Çevremize yapılan yığınak 2. Dünya Savaşında bile yapılmadı

“Dış mihrak” kavramına dudak bükmek bu aralar moda bir galat-ı his hareketi. İç ve dış politika diye sınırların kalmadığı şu zamanlarda bu yanılsama, şımarıklık bariyerlerini zorlayıp hainliğe kadar götürüyor o bükülen dudakların sahiplerini…

Mahallî seçimlerden bahsetmek için yazı başına oturduğunuzda, “Türkiye Cumhuriyeti” vatandaşı olarak algılayageldiğimiz bazı siyasilerin selam durdukları cephelerin kordinatlarını hesaplamaya çalıştığımızda, “dış mihrak” kavramı bile yetersiz kalıyor.

İç siyasetten bahsederken laf kendiliğinden Sudan’dan İran’a, oradan da S-400’lerden F-35’lere uzuyor.

Zira iç siyasetimizin bazı aktörleri “milli güvenlik” meselesi, nev-i şahsına münhasır bir şekilde.
Mihrak, Fransızca “focalé” yani günümüz diliyle “odak” manasında, Arapça kökenli bir sözcük. Yukarıda bahsettiğimiz “dudak bükenlere” nispet edercesine, mânâ kökeni ise “yakma aracı” anlamındaki ‘h-r-k’ kökeninden geliyor. Işığın odağının düştüğü yeri yakması…

Bu “derin mânâ” üzerinden aslında bu mefhum şu aralar başımıza gelen hâdiseleri çok daha iyi özetliyor.

Türkiye çok ciddi bir “kuşatılmışlık” içersinde. Gündelik magazin seviyesindeki “malumatlar” sürekli odağımızı şaşırtıyor, merceği biraz farklı yöne çevirmek istediğimizde bu “ışığın kaynağı” bakmak istediğimiz yeri kör edercesine yakıyor.

Üç-beş büyükşehir belediyesi el değiştirdi diye iktidarın eleştiri tufanına tutulduğu şu günlerde odak meselesi her şeyden daha önemli.

Siyon muhibbibleri Cemiyeti

“Eskiden olduğu gibi insanların kılık-kıyafetleri ile oyalanan bir ‘Milli Güvenlik’ kurumu yok artık” diye sevineceğimiz yerde, bir muhalefet partisinin bir il başkanının ailecek yediği “domuz etinin” resmi dönüyor sosyal medyada.

Sadece bir il başkanı değil, bu partinin bazı milletvekilleri bile “bizdendir” diye CIA arşivlerinde “etiketli” ve “kod” verilmiş kendilerine…

Böylesi bir Milli Güvenlik sorunu söz konusu iken elbette Filipinler ile Kanada arasındaki “çöp toplama gerilimi” gibi daha naif konulara eğilebilmek eğlenceli olurdu ama ne hacet!

S-400’ler geliyor mu?

Erdoğan daha daha nasıl yanlızlaşabilir?

F35’ler üzerinden ABD kongresi Türkiye’ye nasıl daha beter savaş açabilir?

Kendini kurnaz tüccar olarak pazarlayan Trump’ın son İran kararı ekonomik mi, yoksa emir aldığı “Siyon muhibbibleri cemiyetinin” Washington şubesinin direktifi mi?

Petrolumüzün yarısını aldığımız komşumuz İran ile ilişkilerimiz bu “odak” dâhilinde nasıl olacak?

Sadece petrolden bahsediyoruz ama işin bir de doğalgazı var.

Önümüz yaz diye belki gündem olmuyor ama küreselleşmenin bu kadar baş döndürücü bir ivme ile daha da sarmallaştığı bu zamanlarda, işte gündelik yaşantımızın en basit örnekleri bile “dış mihrak” merceklerinden yansıyarak düşüyor önümüze.

Sahi, ABD bir NATO üyesi ülkenin hava savunma sistemine sahip olmasını neden istemez?

O ülkenin donanmasınını çökertmek için maşaları FETÖ’yü kullanarak bir sürü kumpas davaları uydurduğu için.

