Yıl 1973, yer Şili. Tarihe dünyanın en kanlı darbesi diye geçen dönemin hemen öncesindeyiz. İktidarda Marksist hükûmetin başındaki Salvador Allende var. Ve sokaklarda da bitmek-tükenmek bilmez gösteriler…
Her yerde yoksulluk, her sokakta yoksunluk. Küçük bir azınlığın dışında halkın en büyük derdi hayatta kalmak. Durumu az-biraz iyi olanlarsa çocukları için güzel bir gelecek de tasavvur edebilmekte.
Marksist hükûmetse aslında kimseyi memnun etmemekte. İnsanlar değişim istiyor oysa. Şartlar değişsin, karınları doysun, hayatları güzelleşsin. Artık ezilmesinler. Zenginler gibi yaşasınlar yani.
2004 tarihli ve Andres Wood imzalı Machuca adlı Şili, İspanya, İngiliz ve Fransız ortak yapımı film, işte bu tarihi dilimi kendisine fon seçmekte.
İngiliz Erkek Lisesi’nde okuyan iki çocuk üzerinden ilerleyen filmin konusu, lisenin müdürü Peder McEnroe’nun okula beş yeni fakir çocuğu almasıyla çatallanır. Burjuva okulu, artık karma bir liseye dönüşmektedir.
Komünist Papaz
Katolik papazımız sıradışı bir dinadamıdır. Hak, adalet, eşitlik gibi kavramları diline pelesenk etmeden sık sık kullananlardan…
Meselâ yöneticiliğini üstlendiği özel okulun velilerinden bazılarının desteğini alarak Santiago’nun varoşlarında yaşayan ailelerin zeki çocuklarını okula almak, bu kavramların onda, edebiyatının ötesine geçtiğinin örneklerinden biri. Bu beş gecekondulu çocuktan biri durumundaki Pedro Machuca ile zengin ailenin çekingen çocuğu Gonzalo Infante arasındaki arkadaşlık ve dostluk, filmin sürükleyici temel öğesi durumunda.
İlkin küçüklerin okuldaki hayatları üzerinden çocukların o esrarlı dünyasına gireriz; aslen büyüklerin taklit edildiği o küçük dünyaya. Ezen de vardır o dünyada, ezilen de… Ezmeye, ezilmeye göz yuman da vardır, karşı çıkan da. Zengin yetişkinlerin biricik derdi karaborsadan olsun dilediğince alışveriş etmek iken varoşlarda yaşayanlar, gün geçtikçe her şeyin daha azıyla yetinmek durumunda kalmakta. Havanın bile.
Ailesinin ortalamanın üstündeki imkânlarına rağmen Gonzalo kendini ancak çizgi-romanların iki boyutlu dünyasında mutlu hisseder. İyiler iyidir orada çünkü; kötülerse kötü. Zaten tam anlamıyla anlamasının imkânsızlaştığı dışarıda olup bitenlerden, gericilerden, ilericilerden, hükûmetten, sosyalistlerden, aralarındaki çekişmelerden, sürtüşmelerden, iş savaşın eşiğine gelmiş toplum katmanlarının çatışmalarından sığınacak harika bir limanı vardır: çizgi-roman. Anne-babası mı? O yok gibi davranmaktalar tabii ki. 16 yaşındaki ablası da.
‘Zıplamayan Muhaliftir’
Daha ilk günlerden itibaren okulda parayla okuyan çocuklarla papazın varoşlardan getirdikleri arasında sürtüşme çıkar. Yeni gelenlerin kılık-kıyafetleri, anne-babalarının meslekleri, telâffuzları, yüzme bilmemeleri, kaba-sabalıkları, alay konusu hâline gelir. Hayat tarzı farkı, insanlar arasındaki fark zannedilir bazı çocuklarca. Daha doğrusu birkaç çocuk, bu tavırlarında da büyükleri taklit eder sadece. Tıpkı kendisi gibi zengin birkaç haytayı yanına yanaşma alan çocuğun Pedro’ya saldırışındaki gibi.
Ona vurmak yerine o gün Machuca’yı kurtaran Gonzalo, safını seçmiştir artık.
