Tüm politikasını şimdiye dek dökülen ve bundan sonra dökülecek olan olası kanlar üzerinden yürüten, Türk siyaset tarihinin nadir olarak görebileceği bir ikiyüzlülükle siyasetçilik yapan birinin sözleriyle başlamak istemezdim aslında bu yazıya. Selahattin Demirtaş’ın 1 Kasım seçimlerinden hemen önce Ankara’da 100 canın katledildiği alanda yaptığı konuşmadan bu satırlar: “Sizin bitişinizin sonu 1 Kasım olacak. ‘Kasım’da diktatörü devirmek başkadır’ diyeceğiz ve oradan başlayacağız işe…”
Patlamadan bir gün sonra canlı bombanın pimi çektiği noktaya gidip, katledilen onca kişinin daha kurumamış kanları üzerinden oy toplamaya kalkmıştı Demirtaş. HDP’liler o gün ellerindeki karanfilleri bırakmak için yürürlerken, gülen yüzlerinin, şakalaşmalarının kameralara yakalanmasıyla açığa çıkmıştı gerçek yüzleri oysa. Saatler önce üzerlerine kendilerine yakın gördükleri STK’ların bayrakları örtülmüş olan cesetleri çiğneyerek seçim sandığına gidiyorlardı tüm Türkiye’nin önünde…
Kimse de ses çıkarmamıştı bu acınası hale. Bugünlerin yüksek sesli HDP muhalifi beyaz Türkleri, Ahmet Hakanları, Doğan Grubu, CHP’si ve Sözcü’sü de izlemişti. Bu saldırı ve bu yürüyüş bir ‘umuttu’ sanki. Demirtaş’ın da dediği gibi ‘Erdoğan’ın 1 Kasım’da devrilmesini’ istiyorlardı. Bu da HDP ve etrafında patlayan canlı bombaların gücüyle olabilirdi. Fakat olmadı. Kaynağı IŞİD olarak tespit edilen terörün HDP üzerinden varmak istediği sonuca halk bu sefer müsaade etmedi.
Hatırlarsak, 7 Haziran seçimlerinden bir gün önce HDP’nin Diyarbakır’daki mitinginde de bomba patlatılmıştı. Sandıktan çıkan sonuçlar üzerinde büyük etkisi olduğu düşünülen bu saldırı da IŞİD kaynaklıydı. Ardından da Suruç’ta başka bir bombanın pimi çekildi. O cani de canlı bombaydı. Kobani’ye gitmeye hazırlanan solcu gençlerden 32’sini katlettiler.
Bu üç saldırının faturası ise önce AK Parti’ye sonra da ona destek veren vermeyen Müslüman halka kesilmek istendi. AK Parti’ye oy verenleri, sakal bırakanları, camiye gidenleri, “bebek katili PKK” diyenleri bir kalemde IŞİD’çi ilan ettiler mesela. Ümmetçilik yapan, İHH’ya bağış toplayan, “Esed gitsin” diyen, Mursi’yi anan, şehit Esma’ya ağlayan, Hamas’a ve Gazze’ye selam gönderen kim varsa sosyal medyada linç ettiler. IŞİD’in masumların boğazına dayadığı bıçağın yaptığını yapıp kesip biçtiler insanları.
Sur’da, Silopi’de ve Cizre’de kendi halkını katleden, evleri ateşe veren, alıkoydukları daha oyun çağındaki çocukları kaçmak istediklerinde infaz eden PKK’yı temize çıkaracak her türlü ahlaksızlığı yapanlar, Ankara’nın göbeğinde patlatılan canlı bombayla maskelerini bir kez daha düşürdü.
Suruç’ta ve daha önceki Ankara saldırılarında anında açıklamalar yapıp, kameralar karşısında “katil devlettir” diyen Selahattin Demirtaş, ortalardan kayboldu. Ve failin kim olduğu da Adli Tıp incelemesinden önce ortaya çıkmış oldu.
Başkentin kalbinde kendini patlatarak 29 cana kıyan teröristin bağlantıları tek tek ortaya çıktıkça HDP de tel tel dökülmeye başladı. Canlı bomba fiziken PKK’lı fikren HDP’liydi. Bu aidiyet duygusu tarihte görülmemiş bir vicdansızlığın da ortaya koyulmasına neden oldu. HDP, canlı bombanın cenazesine gitti. Taziye çadırları kuruldu, acılar paylaşıldı, gözyaşları döküldü. Van’da sergilenen bu alçak tablo eleştirilince de, “İnsanların bulundukları çevrelerde yaşadıkları ilişkilerin bir anlamı var. Taziye çadırına gidilmesi bu bağlamda değerlendirilmeli. Bu kişi böyle bir olaya karışmış olabilir. Ama acıları yarıştırmanın bir anlamı yok. Bu tamamen duygusal bir şey” denildi.
Oysa Suruç ve Ankara saldırılarını IŞİD yaptı. Canlı bombalar da Adıyamanlıydı. IŞİD’li katillerin yakınları başlarını bile çıkaramadı pencereden… Aileleri evlerini terk edip gitti. HDP ise katıldığı taziye ile “canlı bomba” eylemlerini kahramanlaştırdı resmen. Bundan sonrası, hem IŞİD hem de PKK için büyük cesaret. Herhangi bir AK Parti milletvekilinin bırakın IŞİD bombacısının taziye çadırına gitmesi, evinin önünden geçmiş olması nasıl bir infiale yol açardı acaba? Yanıt vereyim; işine gelince teröre “olgu” diyen HDP, böyle bir durumda tüm insanlığı yerin dibine sokacak bir vicdanla tüm dünyayı ayağa kaldırırdı. Asla bir IŞİD savunması değil bu cümle ama unutmamak gerekir ki, PKK olguysa eğer bütün terör örgütleri de olgudur. Döktükleri kan da katillikleri de aynıdır.
HDP’nin her fırsatta sinesine sığındığı Avrupa da teröre karşı çok net oysa. Yıllarca İspanya’yı kana bulayan ETA örgütüne mensup bir teröristin cenazesine katılan Batasuna Partililer hapis cezasına çarptırılmıştı.
Türkiye’de böyle değil ama. PKK’ya terör örgütü, bebek katili, caniler sürüsü dediğinde HDP’liler yanıt veriyor: “Sen IŞİD’çisin, barış istemiyorsun.” Dünyada döktüğü kanı kanla yıkayan başka bir örgüt ve onun siyasi kolu yok. Olamaz da. ETA’nın eylemlerini açıkça desteklemeyen ama sırf kınamadığı için 2008’de kapatılan Batasuna, HDP’nin yanında barış elçisi kalır. Nobel eğer “antibarış ödülü” vermek isterse, bunun değişmez sahibi HDP olmalıdır. Bu partinin vekillerinin PKK teröristlerinden tek farkı, takım elbise giymeleri ve uzun namlulu silah taşımamalarıdır.
Bugüne dek PKK’nın tüm terör eylemlerine canlı kalkan olmaya varıncaya kadar açık destek veren HDP’li vekiller, canlı bombaları kutsayıp, kahraman ilan edip, arkalarından ağıt yakmakla meşgul son dönemde. Teröre canlı bomba olarak destek veremeyecek kadar sevdikleri canlarını meclis çatısı altında garantiye almış durumdalar nasılsa… Böyle devam eder mi? Yaşayıp göreceğiz.