Sonrada asıl bu “odak” sorgulanmasın, “kripto faaliyetlerine” devam etsin diye bir sürü oyalama taktiği öne sürülür, içi boş vaatler ile…

Sıradan bir “bakkal hesabı” bile S-400 ile Patriotların kıyaslamasında hangisinin daha kârlı olduğunu çıkartır ortaya oysaki…

Tamamen kendi iç “âdalet” mekanizmamızın tıkanıp kalması bile bir “cemaat görünümlü terör örgütü” sorunu gibi gözükse de, bu mesele aslında Türkiye’nin şu aralar Akdeniz’de yaşadığı kuşatılmışlıkla bağlantılı iken, “dış mihraklar” kavramına dudak bükmek küstahlıktan başka bir şey değildir.

Zira biz “kılık kıyafet” yönetmelikleri ile on yıllarca kaybederken, bizim “askerî tarihimizi” onlar daha iyi çalıştı.

“Türkiye’yi kuşatmak için Akdeniz’deki hakimiyeti ortadan kalkmalı, bunun için de Türk donanmasına ciddi ‘balyoz’ indirilmeli” diye notlar aldılar, bizler yine “kılık kıyafet” yönetmelikleri cenderlerinden kurtulmak için referandumlarla cebelleşirken.
İl başkanlarının götürdükleri domuz pirzolaları değil, PKK’yı vuran teknolojiye karşı çıkmalarıdır asıl mesele.

O teknolojinin yıllarca İsrail-ABD işbirliği sonucu Türkiye’ye verilmeyip, Türkiye’nin bu konuda kendi hamlelerini yapması ve bunun akabinde bu işi başaran kahramanların yine aynı partinin temsilcilerinin hedefinde olmasıdır.

Türkiye’de zaten “samimi” ve “yerli” bir muhalefet yok ki?

CHP hangi ülkenin partisi?

ABD eninde sonunda Türkiye’yi işgal etme arzusu ile bu bölgeye sürekli askeri yığınak yapıyor.

Son 5 yılda Kıbrıs Rum kesimine, bazı Arap ülkelerine yaptıkları savaş uçağı ve tank yığınağını, 2.Dünya savaşında bile yapmadılar!

Borçlarını silme vaadiye kandırabilecekleri bir Yunanistan var batımızda.

Vaad edilmiş topraklar safsatasını bile “yutacak” bir sözde “Kürt” cephesi var güneyimizde.
Ekonomik yaptırımlar ile tarumar edilmeye çalışılan bir İran var doğumuzda.

Balkanlar ise zaten her zaman “karışıklık” odağı olarak bilinir tarihten beri.

Sırada ne var, basit meseler ile Gürcistan veya Bulgaristan ile Türkiye’nin arasını bozacak hamleler mi?

Bütün bunlar olup biterken Türkiye’nin hava savunma ve deniz kuvvetlerini daha da modernize etmesi gerekiyor.Modernize sözcüğünün içinde barındırdığı “batılı” tınıdan kurtularak…

Erdoğan’ın yanlızlaşması veya S-400’lerin gelip gelmeyeceği üzerinden sosyal medyada dönen kumar/komplo tahminlerinin hepsinden kurtularak odağımızı doğru yere çevirmemiz gerekiyor. Dış mihrak kavramına hiç dudak bükmeden, milli güvenlik sorunu teşkil eden bu devletin sınırları içerisinde, kim olursa olsun, hemen ortadan kaldırılması gerekiyor…

Türkiye’nin sadece tek bir ittifaka ihtiyacı var, “akıl” ittifakı.

Akıl’ın önünde şüphe var.

Şüphenin keskin ilacı sorular, basit sorular.

Yunanistan bize saldırırsa NATO kimin tarafını tutar?

YPG o kadar tankı, tırlar dolusu silahı ne yapacak?

Türkiye’nin düşmanlarına attığı füze teknolojisi neden CHP’yi geriyor?

CHP’nin bazı “üyelerinin” ciddi bir milli güvenlik sorunu oluşturduğu şu günlerde bile insanların sosyal medyada ciddi bir şekilde konuştuğu “akp-chp ittifakı konuşuluyor artık” yalanı nasıl bir “şizofreni” ürünüdür? 