Kendi ailesinin huzur ve keyif getirmeyen varlıklılığına rağmen Pedro’nun ailesinin belki fakir ama keyifli yaşantıları Gonzalo’yu cezbeder. Onların yanında rahatça güler. Çekingenliği, buharlaşan su gibi uçup gider. Hatta belki haddinden fazla. Çünkü yeni arkadaşlarına uyan ‘küçük’ burjuva, elbette ne yaptığını bilmeden, bayrak ve sigara satan yeni arkadaşlarına katılır. Komünist göstericilerin safına girer. Muhalif olmadığını göstermek için habire zıplar. Niçin zıpladığını bilmediği hâlde elbette.
Ne ki bu deneyim ona çok önemli bir nitelik kazandırır: özgüven.
Kendi ailesinin insanı bitiren miskinliğine rağmen yeni çevresinin hareketli, bir farklılık barındıran yaşantılarının büyüsü Gonzalo’nun küçük hayatında büyük değişikliklere yol açar. Sınavda arkadaşının kâğıdını alıp onun bile ruhu duymadan doldurmak gibi. Bisikletine ortak binmek gibi. Zamane ifadesiyle çocuklar tam anlamıyla kankadır artık.
Varoşlarda Yeni bir Hayat
Düzenin, ahengin, güzelliğin ve kısmen de debdebenin nişanesi burjuva semti yerine Gonzalo, arkadaşı Machuca’nın dünyasına; karmaşanın, düzensizliğin, kötü yolların, çirkin binaların, duvar yazılarının varoşuna gitmeyi tercih eder. Orada doğallık vardır çünkü.
Bir de umut.
Godard’ın bizdeki ‘okulu asmak’ veya ‘okulu kırmak’ anlamına gelen deyimin Frenkçesi ünlü 400 Darbe’sini hatırlatan günler birbirini kovalar. Disiplin, çalışma, gelecek kaygısı taşımadan akla gelen şeylere kolaycana kavuşabilme… Kısaca doğa, tasarıya galip gelir; bekleneceği gibi.
Bebekli bir anne dahil herkesin biteviye çalışması, hijyensizlik, dizboyu sefalet, yoksunluk, yoksunluk, yoksunluk.
Fakat Gonzalo, kendi evinde bulamadığı huzuru, aile bireyleri arasındaki yardımlaşmayı, dayanışmayı, insaniliği, sevimliliği, sevecenliği, yaşama arzusunu, çatısına bile çatı demeye bin şahit isteyen Pedro’nun kulübesinde bulur. Beheri esmer bu insanların arasında kendi sarışınlığına aldırmadan günlerini geçirmeye başlayan Gonzalo, hayatında ilk kez mutludur.
Yok… Yok… Yok…
Filmin galiba ilk anılması gereken vasfı, Amerikan filmlerinin zihnimizi kirlettiği, ruhumuzu sığlaştırdığı şabloncu anlatımının çok dışında bir dille bütün hikâyesini gereğince anlatabilmeyi başarması… Hatta bu dar kapıdan geçerken bile, kimi yerde bir belgesel doğallığından taviz vermeye ihtiyaç hissetmemesi. Gonzalo’nun Pedro’nun kulübesinin bulunduğu varoş mahallesini ilk ziyaret etme sahnesi, belge tadı taşıyan kurgu anlayışına model teşkil edebilecek bir kıvamda. Özellikle de Gonzalo’nun bisikletine binerek arkadaşının yaşadığı yerden ayrılış sahnesi…
Sözkonusu belgesel tadı, yaşı tutanlar için, aynı zamanda gıda ve ihtiyaç maddelerinin karaborsada satıldığı bizdeki günleri hatırlatan bir vasıf da taşımakta. Bir sahnede Gonzalo babasıyla kepenkleri kapalı bir dükkâna girer ve canları ne istiyorsa alırlar. Sigara, çikolata, deterjan… ne isterlerse. İşlerini görüp çıktıklarında dükkânın duvarlarında kocaman harflerle “Sigara yok. Et yok. Süt yok. Yumurta yok. Un yok.” yazmaktadır.
Demek ki 70’li yılların Şilisi ile 70’li yılların Türkiyesi arasında pek fark yokmuş. Belki yokların listesini arttırmak lâzım: Tüpgaz yok. İlâç yok. Gazyağı yok. Margarin yok. Benzin yok.
