Cemal Süreya şiirinde ‘hikâye’nin payı

Bir gün aklına gelecek olursam, bana şiir ısmarla.

Eylül’ü konuşalım.

Cemal Süreya’nın şiirlerinde görülen gündelik dilden alındığı hâlde farklı bir tarz ve duyarlılıkta kullanılmış kelimelerden oluşan yapısal özellik, bu çok ünlü dizesinde hangi berraklıkta tebellür etmekteyse, seçilen üç şiirinde de aynen parıldamakta. Süreya, örneğin Ece Ayhan gibi gündelik dilde pek kullanılmayan kelimelere başvurma, hem de çok değişik anlamlar yükleyerek kullanma yolunu seçmez. Tersine, daha çok herkesin kullandığı kelimeleri değişik benzetmelerle bezeyerek, alışılmadık bir biçimde yan yana getirerek okuruna sunar.

O yüzden de Cemal Süreya’nın şiir dili, okurunu, anlama çabaları içinde şiirle cebelleşmek yerine, anlatılan lirik atmosferle etkileme amacını güder. Bu durum, seçilen şiirler arasında en rahat “Az Yaşadıksa da” adlı şiirde görülebilir:

Ben kibriti çaktığım zaman

Her şey kırmızıydı yüzün olarak

Cemal Süreya’nın bu dizelerinde anlaşılmayacak hiçbir yan yoktur çünkü dizelerde yer alan bütün öğeler gündelik dilden alınmış ve gündelik dildeki yapı-bağlam ilişkisi içerisinde kullanılmıştır. Fakat…’Metni’ şiirleştiren de zaten bu fakatın ardı değil mi? Bu dizeler okunduğunda zihinde oluşan imgenin etki yoğunluğu hayli yüksektir. Bunun sebebi, elbette şiirin içindeki söz öğelerinin, ses ve anlam gücü yüksek göstergelere dayanması. Ustalıklı gösterge seçimi ve birleşimi, Cemal Süreya şiirini, dilin kullanım türlerinden biri olarak değil, neredeyse bütün dilsel olanakların sınandığı bir ifade alanı hâline getirir.

Şiire uyarlanan mantık

Ben sigaramı yaktığım zaman

Çünkü her sigara bir kelimedir

Yukarıdaki dizelerde etkileyici imgenin zihinde ve hayalde canlanmasına katkı sağlayan yönlerden biri de, şiirde pek sıkça başvurulmayan mantıksal tanımlamanın yer alışıdır. Elbette şiire uyarlanmış bir tanımlama türü bu; daha doğrusu şiirin teknesinde yoğrulmuş. Fakat bu tanımlama, yine bütünüyle mantık kurallarına uyan, bu kuralları gözeten bir yapıda değil, şairane bir yapıdadır elbette. Bu yüzden iki dize arasında kurallı bir bağ aramak gereksiz.

Belli, şairin amacı işe yarayacak, özdeyişi andıran güzel ve anlamlı bir bütünlük taşıyan bir söz söylemek değil, yaratıcı bir benzetmeyle çarpıcı bir etki uyandırmak…

Şair, zihninde beliren imgeleri, gündelik dile yaslandığı hâlde değişik tasarım ve çağrışımlarla farklı duygulanımlar elde etmek üzere kurgulayabilmiş; değişik benzetme biçimleri ve yeni birleştirme teknikleriyle özgün biçimlerde ifade edebilmiştir:

Bir güvercin ben öldüğüm zaman

Nice hüzünlerden yaprak yaprak

Anlatısallık takıntısı

Görüleceği üzere şair Az Yaşadıksa da adlı şiirinde, gündelik yaşantıda yer almayan hiçbir kelimeye yer vermediği hâlde, gerek kimi dizelerde anlatım kalıplarını, (Çünkü her yüz… ; Çünkü her sigara… ) kullanılan zamanı (…çaktığım zaman; …yaktığım zaman) ve cümle yapısını, (Örneğin bu şiirin her dizesindeki cümle yapısı birden çok kullanılmıştır.) kimileyin de bütün bir dizeyi (Ben kibriti çaktığım zaman) tekrar ederek, olağan kullanımda rastlayamayacağımız, beklenmedik bir etkileme gücü doğurabilmekte.

