Cihangir İslam mı…

İslam dünyasında sürekli olarak terör üretmekle meşgul İsrail’in Başbakanı Netanyahu, aynı özelliklere sahip Amerika başkanını arayarak terör üretmekle suçlanan Suudî veliaht prensini korumak gerektiğini belirtmiş. İsrail basını da anılan şahsın veliahtlıktan düşmesinin kendileri açısından bir felaket olacağını işliyor. Aynı devletlerin etkili şahısları 15 Temmuz’dan sonra, ürettikleri terörün Türkiye’de başarıya ulaşamadığını görünce benzer refleksle hareket etmişler, terör unsurlarına sahip çıkmışlardı. Bu unsurlardan on binlercesi şimdi yurt dışında terör örgütünü yeniden üretmekle iştigal ediyor.
Türkiye’nin ve İslam dünyasının bütün mesaisini yeniden üretilen terör unsurlarının coğrafya, din ve millet karşıtı muhtemel faaliyetlerine harcaması gerekiyor. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi hadisesi Amerika, İngiltere ve İsrail’in Mısır, BAE, Suudî Arabistan gibi bölgemiz ülkelerini esir almak suretiyle İslam coğrafyası açısından yıkıcı faaliyetler üreteceklerini bir kez daha gösterdi. Bu yıkıcı faaliyetlerin en somut hâlini, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde oluşturulmak istenen terör kuşağı çalışmalarında görmekteyiz. Bu da Amerika, İngiltere ve İsrail’in nihaî hedefleri hakkında fikirler vermektedir. Yine Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesinden sonra Türkiye’nin karşı hamleleri, “oyunun bozulması” açısından, Amerika, İngiltere ve İsrail’in hâkim-i mutlak olmadığını gösteriyor.
FETÖ’cü Darbe ve İşgal Girişimi karşısında milletimizin gösterdiği dirayetli duruş sayesinde büyük tehlike bir ölçüde atlatılsa da fikrî bakımdan aynı rahatlığa ulaşamadığımızı söyleyebilirim. 15 Temmuz Direnişi, unutmamak eksenli bir yaklaşıma kurban ediliyor. Daha yaranın sıcaklığı bile geçmemişken unutmakla alakalı cümlelerin havada uçuşuyor olması tuhaf bir panik havasını işaret ediyor. Hâlbuki birtakım çevreler, bu direnişi görünmez kılmaya çalışsa dahi Amerika, İngiltere ve İsrail gibi terör üretim merkezlerinin coğrafyamız üzerindeki emellerinden vazgeçemeyecekleri bellidir. Dolayısıyla mesaimizi muhtemel girişimlere sarf etmek mecburiyetindeyiz ve özellikle de gençliğin bu işlerle ilgilenmesine imkân tanımalıyız.
Darbe İşgal Girişimi’nin üzerinden çok az bir zaman geçmesine rağmen Türkiye’nin gündeminin yapay konularla doldurulduğunu görmekteyiz. Dikkatler sürekli olarak FETÖ konusundan uzaklaştırılıyor. Cihangir İslam adlı şahsın meclis kürsüsünden yaptığı konuşma bu açıdan oldukça önemlidir. Anılan şahıs 15 Temmuz gecesini “batılla batılın mücadelesi” şeklinde tanımlayabiliyorsa, gözlerin, o tarihten sonra oluşturulan vasata çevrilmesi gerekir. Utanmıyor ya da kendi elleriyle güçlendirdikleri yeni güç alanlarına güveniyorlar. Her ikisi de sorunludur. FETÖ’nün geçmişte nereden güç devşirdiği, hangi zihin yapılarının bu oluşumu beslediği gibi konuların gündemden uzak tutulması başlı başına sorundur. Aynı merkezlerin geçen iki buçuk yıl zarfında aktif olduklarını söyleyebiliriz.
Geçmişte lanetli yapı ile birlikteliği aşikâr olan biri, onlarla ilişki kurmayanların vilayet sayısı kadar olduğunu söylemişti. Bu şahısların uluorta konuşuyor olması, zihinlerde ya yılgınlığa ya da örgüt faaliyetlerinin konuşulabilir olmasına zemin hazırlıyor. Birtakım güçlü şahısların, bilerek ya da bilmeyerek, iltisak ve irtibatı belli olan şahıslara kol kanat gerdiği yönündeki iddialar da zihinlerde yılgınlığa sebep olabilmektedir. Eğer sosyal alanda çok güçlü bir tepki ile karşılaşmış olsalardı kimse ihaneti üzerinde konuşulabilir bir meseleye indirgeyemezdi. Görüldüğü gibi meclis kürsüsünden bile konuşulabiliyor.
Örgütlü bir durumla yüzleştiğimiz açıktır. Gayr-i dinî ve gayr-i millî bir yapı ile milletin direnişini “batıl”lık ekseninde eşitleyen bir şahsın, bu konuşmayı yapacak cesarete sahip olması, milletin suçu olamaz. Sivil toplum kurumları, kanaat önderleri, aydınlar, bürokratlar dikkatleri başka yöne çekmekle böyle bir vasatı oluşturdular. 15 Temmuz’dan sonra “mağduriyet, cemaatlere yönelik saldırı, ehliyet ve liyakat” gibi konuların gündemi doldurmasına bir de bu açıdan bakmak gerekir. Açık söylemek gerekirse “tiyatro” suçlaması bunlar kadar etkili olmamıştır.
15 Temmuz gecesi olanların basit bir taraftarlığa indirgenmesi ilk önce Amerika, İngiltere ve İsrail gibi Batı emperyalizminin temsilcilerinin ülkemiz ve coğrafyamız üzerindeki faaliyetlerini gizler. İşbirliği, meşru bir davranış değildir. “Millîlik ve yerlilik”, bir ideoloji değildir. Fakat vatan eksenli güçlü bir duruşa işaret eder. Bugün Türkiye’de, bu kavramları sulandırmaya dönük yazı ve konuşmalarla karşılaşıyoruz. Millî ve yerli kavramlarının gençlik üzerinde kimlik kazandırıcı bir etkiye sahip olması gerekirken herhangi bir markanın reklam malzemesine dönüştürülmesi de en az sulandırma gayretleri kadar olumsuz bir etkiye sahiptir. Bir metadan bahsetmiyoruz. Bu işlerin şakaya gelir bir tarafı yoktur.
Soruyu sorduk. Kim cevap vermek istiyorsa cevaplasın. Bu ülke bu soruları tekrar tekrar soracak ve cevaplamaya çalışacak. Bu sorular asıl muhataplarını buluncaya kadar sorulmalı. Bunun sadece bir soru olmadığı da açıktır. Amerika, İngiltere, İsrail ve onların güdümündeki devletçiklerle ilişkisi olanlar millî değildir. Gündemden düşmeleri gerekir. Küçük hesapların insanları kendi ülkesini bir dolara satar. Milletine ve ülkesine ihanet eder.
Kızılelma, milletimizin yüzlerce yıllık tarihinden süzülüp gelen bir idealdir. Bu ideale gönülden bağlı çocukları saymakla bitmez. Bu ülkeyi ve milleti küçük hesaplarınızla kirletemezsiniz.