Eğitimde “toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı okul” projesi ile gündeme gelen mevzunun aslında yüzyıllık bir “cinsel kimlikler üzerinden toplum mühendisliği” inşası olduğunu uzunca zamandır anlatmaya çalışıyoruz. Artık bu küresel çeteler kendilerini ve gerçek emellerini gizlemeye gerek duymadan direkt olarak Milli Eğitim veya Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlıklarını muhatap alıp, yapmak istediklerini, hayata geçirmek istedikleri şeytanî ajandalarını olduğu gibi aktarabiliyorlar.
Şeytanî dememizi lütfen abartılı bulmayın zira bu tarz toplumsal mühendislik projeleri cidden hiç de öyle “unicef kartpostalları” gibi masumane işler değil.
Aile Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığının aynı çatıda olması ne alaka? Sizce bir ilişki var mı arada? Son dönemlerde gündemimizi meşgul eden bu “feminist dip dalga hareketlerinden” sonra aslında bakınca demek ki bir alaka varmış…
Zira bu tarz “cinsel kimlik kodlanması” aslında bir “reverse engineering” yani tersine mühendislik projeleri ve altında hem “kadın haklarını koruma” bahanesi ile kadınları çalışma hayatına “zorla dayatma” var. Zira asıl dert her aileden “iki” vergi mükellefi yaratan kapitalizmi beslemek ve küresel şeytanların en sevdiği uğraşlardan biri olan “çocuk yetiştirilmesinin aile kurumundan kopartılması” etkinliği var.
20. yüzyılın başında, zihin kontrol ve kamuoyu yönlendirme merkezlerinin en gediklisi olan Tavistok Enstitüsü’nün de kurucularından olan Edwards Barneys diyor ki, “Feminizm sayesinde kadınları iş hayatına dâhil ettik, zira artık erkek yerine her aileden bir de kadını vergi mükellefi yaptık. Ayrıca artık çocuğun eğitimi bizim elimizde olacaktı ki, bu sayede ‘özgür nesiller yetiştirebilelim.”
Elbette, reklâmcılığın her türlü kurgusal zihin yıkama metodları üzerine önemli bir “üstad” olan Edward Barneys’in “özgür nesillerden” kast ettiği gerçek mânâda öyle özenilecek bir özgürlük değil.
20. asrın başında ekilen bu tohumlar “evrimleşerek” daha da yeşerdi, her dönemde karşımıza “feminist” akımlar üzerinden yeniymiş gibi gözüken farklı “algı biçimleri” kondu.
Bu algı biçimleri arasında en önemlileri, toplumun fertlerinin “cinsiyet” algısı üzerinde ciddi bir sondaj yapmak, bakış açılarını değiştirmek, kafaları karıştırmak ve nihai hedef olarak “aile” müessesesini kökünden, radikal bir şekilde yeniden kurgulamak.
“İSLAM KADINLARI EZİYOR” SAFSATASI
Tüm dünya genelinde muazzam bir “yeni” feminist dip dalga hazırlanıyor. Bu hareketin kadın hakları veya özgürlükleri ile yakından ilgisi yok, tamamen ideolojik maksatlı bir çıkış. Sanattan medyaya her ayağı iyice planlanmış. Bu zihniyet, rejimini ve sosyal değerlerini beğenmediği bütün ülkelerde bu “feminist” çıkışı bir tahakküm, iç işlerine müdahale aracı olarak görüyor.
Elbette bu karmaşık yapıların bir ucu bizim coğrafyamıza dokunuyor, bütün dert dönüp dolaşıp “İslam kadınları eziyor” safsatası üzerinden ideolojik propaganda üretmeye geliyor.
Erkeğin güçsüzleştirilip “metroseksüel” formata sokulduğu, kadının paganist bir eda ile kutsanıp toplumun kılcal damarlarına mümkün mertebe “adrojen” gaz pompalandığı bir ideolojik yapıdan bahsediyoruz. Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta bu safsataların “kadın hakları” ile yakından uzaktan ilgisi olmadığı.
