Türkiye’de toplum olarak rakamlarla övünmeyi çok seviyoruz. Ortaya rakam koymayı güç addedebiliyoruz. Her alanda böyleyiz. Sporda sayıya, habercilikte tiraja-reytinge ve de tık’a, etkinlikte katılımcı sayısına, evliliklerde çocuklara… Uzayıp gidebilecek bir örnek listesi bu. Çünkü kafamızı rakamlardan kaldırmıyoruz, bakış açımızı rakamlardan başka bir noktaya çevirmiyoruz, rakamlardan başka bir hiçbir sonuç ile tatmin olmuyoruz. Ortaya rakam konulmayınca da yapılan çalışmalar neticelendirilmemiş sayılıyor. Nitelikten de hep bir adım uzak kalıyoruz.
Mesela, ‘rakamlarla Türkiye’deki Suriyeliler’ gerçeğimiz var. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın geçtiğimiz aylarda verdiği bilgilere göre ülkemizde bulunan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyonu aştı. Dile kolay, 3 milyon. Çok büyük bir rakam. Türkiye’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya’dan sonra nüfus olarak altıncı büyükşehrini kurabilecek rakam bu. Büyüklüğü ve önemi daha net anlaşılsın diye iller üzerinden kıyas yapmaya devam edelim: Erzurum, Trabzon, Malatya ve Ordu’nun toplam nüfusunu aşıyor Suriyeliler. Nüfusundan fazla Suriyeli barındıran 10 şehri var Türkiye’nin. Bu şehirlerin ekonomik, sosyolojik ve demografik yapıları baştan aşağıya değişti. En basitinden komşularımız değişti.
Devletin açtığı kapıları Türkiye halkı daha bir araladı ve sofrasındaki ekmeği hiç düşünmeden paylaştı. Topraklarımız, şehirlerimiz ve evlerimiz insanlıkla bereketlendi.
Fakat ne olursa olsun ortada bir rakam var; Türkiye’de 3 milyon Suriyeli yaşıyor. Nefes alıyor, yeni bir kültüre, hayata, yaşam biçimine adapte oluyorlar. Türkiye de aynı şekilde Suriyelilerin sınırları içine taşıdığı yeni bir kültürle, yaşam biçimi, ve yeni bir ‘dil’ ile tanışıyor.
Geçtiğimiz haftanın en fazla konuşulan aktüel haberinin öznesi de bu 3 milyon Suriyeliden birisiydi. Savaştan kaçarak ülkemize sığınan ve 5 dil bilen 44 yaşındaki Nadir İbrahim’in hikâyesini bilmeyen, duymayan kalmadı. Fas’ta ekonomi eğitimi alan, Arapça, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca bilen İbrahim, 2012’de geldiği ülkemizde geçimini sağlamak için kâğıt toplamak zorunda kalmıştı. Bu sürede bildiği dillerin arasında Türkçeyi de ekleyen Suriyeli İbrahim haber oldu önce. Günlerce konuştuk. “5 dil biliyor ve kağıt topluyor” hayretleri ile aktardık haberi birbirimize.
Nadir İbrahim’e şimdi iş teklifleri yağıyor. Kozmetikten yedek parça firmalarına, asistanlık hizmeti veren şirketlerden Eminönü Mısır Çarşısı’nda turistlere hediyelik eşya satan dükkânlara kadar birçok firma sahibi, Nadir İbrahim’in dil yeteneğinden ve tecrübesinden yararlanmak istiyor. Bu güzel gelişme de haber oldu. Nadir İbrahim’in, uzmanı olduğu bir alanda iş sahibi olması üzerine sosyal medyada binlerce sevinç mesajı yayınlandı.
Fakat hiç kimse dönüp de 3 milyon Suriyeli arasında, nice Nadir İbrahimlerin olduğuna bakmıyor. Devlet, Suriyeliler için varını yoğunu ortaya koyarken yardım kuruluşları, STK’lar ve vakıflar ise sadece rakamlarla ilgilendiği görüntüsü veriyor.
Yaptıklarımızla, muhacire ensar olmakla övünüyoruz. Yaşadığımız bu kadirşinas toprakları göğsümüzü gere gere tüm toplumlara örnek gösteriyoruz. Haklıyız da. Diğer yandan da bir türlü rakamlardan öteye geçemiyoruz. Suriyeli komşularımızı hayata kazandırmanın formüllerini üretemiyoruz. Bu topraklarda artık yoğun bir şekilde Arapça konuşulduğunu ve bu dilin hayatımızın bir parçası olduğunu görmezden geliyoruz. Bu dilin gücünün farkına bir tek esnaf varmış durumda. Tabelalar, afişler artık iki dille yazılıyor. ‘Suriyeli müşteri’ diye bir potansiyel olduğunun farkında olanlar her ne kadar ellerine geçen rakamlara baksa da bir hizmeti ortaya koyuyorlar.
Yapılabilecek bir sürü proje var oysa. Mesela imam hatip okullarındaki Arapça eğitimi… Yıllardır dil eğitim sistemi tartışılan ülkemizde en azından Arapça öğrenimine çözüm bulunabilir. İmam hatip okullarındaki Arapça derslerine ana dili Arapça olan Suriyeli öğretmenler girerse, hem bir eğitim modeli hem de Suriyelilere hak ettikleri alanlarda istihdam kapısı açılmış olur. Aynı şekilde, kamu hastanelerinde de Arapça bilen mütercimlere hayati derecede ihtiyaç olduğunu hem doktorlar hem de Suriyeli hastalar açıkça dile getiriyor. Bu uygulamayı özel hastanelerin hizmet olarak hayat geçirdiğini de hatırlatalım.
Etrafınızdaki Suriyelilere dönüp bir bakın. Çoğunun aslında bir mesleği var. Bazıları ise çok özel insanlar. Gerçekten istisnalar. Suriye’nin ilk ve tek astronotu olan 64 yaşındaki Muhammed Ahmed Faris İstanbul’da yaşıyor mesela. Uzaya giden ikinci Arap astronot. Bizden biri artık. Bu toprakların bir parçası ve tecrübelerini Türkiye Uzay Ajansı’na aktaracak kadar bizden hem de.
Haberlere konu olmaktan öteye geçmeyen bu değerleri bu toprakların bir parçası yapacak çalışmalar bu ülkenin bir gerçeği olmalı. Ülkenin demografik yapısını değiştiren Suriye halkının Türkiye’nin bir parçası olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Aileler kız alıp vermeye başladı. Ensar ile muhacir artık arasında akrabalık bağları oluşuyor. Suriyeliler zor günlerinde elimizi uzattığımız bir rakam olmaktan çıkıyor. Toplum bu kaynaşmayı yaşarken, Cumhurbaşkanının, Başbakanın Suriyeli danışmanlara ihtiyacı var. Diyanet İşleri Başkanlığının fetva kurulunda Suriyeli alimlerin yer alması gerekiyor. Yıllar sonra karşımızda çözülmesi zor siyasi ve sosyal sorunlar yumağı görmek istemiyorsak Suriye halkını Türkiye’ye adapte etmemiz gerekiyor.