Siyasetçi denildiğinde genellikle sadece siyasetçiler değil, hemen hemen aile fertleri de akla gelir. Cumhuriyet tarihinde bu hep böyle olageldi. Kimse uzak kalmayı başaramadı ve veya uzak kalmak aklının ucundan bile geçmedi.
Ancak 1957 ile 2003 arasında siyasetin tam merkezinde yer alan Ecevitlerde durum biraz daha farklıydı. Aile ve partiyi Bülent mi idare ediyordu, yoksa Rahşan mı? Hiç tereddüt etmeden, Rahşan diyebilirsiniz. Çünkü gerçekten de böyleydi.
Peki, kimdi bu Rahşan yahut diğer adıyla Raşel? Geçtiğimiz günlerde ölen Rahşan, bir Selanik dönmesiydi. Yani bal gibi bir Sabetay!
Babası bir Osmanlı Bankası çalışanı olan Rahşan Aral, Bülent’ten iki yıl evvel 1923’de İzmir’de doğar. Ankara Kız Okulunda Bülent Ecevit’in annesi Nazlı’nın talebesi olur. Amerikan Kız Kolejine, ardından da Robert Kolejine geçer. Burada okumakta olan Bülent ile tanışır.
Tanışmayı sağlayan kişi, milliyetçilik iddiasındaki Altemur Kılıç’tır. Altemur, İstiklal Mahkemelerinin meşhur cellatlarından Kılıç Ali’nin oğlu. Kılıç Ali ise Kasım Gülek’in de büyük dedesi olan Polyo Yahudisi Giritli Mustafa Naili’nin torunu.
Robert Koleji, İstiklal Mahkemeleri, Kılıç Ali, Kasım Gülek, Mustafa Naili, Bülent Ecevit, Rahşan Aral, Altemur Kılıç, sabetayizm… Kafanız karışmış olabilir ama Türkiye denildiğinde bunlara âşina olmak gerekiyor. Çünkü Türkiye, gerçekte Türklere bırakılmayacak kadar stratejik bir ülke.
Rahşan-Bülent çifti 1947’de evlenir. Londra’ya basın ataşesi olarak atanır. Bu dönemde Londra mason locasına üye yapılır.
“Sağcı” Süleyman Demirel gibi “solcu” Bülent Ecevit’te Dwight D. Eisenhower Vakfı’nın bursu ile 1949’da ABD’ye götürülür. Burada çeşitli gazetecilerle birlikte rahle-i tedristen geçirilir. Milletvekili olmasına sayılı günler kala talih kuşu bu kez de Rockefeller bursuyla konar ve Cambridge’de şekil verilir. Oradan da Harvard’da görevli Alman Yahudi’si Henry Kissenger’den dersler alır. Artık siyasete hazırdır.
Ülkenin yegâne güç sahibi sabetayistlerden bir eş, Robert Kolejinden diploma, Eisenhower ve Rockefeller’dan burs kariyeri, Kissenger’den eğitim ve taltif, Londra locasından sertifika, Menderes’e kafa tutan yazılar, Turfan Feyzioğlu ile Kasım Gülek’in desteği ve romantizm… Tek eksiği makam ve şapka…
17 Ekim 1957 seçimine günler kalmıştır. 32 yaşındaki CHP Gençlik Kolları Üyesi Bülent, Rockefeller’in kulu, Kasım Gülek’in yakın dostu Kissinger’in yanındayken CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek imzalı bir telgraf alır ve acilen Ankara’ya dönmesi istenmektedir.
Çünkü memlekette ‘adam’ kalmamış ve Ecevit’e ihtiyaç vardır. Kasım Gülek, masaya Ecevit ismini sürer.
İnönü ise, “Onu da nereden çıkardın. Yerimiz yok, nereye koyacağız” diye itiraz etmiş, ikna olmamıştır. Ardından Gülek “ya o, ya ben” diyerek İnönü’yü şoka sokacaktır. Bu ısrar tilkiden de kurnaz İnönü’nün iyiden iyiye merakını celbetmiş ve Gülek’ten meselenin iç yüzünü söylemesi konusunda ısrar etmiş… O da emrin Amerika’dan geldiğini iletince mesele halloluvermiştir.
Tesadüfe bakın ki, Ecevit’in üye olduğu İstanbul CHP il gençlik kollarının bir başka üyesi de, aynı Gülek’in dostu Fetullah Gülen’dir.
İnönü’nün damadı Metin Toker, apar topar Amerika’dan getirilen Ecevit’e, “Kontenjandan Ankara listesine girmişsin…” der. Bu sözler Ecevit’e açık açık bir mesajdır ve Toker, “her şeyi biliyorum” demektedir.
