Gerçek Hayat’ın bundan iki önceki sayısı için kendisiyle söyleşi yaptığım Oxford’un önemli Ortadoğu uzmanlarından Prof. Avi Shlaim, çok net bir cümle kurmuştu: “ABD, bölgede güçlü bir rol üstelenen Türkiye’nin bağımsız bir ülke olduğu gerçeğiyle yüzleşmekte zorlanıyor.” Iraklı anti-Siyonist bir Yahudi olan Shlaim’in net bir cümlesi daha vardı: “Erdoğan Türkiye için en iyisi neyse onu yapıyor ve bu konuda Amerikalılarla aynı frekansta değil.”
Sadece Amerikalılarla değil, yüz yıl önce bu coğrafyanın sınırlarını belirleyen Batı ile de aynı frekansta değiliz. Boyunduruk altında olduğumuz geçmiş yıllarda ‘gelişimi engellenerek potansiyeli sömürülen ülke’ konumundaydık. Bu kalıptan dışarı çıkmaya yeltendiğimizde bütün frekanslar değişti. Soğuk, sıcak, istihbari veya kaos senaryolu ne kadar çatışma süreci varsa üzerimizde kurgulanan şu günlerde çok daha sert yaptırımlar ile de yüzleşiyoruz.
Çünkü Türkiye olarak “kendi göbeğimizi kendimiz kesme” yolunu seçtik. Bunu biz istedik. 2003 Irak tezkeresi oylamasından beri, -zaman zaman konjonktür gereği sularına gitsek de- dünyanın egemen güçlerine kafa tutup duruyoruz. En son 1974’te Kıbrıs çıkarması ile denklemlerini bozduğumuz, planlarını alt üst ettiğimiz süper devletlere yeniden usulünce meydan okuyoruz. Neden? Çünkü bu dik duruşu, tavizsiz tavrı, büyük bir kızgınlıkla, kinle ve dertlenerek biz istemiştik. AK Parti’yi iktidara getiren ve 15 yıldır her türlü saldırıya rağmen orada tutan Türkiye halkı istemişti. Sonuçlarına da bu yüzden katlanıyor zaten. Hatırlayalım. Rusya’nın uçağını düşürdüğümüzde “Eyvah, yandık bittik. Putin gazımızı kesecek. Donacağız” diye sızlananlar olmuştu. “Peki, şimdi ne olacak?” sorusunu korku içinde ortaya atıp iki metreküp doğalgaz için iktidar devirmeye kalkışan içimizdeki Ruslara yanıtı Erzurum halkı vermişti. O günlerde hicvedilseler de ortaya bir duruş koymuşlardı: “Daha önce doğalgaz yoktu. Biz yine tezek yakarız.”
Bu duruşun başka bir anlamı daha var. Medeniyetler inşa eden ve her karışı kanla yoğrulan bu topraklardan başka kaybedecek bir varlığımız olmadığı gerçeği ile yüzleşiyoruz aslında bu süreçlerde. Sınırlarımızın ötesinden yüzümüze tutulan dev aynasında kendimizi görüyoruz. Peki, 90 yıldır neydik, bağımsız değil miydik? Tabi ki de bağımsızdık. Tabii ki çok büyük badireler atlattık, ekonomik ve siyasi işgallerden kurtulduk. Fakat ‘bağımlıydık’ da. Fantom uçakları üretecek kapasiteye sahip fabrikaları düdüklü tencere üretim tesislerine döndürecek kadar, demiryolu yapamayacak kadar, karayollarımızı Marshall Planlarına çıkartacak kadar bağımlıydık. Kendi göbeğimizi kesmediğimiz, kesemediğimiz için Anıtkabir’in önündeki bayrak direğinin ipini bile Amerika’dan getirtiyorduk. O 30 metrelik ipi üretme kararımız sayfalarca haber olmuştu 1981’de. Bağımlı bağımsızlığımız buydu işte.
Merhum Necmettin Erbakan’ın 1977’de hükümet ortağı olarak başlattığı Ağır Sanayi Hamlesi hatırlanmaz pek, ama açıp yeniden okumalı. Bugün yapılan yerli ve milli bütün hamlelerin, silah sanayisine atılan imzaların temelinde Erbakan’ın hayalleri ve hedefleri var.