Sürekli “doğulu erkek” hedef tahtasında oysa kadının haklarını en çok batılı erkek alır ellerinden, sinsice yaptığı planlar doğrultusunda. Fıtrat elden gittikten sonra, cinselliği ikonlaştırılmış bir kadının “arzu nesnesine” çevrilmesinin neresi hak olabilir ki?
WAR ON TERROR’DANWAR ON WOMEN’A
Bir kere bu aralar ABD medyasında acayip bir “war on women” teması dönüyor. Sanırsınız ki birileri kadınlığa savaş açmış, burada kurnazca öyle bir üslupta kullanılıyor ki “kadınlık” kelimesi, sanki bu savaş tüm insanlığa açılmış gibi. Var mı öyle bir savaş? Asla yok. Ama dünyanın neresinde olursa olsun “kadın hakları” ile ilgili bir sorun klasik medya paketlemesi ile “war on women” şeklinde pazarlanıyor. Tüm manşetler bu yönde, tıpkı “war on terror” manşeti gibi bu cümle de çok popüler.
Batı medyasında sahne böyle “kadınlık kutsanması” üzerinden kurulmuşken, İslam coğrafyasına hüküm getirmek isteyenler boş durur mu? Bütün Arap baharının kadın haklarını yok edeceği zırvası üzerinden makaleler döşenmişti, hâlâ da Türkiye gibi ülkelere “otoriterleşme” eleştirileri yönelttikleri bir türlü bayatlatamadıkları, Gezi olaylarından kalma “kırmızılı kadın” fotoğrafı kullanmayı ihmal etmiyorlar.
Meşhur Foreign Policy özel bir dosya hazırlamış, bir sürü analiz var. Oldukça kışkırtıcı bir makalede Arap erkeğinin kadınlardan nasıl nefret ettiğini yazmış. O kadar küstahça uydurmalar var ki ve yazı o kadar “edebi tumturaklıkla” yazılmış ki, altında binlerce yorum, binlerce retweet vs. Yazıyı okuyan ortalama bir batılı, Arap kadınlarının kocalarının ilgisizliğinden bıkıp usandığına dertlenir ve hatta Arap kadınları “orgazm olamadıkları için” kendilerini ibadete verirlermiş falan filan.
Bu makale üzerinden hem yazarı, hem her yöne akisleri ABD televizyonlarından geniş yer buluyor, güçlü ve kutsanmış batılı kadın prototipi, doğulu hem cinsleri için timsah gözyaşları döküyor.
Söz konusu kadın hakları üzerinden velvele koparmak olduğu için kaçılmaz olarak bu yeni feminist dalga bizim kıyılarımıza da vuruyor, biz çocukken “Kadının Adı Yok” diye kitaplar meşhur edilirdi, artık direkt projelerini Aile veya Milli Eğitim bakanlıklarına sunabiliyorlar…
AMAÇLARDAN BİRİ DE DÜNYA NÜFUSUNU KONTROL ETMEK
Şu an için İslam coğrafyasına yöneltilen bir kışkırtma kültür öğesi olarak feminizm yeniden pazarlanıyor.
İster aile içinde, ister sokakta, şiddete, cinsel istismara en çok maruz kalan batılı kadındır, ancak istatistikleri yapanlar da yayınlayanlar da aynı çeşmeden beslenirse bu bilgiler gün ışığına çıkmaz.
Aynı dertlerden batı toplumlarında yaşayan vicdanlı yazarlar da muzdarip. Henry Makow bunlardan biri. Hayatını feminizm ve “yenidünya düzeni” arasındaki ilişkileri ifşa etmeye adamış olan Makow’a hiç bir meşhur tv kanalı mikrofon uzatmıyor, ona “komplo teorisyeni” yakıştırması yapıyorlar. Makow’a göre feminzm’in bir başka hedefi de “depopulasyon” yani dünya nüfusunu “onların istedikleri” sayıda ve oranda kontrol etmek.
Elbette aile mefhumu kökünden dinamitlendikten sonra her türlü “toplum mühendisliği ve kontrolü” ile amaçlarını hayata geçirmek çok daha kolay olacak.