Büyük şair, inanmış adam

1914-1918 arasında yaşadıklarımız ve elbette kaybettiklerimiz uzun bir zaman zihin dünyamızı şekillendirdi. Bugün hâlâ büyük bir devleti kaybetmenin sebep olduğu sarsıntılardan doğan fikirlerle hareket edenlerin sayısı oldukça fazladır. Bunun belli ölçülerde sağlıklı olmadığını söyleyebiliriz. 93 Harbi’ni de aynı çerçevede düşünmek gerekir. Her iki büyük savaş toplumsal hafızada derin izler bırakmıştır.
Elbette düşünce dünyamızı sadece büyük kayıplara yol açan savaşlar belirlememiştir. Belki de bu büyük savaşlarda yaşadığımız mağlubiyetler diğer alanlarda yaşadığımız gelişmelerin ürünüydü. Mehmet Akif, yaşadığı dönemin Müslüman dünyası ve elbette Osmanlı toplumu hakkında derin gözlemleri olan bir fikir adamıydı. Onun eserlerinde olumlu ve olumsuz gelişmeleri bulmak mümkündür. Çağının sosyal gerçekliği hakkında oldukça sahici gözlemleri vardır ve bunların çok önemli bir kısmı eleştirel bir dil ile kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Müslüman dünyanın Batı karşısındaki konumunu ve kendi içinde yaşadığı zaafları belirlemek istediğimizde muhakkak Akif’in eserlerine başvurmak zorundayız. Çünkü Akif, Müslüman Doğu’nun sosyal, siyasî ve zihnî birikimlerine sırtını dönmediği gibi onlara eleştirel bakabilmeyi de başarmış nadir kişilerden biridir.
Mehmet Akif gibi çağıyla hesaplaşma içinde olan fikir adamlarını tam olarak anlayabilmek için çağdaşlarıyla karşılaştırmak bize farklı imkânlar sunabilir. Özellikle aynı toplumsal, siyasî, kültürel özelliklere sahip ve etkileşim içindeki toplumların fikir adamlarıyla karşılaştırmak daha bereketli sonuçlar doğurabilir. Bu açıdan Kafkasya, Türkistan, Kazan ve Mısır gibi geleneksel kültür merkezlerinde yetişen fikir adamlarıyla karşılaştırmak daha anlamlı olur. Bu merkezlerde yetişen büyük fikir adamlarıyla hem ortak hem de farklılaşan nitelikleri olan Akif’in hayatının belki de en aktif dönemi büyük savaş ve ondan sonraki kurtuluş mücadelesi yıllarıdır.
Akif, kaybedilmiş bir davanın müdafaasını üstlenmiş bir fikir adamıydı. Döneminin birçok önemli şahsiyeti gibi o da kaybetti. Fakat Türk milleti onu asla unutmadı. Bütün yirminci yüz yıl boyunca, aksi yöndeki bütün propagandalara rağmen Mehmet Akif, eserlerinin gücüyle ayakta kalmayı başardı. Safahat, zamana karşı direnebilmiş en önemli eserler arasındadır. Geçen yüz yılda Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile Safahat’la karşılaşmak mümkündü. Camilerin minberlerinde Müslüman cemaate hitap eden vaizler onun şiirlerinden alıntı yapmak suretiyle vaazlar verirlerdi. Bu, her kula nasip olmamış bir sahiplenmedir.
Ne yazık ki uzunca bir zamandır Türk milletinin sahip çıkmakla iftihar ettiği bu büyük şaire, bazı sözleri ve fikirleri dolayısıyla dışlayıcı bir tutum reva görülmektedir. Basit bir araştırma ile bunun birçok örneğini bulabiliriz. Özellikle cemaatçi dayanışmanın hâkim olduğu ortamlarda Akif eleştirilerinin biraz örtük olmakla beraber devamlılık arz ettiğini söyleyebiliriz. Zaman içinde bu eleştirilerin yaygınlaştı ve Akif’e karşı olumsuzlayıcı yaklaşımlar rağbet gördü.
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında bizim dâhil olduğumuz dünyada önemsenmesi gerekli bir fikrî canlılıktan bahsedebiliyoruz. Kendi kabuğu içinden çıkmak isteyenlerle bunu reddedenler arasında ciddî tartışmalar yaşandı. Doğrular ve yanlışlar şeklinde bir liste oluşturmaktan öte onları harekete geçiren sebeplere odaklanmak gerekir. Akif de İslam dünyasının kendi kabuğundan sıyrılıp çıkmasını istiyordu. Çağının meselelerine çözüm arayışı içindeydi.
Elbette Akif, sadece çağının fikrî problemleriyle kendini sınırlamadı. Birinci Dünya Savaşı boyunca aktif görevler üstlendi. Hicaz bölgesine kadar gitmesi de bu aktif görevlerin neticesiydi. Arap aşiretlerinin Osmanlı saflarından ayrılmaması için sahada çalıştı. Çanakkale Şehitlerine, Teşkilat-ı Mahsusa bünyesindeki faaliyetleri esnasında yazıldı. Meşhur Kuşçubaşı Eşref Bey ile birlikteydi. Enver Paşa’nın büyük şaire muhabbetini Kuşçubaşı ile telgraf konuşmasından anlıyoruz. Yine yakın dostu Sibirya Türklerinden Abdürreşid İbrahim de bu dönemde aktif görevler üstlenmişti.
Çanakkale Harbi’ni ve diğer cepheleri bütün ağırlığı ile omuzlarında hissetmemiş olsaydı herhâlde o muhteşem şiiri yazamazdı. Keşke bir ressam çıksa da Akif’in Çanakkale Harbi’ni tasvir ettiği sahneleri resme dönüştürse. Bu tabloların çok etkileyici olacağından şüphe duymam. Fakat bundan daha mühimi, Akif’in şehit düşen askerlere karşı duyduğu büyük saygıdır. Çünkü şairimiz, o askerlerin temsil ettiği bilinçle tam bir uyum içindeydi. Bunun kolay erişilebilir bir duyarlılık olmadığı açıktır.
Yirminci yüzyılda özel bir destek olmadığı hâlde Akif’in şiirleri köylerde, kasabalarda, Anadolu’nun en ücra köşelerinde okunmuştu. Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok satan kitabın Safahat olduğu söylenirdi. Akif, hiçbir kampın insanı değildi. Bundan sonra da, aksi yöndeki bütün çabalara rağmen, Safahat’ın yıllarca okunacağını tahmin etmek zor değil. Birkaç cümlesi, mısraı üzerinden onu karalamaya çalışmanın fazla bir anlamı yok. Akif’i ve dönemini anlamaya çalışmak gerekir.
Allah rahmet eylesin.