40 yıl önce söylenmiş bu sözlerin bugün tam olarak karşılığını yaşıyoruz zaten:
“Milletimiz ağır sanayisini kurup dünyanın en ileri ülkeleriyle boy ölçüşmeye karar vermiştir. 1975 yılında dünya milletleri arasında 25. noktada iken, sadece bir plan devresinde 15. noktaya zorlamak, 10 sene içerisinde de bütün dünyadaki ilk 10 ülke arasında yer almak milletimizin kararıdır ve bütün bu çalışmaların hedefidir.” (Necmettin Erbakan / II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı)
Erbakan Hocamızın, 1985 yılı için koyduğu dünyadaki ilk 10 ülke arasına girme hedefinin nasıl sekteye uğratıldığını tek tek anlatmaya gerek yok. Fakat bugün o hedefe hızla ilerleyen bir Türkiye var. Bu yüzden de içindeki, etrafındaki ve okyanus ötesindeki düşmanlar ile de mücadele ediyoruz.
Son yüzyılda dünyanın kanını içen, milyonlarca sivilin canına kast eden egemen güçler ile siyasi ve psikolojik savaş içindeyiz. Kendi ayaklarımız üstünde durdukça, kendi sözümü söyledikçe müttefik sandıklarımız birer birer karşımıza geçiyor. Son olarak Almanya yaptı bunu. Soykırım kelimesinin Avrupa’daki anlamı Almanya… Afrika’daki ‘Herero’ ve ‘Nama’ kabilelerini yok ederek dünyayı 20. yüzyıla “soykırım” ile sokan Almanya… Türkiye’yi soykırımla suçluyor. Peki neden? Üç tane Suriyeli Avrupa’ya geçecek diye evinden çok Türkiye’ye gelen Merkel ve yönettiği Almanya’nın durup dururken Türkiye’yi karşısına almasının önemli bir nedeni olmalı. O çok önemli gerekçeyi zaten sunuyor Türkiye. Ne mi yapıyor? Sistemini değiştiriyor. Kökten bir dönüşüme hazırlanıyor ve Batı’nın yörüngesinden çıkmaya hazırlanıyor.
Ülkemiz bu sinyali bugün vermedi aslında. Dönüp bakalım 2007’ye. Uçurumdan döndüğümüz, bir günü olaysız geçmeyen 2007 senesinde ortaya çıkan söylemi anımsayalım: “Türkiye makas değiştirdi.” AK Parti’nin iktidar olma azmini halk nezdinde tescillediği seçimlerin yapıldığı, Erdoğan’ın halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı olmasının önünün açıldığı senedir 2007. Evet makas değiştirme tartışması da bu yüzden çıkmıştı ve Türkiye aradan geçen 9 yılda çok büyük badireler atlattı. Yıkımları, sivil ve bürokratik darbeleri, taşeron örgütlerin saldırılarını göğüsledi.
Son operasyonlarla PKK’nın beli kırıldı. Yani maşalarını ellerinden aldık. Bu yüzden ellerini ateşe direkt sokuyorlar artık. Soğuk savaş yöntemi ile saldırıyorlar. Yaptırımlara kapılar aralıyorlar. Seçilmiş Cumhurbaşkanını sistematik bir şekilde içerden ve dışarıdan yıpratmak için kampanyalar düzenliyorlar. Bunlar iyi günlerimiz oysa. Daha da sertleşecek yaşadığımız süreç. Ulus devlet olma irademizle oynamak isteyecekler belli ki. İngilizler bu yüzden akıl vererek, gazetelerinde “Türkiye, Ermenilerin kitlesel kıyımını kabullenmeli” başlıkları atıyor. Tehdit ediyorlar açıkça. Diğer yandan da aç, sefil ve muhtaç bıraktıkları Ermeni milletini sırayla istismar ediyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz” sözünün alelade söylenmediğini Batı’nın keskin tavrı çok iyi anlatıyor. Türkiye, mazlum coğrafyaların, sömürülmüş Müslüman milletlerin umudu olarak uluslararası bir kavgaya girişiyor. Almanya’nın bu son çıkışı da kavganın bir parçası…