Gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim’de Suudî Arabistan Başkonsolosluğuna giriş yaptıktan sonra bir daha kendinden haber alınamamıştır. Hadisenin üzerinden on günden fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen gizemi ortadan kaldıracak herhangi bir gelişme söz konusu olmadı. Gazeteci Kaşıkçı’nın öldürüldüğüne dair çok güçlü intibalar var. Fakat kimin tarafından öldürüldüğü ya da kimler tarafından ortadan kaldırıldığı, niçin böylesine tedirginlik verici bir olaya sebep olunduğu gibi sorular hâlâ cevaplanmadı. Bu olayın Türkiye’de yaşanılmasının özel bir anlamı var mıdır, Kaşıkçı sadece meşhur bir gazeteci olduğu için mi öldürüldü soruları da şimdilik cevapsızdır. Aynı şekilde sırlarla dolu hadisenin yol açacağı sonuçlar da belirsizliğini korumaktadır. Cevapsız kalan sorulara rağmen Suudî Arabistan Başkonsolosluğunda yaşanmış olması, hadisenin büyüklüğünü ve önemini yeterince gösterir.
Gazeteci Kaşıkçı’nın kendi ülkesinde ve Arap coğrafyasında muhalif bir gazeteci olduğu bilgisi basınımızda yer aldı. Muhalif bir gazeteci olarak bilinen Kaşıkçı’nın Türkiyeli nişanlısı hakkında da ilgi çekici bilgiler paylaşılıyor. ABD başkanı Trump, Kaşıkçı’nın nişanlısını Beyaz Saray’a davet ettikten sonra hadise yeni boyutlar kazanmaya başladı. Kaşıkçı’dan haber alınamayışından sonra Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’in adı da geçmeye başladığı için olayın önemi ve büyüklüğü gittikçe arttı Söylendiği gibi parçalar bir araya gelirse tedirginlik bir kat daha artacak demektir. Her bir ayrıntı kaos planlarına işaret etmektedir.
Entelektüel dünyamızda “dış güçler” ve “komplo teorileri” bağlamında küçümseyici bir duruştan bahsedebiliriz. Bu duruşu benimseyenlere göre “dış güçler” kavramını ortaya atmak, kendi sorunlarımızı çözememenin verdiği çaresizlik ve yılgınlık psikolojisinden kurtulmanın en güzel yoludur. Onlara göre komplo teorilerine sığınmak da benzer bir kaçışı ima eder. Hadiselerin karmaşık yapısını çözemeyen zihin, komplo teorilerine sığınmak suretiyle yine sorumluluğu aslında olmayan güçlere atarak kendi güçsüzlüğüne kılıf uydurmuş olur. Onlara göre sorunlarımıza kaynağı dış güçler değildir, bilakis hataları kendimizde aramalıyız. Hataları kendimizde aramalıyız şeklindeki bir kabulün arkasından gelen ikinci uyarı da hamasetin yanlışlığı üzerinedir.
Sadece Türkiye’de işlenen cinayetleri hatırlamak bile “dış güçler” ve “komplo” iddialarının önemine işaret eder. Irak ve Suriye gibi Arap coğrafyasının birçok bölgesinde bilim insanlarının cinayetlere kurban gittiği düşünülürse haricî faktörlerin önemi anlaşılır. Irak’ta 1980’lerde öldürülen stratejik mühendisler, Amerika’da bir cinayete kurban giden İsmail Farukî ve diğer birçok Filistinli aydın, akademisyen ve gazeteci karşılaştığımız sorunun büyüklüğünü yeterince göstermektedir. Aynı şekilde 1969’da ani bir şekilde kaybolmasının üzerindeki sır perdesi kaldırılmamış Yaşar Kutluay örneği de muhatap olduğumuz durumun önemini gösterir. Malcolm X’in öldürülmesi de komplo teorilerini hatırlatır.
Cemal Kaşıkçı hadisesi yenidir. Ölü olup olmadığına dair kesin bir bilgiye sahip değiliz. Yukarıda andığımız cinayetlerden farklı olarak Cemal Kaşıkçı, uluslararası üne sahip bir gazetecidir. Onun kaybedilmesi ya da öldürülmesi üzerinden hesap yapanlar, bu şöhreti ve bağlantıları göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Daha şimdiden birçok ülke hadiseye taraf olduğuna göre hesabın kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye ile Mısır, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında ciddî bir krizi tetikleyebilecek potansiyelin varlığı, komplo teorilerini akla getirmektedir.
Türkiye’de, Fetullahçı Terör Örgütü’nün yurt dışı örgütlenmesi ve faaliyetleri hâlâ okullaşma benzeri geçmiş bilgisi üzerinden değerlendiriliyor. Hâlbuki bu terör örgütünün faaliyetleri ve hedefleri yeni kimliğinin bileşenleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu örgüt, Türk ve İslam dünyasında, yeni dönem emperyalizmin ve sömürgecilik politikalarının uygulanabilirliği açısından kullanıma elverişli en önemli araçlardan biridir. Örgüt elemanlarının mutlak yabancılaşma süreçleri tamamlanmıştır. Artık bu örgüt, yurt dışında, kendi elemanlarına yeni bir kimlik inşa edecektir. Bu inşa sürecinde Türkiye karşıtlığının etkili olacağını, benzer örneklerden hareketle söyleyebiliriz. Örgüt elemanları gayr-i meşru faaliyetler içinde aktif görev aldıkça yeni kimlik inşa etmekte zorlanmayacaktır. Dolayısıyla Kaşıkçı hadisesinde de aynı yerlere bakmakta fayda olduğu açıktır.
Muhammed bin Selman ve Zaid için ise ayrıca bir bahis açmaya lüzum görmüyorum. İbrahim Karagül’ün ilgili yazılarını dikkatli bir şekilde yeniden okumakta fayda var. Amerika ve İsrail’in peşinden giden devletlerin birçoğu sürecin kendilerine ölümcül darbeler vurduğunu gördü. Bu iki şahıs, atalarının yolundan gidiyor. Onlar da zamanında İngiltere’ye bel bağlamışlardı. Kişisel akıbetleri kötüydü. Ne yazık ki kendileriyle birlikte koskoca İslam coğrafyasını da ateşe attılar. Bugün adı geçen şahıslarla birlikte örgütler düzeyinde Amerika, İsrail, İngiltere ile birlik olup kendilerine yeni bir gelecek inşa etmek isteyenler var. Bunların sonu da benzerleri gibi olacak. Fakat bu kez coğrafyamızı ateşe atamayacaklar.
Cemal Kaşıkçı, dış güçler ve komplo teorileri
