mümkün değildir. Sadece geçici bir uzlaşma olabilir.
Coğrafya kaderdir sözü ilk bakışta inanç ile çelişir gözükmektedir. İki yüzyıl önce atılan bir mücadele tohumunun bugün uç verdiğini görünce çelişkinin arttığını zannederiz. Fakat öyle değil. Dinimiz de bunun aksini söylemez. Yüzyıllar birbirine görünmeyen