Bütün bu “yok”lara ve “var”lara rağmen hayat hâlâ devam ediyor; her iki tarafta da tabii.
Fakir Çocuğun Ziyareti
Gonzalo’nun Pedro’nun varoş mahallesindeki kulübesini ziyaretinin ardından, bu sefer Pedro, Gonzalo’nun burjuva evine ziyarete gider. Nerede o sıcak ve içten karşılama? Tersine, ablasının sevgilisinin aşağılamasına maruz kalır Pedro ilkin; ardından ablasının.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yetişkinlerin kavgalarına şahit olan çocuklar, çareyi kendi saf ve masum dünyalarına sığınmakta bulur. Bir yanda hayatın zorluklarına karşı dayanışmadan doğan huzur, öbür yanda her türlü bolluğun beraberinde getirdiği huzursuzluktan doğan iç ve dış çekişmeler, keyifsizlikler ve çatışmalar… Zengin arkadaşının evinde yatıya kalan Pedro, belki de “Herşeyleri var ama huzurları yok.” diye düşünmekten alamamıştır kendisini.
Öte yandan burjuva çocuğunun her ikisi de kendi âlemlerine dalmış ebeveynleri, oğullarının son zamanlarda neler yaptığıyla, kimlerle arkadaşlık ettiğiyle zerre kadar ilgileri yoktur. Varsa yoksa kendi keyifleridir onlar için önemli. Örnek mi? Roma’ya göç etmeyi düşünen babanın sözü: “Sosyalizm Şili için iyi olabilir ama benim için değil.” Bu cümlenin ardındaki sahnede, bazı insanların güpegündüz köpekleri kaçırmalarına şahitlik ederiz. Yokluk neler yaptırmaz ki insana.
Mesele Hayat Tarzı
Velilerin okulun sorunlarını tartıştıkları sahne, farklı düşünen insanların aslında hangi açılardan fark taşıdıklarını göstermesi anlamında anılmaya değer: İncir çekirdeğini doldurmayacak argümanları birbiriyle yarıştırmak üzerinden, aslında kendi hayat tarzlarını ötekine dayattığının ayırdına varamama körlüğü…
Bu körlük, çok geçmeden sokaklara dökülür. Bir tarafta milliyetçi cephe, öbür tarafta komünist cephe.
Sokaklar ânbeân kızışır. Cepheler kavileşir. Hatta bizim çocukların arasına bile çok geçmeden yetişkinlerin dünya görüşü farkı girer. Bizdekinin tersine, burjuvaların ve zenginlerin desteklediği Milliyetçi Cephe, onun tam karşısında da gecekondu mensuplarının kurduğu Komünist Cephe… Gün gelir, sınıf farkı bizim arkadaşları da belirler.
Darbe Geliyorum Dedi
Ve nihayet jetler belirir gökyüzünde. Askerler darbe yapmış ve yönetime el koymuştur. Okula da.
Darbecilerin ilk icraatlarından biri, bizim iki kafadarın okuduğu okuldaki bütün çocukları sıraya dizip sonra da uzun saçlıların saçlarını kazımak. Evet bu.
Ardından gecekondu mahallelerini basıp bulduklarını götürmeler… Kayıplar, işkenceler, tecavüzler… Ve darbelerin vazgeçilmezi, sorgusuz-sualsiz insanları acımadan kurşuna dizmeler… Hatta sokak ortasında ve çoluk-çocuğun önünde.
Darbe sırasında binlerce insan ölür. Sonrasındaysa felâket azalacağına artar. Sağ kalanların bir kısmını daha acı bir ölüm beklemektedir: açlık.
Machuca 41. Antalya Film Festivali’nin açılış filmi. Söylemeye gerek yok; film, hakettiği ilgiyi ülkemizde göremedi. Filmin son sahnelerindeki kreşendosunda, yönetmenin alttan alta propaganda kokan tercihinin, kendi açısından mazur gerekçelerini de görebilmekteyiz. Filmin doğallığı zedeleyen benzeri birkaç sahnesini saymazsak Machuca, izlenesi bir siyasi film.
Yerli darbeseviciler için de nefis bir ders vasfında Machuca. Elbet anlayana.