Modern Türk şiirinin en başta gelen özelliklerinden biri sayılan ve Melih Cevdet Anday’ın “düzyazıdan yakasını kurtarmış olmak” diye adlandırdığı durum, Cemal Süreya’nın şiirlerinin önemli bir kısmında görülen bir husus değildir. Bunun önde gelen sebeplerinden biri, biraz da Cemal Süreya şiirinde narrativitenin (anlatısallık) temel bir özellik olarak yer almasıdır. Onu Attilâ İlhan’a yakınlaştıran bu hususiyeti, Attilâ İlhan’ın Osmanlı izlerini taşıyan dilini paylaşmadığı oranda ondan uzaklaştırmaktadır.

Gerçi Cemal Süreya şiiri, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri’nin ayırtedici yönlerinden biri durumundaki tahkiyeye evrilecek miktarda anlatısal değildir. Attilâ İlhan gibi birçok Türk şairinde hakim bir rol oynayan bu anlatı havası, Cemal Süreya’da biraz daha şiirin öteki öğeleriyle birlikte şiire yedirilmiş bir tarzda işlenir. Aynı zamanda imgeden güç devşirmeye sıvanır.

Düzyazının sınırlarında

Bu anlatısal hava, Cemal Süreya şiirini asla düzyazıya yaklaştırmaz. Zaten düzyazı ile şiiri, ses veya düşünce özü bakımından ya da düşünme yapısı açısından değil, dil dizgesinin öğeleri arasında kurulu özel bağlantılar yardımıyla birbirinden ayırırız. Bu ayrımda da düşünsel öğelerin varlığına değil, ‘gösteren’ ile ‘gösterilen’ arasında kurulan özel bağlantı tipinin varlığına ve özgünlüğüne başvururuz.

Anlatısal havasına karşın Cemal Süreya şiirini düzyazıdan uzak tutan başka bir yön de, şairin şiirlerinde, şiir dilinin belirleyici olanaklarını (uyak, ses yinelemeleri, ölçü, ritm gibi) devreye sokarak yoğun bir düzeyde yakaladığı müzikalitedir. Bu yön, seçtiğim şiirler arasında en kolaylıkla Gül adlı şiirde görülür:

Gülün tam ortasında ağlıyorum

Her akşam sokak ortasında öldükçe

Önümü arkamı bilmiyorum

Azaldığını duyup duyup karanlıkta

‘Anlatısallık’ bağlamında Cemal Süreya’yı başkalarından ayıran yön, şiirlerindeki iç ahenge anlatının, zaman zaman hikâye havasının yedirilebilmesi…

Zaten hem Cemal Süreya’nın hem de bu üç şiirinin seçilmesinin sebebi de budur: Hiçbir ‘şairanelik’ içermeyen bir anlatımla, son derece etkileyici bir duyusal atmosfer oluşturmaya yönelik yaratıcı bir dil kullanımı… Dilbilimcilerin ‘dilin estetik işlevi’ dedikleri bu durum, şairde ‘açıklayıcı’ değil ‘etkileyici anlatım’ın başarıyla kullanılmasıyla ortaya çıkıyor. Bu anlatımın da katkısıyla okuyucu, şiirde bir anlatı yer alsa da, bu anlatının bütünü değil ancak bir kısmı aktarıldığı için, anlatının geri kalan bölümünü kendisi tamamlamak, kişisel yaratıcılığını kullanmak zorunda kalır.

Gündelik dilin ötesinde

Aynı yaratıcılık, şairin “Her akşam sokak ortasında öldükçe” dizesinde kullandığı “öldükçe” kelimesinin gerçek anlamıyla ‘ölüm’e işaret etmediğini ya da “Önümü arkamı bilmiyorum” dizesindeki ‘ön’ ve ‘arka’nın yön bildirmenin ötesinde bir anlamı olduğunu kavramakta da gereklidir. Burada okura düşen, şairin dili kullanırken uyguladığı ‘kodlamayı’ kavraması ve tersine bir işlemle bir ‘kod çözme’ye başvurmaktır.

Olağan durumda dilde bir ‘bildiri’, ‘sözcük’ adını verdiğimiz ‘gösterge’lerle kodlanır. O dili bilen bir kimse, ‘aracı’ olan dilden yararlanarak o bildiriyi çözer; böylelikle anlatılanı algılar. Bu tür bir ‘bildirişim’de anlatanın bildirisiyle o dili bilen anlayanın kavradığı, normal şartlarda aynıdır. Bu durumda anlam bütünüyle aktarılmış kabul edilir.

Fakat şiir ‘bildirimsel’ değil ‘çağrışımsal’ bir zihin etkinliğidir. Dolayısıyla şairin kullandığı dili ve şiirinde yer alan sözcükleri bilmek, onu anlamak için yeterli değildir. Gündelik dilin öğelerini kullandığı hâlde şairin yeni bileşimlerle o öğelere yüklediği yeni anlamlar anlaşılmaya çalışılmalı; ‘çağrıştırılan’ tasarımlar kavranmalı, böylelikle de şairin amaçladığı coşku ve duygulanımlara yakınlaşılmalıdır. Çünkü gündelik dilin rahat kullanımının gözlemlendiği düzyazı ile özel bir çağrışım merkezli iletişim görevi üstlenen şiir, sözvarlığının öğeleri arasında kurulan farklı bağlantılarla birbirlerinden ayrılır. Örneğin şiir, mantık tarafından biçimlenmiş düşünceleri, tanımlanmış kavramları ve basmakalıp duyguları değil, tanımlanamayanı hedefler.

Bireysel dil

Kişiye özgü dil kullanımı, bir şairi öteki insanlardan, hatta başka şairlerden ayıran yöndür. Saussure’ün ‘parole’, Chomsky’nin ‘performance’ terimiyle adlandırdığı bireysel dil kullanımı, şairleri öteki bireylerden bütünüyle ayırmakta; yepyeni benzetmeler, değişik bağdaştırmalar, hiç kullanılmamış anlatım biçimleri, değişik sessel kuruluşlar kurgulamaları sebebiyle şairler, aynı sözcüklerle iş gördükleri hâlde gündelik dilin içinden yeni bir anlatım kalıbı çıkarabilmektedirler. Cemal Süreya’nın Fotoğraf şiirine bu açıdan bakıldığında, onun şiir dilinin, ‘dil içinde ayrı bir dil’ kabul edilmesini sağlayan birçok yön görülür. Örneğin “hüzünlü” ve “güzel” kelimelerini birçok kez ve birkaç yerde birbirinin yerine kullanmış:

Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Güzel anılar gibi güzel

Güzel anılar gibi hüzünlü

Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Buna karşın, hiçbir dize okurda asla bir tekrar ve sıkıcılık havası estirmez; tersine tekrarlarla büyülü ve gizemli bir heyecan doğurur. Örneğin bu şiire bildirimsel açıdan bakıldığında elde edilecek bir veri, neredeyse önemsizdir. O yüzden de Doğan Aksan’ın da vurguladığı gibi şiirsel iletişimin amacı, kişisel veya toplumsal bir verinin birebir aktarılması değil, şiir sayesinde ‘alıcı’nın dünya ve toplumla olan ilgisini otomatiklikten çıkararak değiştirmektir.

 

***

 

Fotoğraf

 

Durakta üç kişi

Adam kadın ve çocuk

 

Adamın elleri ceplerinde

Kadın çocuğun elini tutmuş

 

Adam hüzünlü

Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

 

Kadın güzel

Güzel anılar gibi güzel

 

Çocuk

Güzel anılar gibi hüzünlü

Hüzünlü şarkılar gibi güzel

 

(Cemal Süreya, Uçurumda Açan) 

 

Gül

Gülün tam ortasında ağlıyorum

Her akşam sokak ortasında öldükçe

Önümü arkamı bilmiyorum

Azaldığını duyup duyup karanlıkta

 

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum

Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz

Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum

İstasyonda tiren oluyor biraz

Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

 

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum

Her nasılsa sokağa düşmüş

Kolumu kanadımı kırıyorum

Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı

Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

 

(Cemal Süreya, Üvercinka)

 

Az Yaşadıksa da

Ben kibriti çaktığım zaman

Her şey kırmızıydı yüzün olarak

Ben kibriti çaktığım zaman

Çünkü her yüz bir memlekettir

 

Ben sigaramı yaktığım zaman

Çünkü her sigara bir kelimedir

Ben sigaramı yaktığım zaman

Güz günleriydi bir şarkı olarak

 

Bir güvercin ben öldüğüm zaman

Nice hüzünlerden yaprak yaprak

Bir güvercin ben öldüğüm zaman

 

(Cemal Süreya, Göçebe)