Şemsi Belli, Ecevit için, “O, siyaset treninin saatini çok iyi bilirdi, kaçırmaz tam kalkmak üzereyken binerdi” diyecektir.
Ecevit’te Gülek gibi Robert Kolejini bitirmiş ve mezuniyet töreninde aynı papaz kıyafetini giymişlerdir. İşler yolunda gidiyordu. Ancak bir sorun vardı. Gülek, İnönü’yü bir türlü tahtından edememişti. Hatta bir ara İnönü, Gülek’i partiden bile ihraç etmişti. Gülek’i başarısız kılan şey; bağajlarıydı ve en önemlisi de Mustafa Kemal’in infaz edilmesinde İnönü’nün suç ortaklarından biri olmasıydı ve elinden daha fazlası gelemezdi.
Kasım Gülek üzerinden CIA ile darbe planlayan İnönü, bu seçim sonrasında işe iyice hız verdi. Ecevit ise olup bitenleri seyretmekteydi ve beklenen gün geldi. İnönü’nün tek tek isimlerini belirlediği Albaylar cuntası yönetime el koydu. Başlarına ise eski bir general olan kukla Cemal Gürsel getirildi. Genç milletvekili Ecevit’te CHP’nin Ulus gazetesindeki köşesinde, 27 Mayıs’ın postallarını yalıyordu ama Rahşan’dan çıt çıkmıyordu.
Nihayet, İnönü daha önce tanımadığı ve itiraz ettiği, emrin büyük yerden geldiğini anladığında da baş eğdiği Ecevit’i 12 Ocak 1959’da kendi listesinden CHP Parti Meclisi’ne aldı, sonra da yeni kurduğu hükümette (1961-1965) Çalışma Bakanlığı’na getirdi.
Rahşan’ın hesapları işlemeye başlamıştı. Ve artık Raşel için ağları örme vaktiydi. Seçimler yapılmış, CHP bir kez daha yenilmiş, iktidara Demirel gelmişti.
İnönü, 18 Ekim 1966’daki kongresinde, yükselişi süren Ecevit’in genel sekreterliğini kabule mecbur kaldı. Selanikli Rahşangilin CHP içindeki dönmeleri sayesinde, Ecevit artık ikinci adamlığa yükselmişti. Rahşan’ın gülleri açılmış, siyasete iyiden iyiye ısınmıştı ve artık gün Raşel’in günüydü.
RAHŞAN – İNÖNÜ KAVGASI
Kurt iyice kocayınca bilmem neyin maskarası olurmuş ya, İnönü’nün yaşadığı tam da buydu. Raşel, Selanikli CHP’lilerle buluşmalar gerçekleştirir. İbre Bülent’ten yana döner ve 5 Mayıs 1972’deki 5. Olağanüstü Kurultayda Rahşan’ın listesi, İnönü’yü sandığa gömer ve yaşlı kurt yenilgiyi kabul ederek ardına bakmadan bölgeyi terk eder. 8 Mayıs 1972’de gelen istifa, 33 yıllık İnönü saltanatının bitişi ile beraber Raşel’in saltanatının da başlangıcı olur.
Gelişmeler, Ecevit’in karısı Rahşan’dan çok Raşel’in kocası Bülent’ten söz edecektir. Bu süreç, ölene dek dışı Bülent, içi Rahşan olan bir Ecevit dönemi olarak geçecektir kayıtlara.
Rahşan’ın SSK’nın başına genel müdür yaptığı ve Roche davasından çekip aldığı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına Rahşan’ın da yüksek arzu ve müsaadeleri ile getirildiğinde kendisine “Gandi Kemal” denilecek ve seçimlere böyle girilecektir.
Oysa bu ilk olarak 1973 seçimlerinde Bülent için “Karaoğlan” olarak denenmiş eski bir parlatma stratejisiydi ama Gandi Kemal için tutmadı.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE GÜNEŞ MOTEL
Girdiği ilk seçimde yüzde 33,3 oy olan Rahşan’ın Bülent’i tek başına iktidar olamıyordu. 6 Şubat 1974’te MSP yani Erbakan hoca ile kurduğu koalisyonla ilk kez Başbakanlık koltuğuna oturdu.
Erbakan’ın baskısı ile Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmek zorunda kalan Ecevit, 18 Ağustos 1974’de biten Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan çok değil, sadece 30 gün sonra 18 Eylül 1974’de ağa babalarından yediği ağır fırçalar sonrasında istifa ederek hükümetten çekildi.
Azınlık hükümeti için güvenoyu bulmayı başaramayan Ecevitler, 1977’de tarihe ‘Güneş Motel’ veya ‘11’ler Hâdisesi’ olarak geçen siyasi rüşvet ve dalavereyi sahnelediler. Adalet Partisi’nden seçilen 11 kişiyi rüşvet karşılığı partilerinden istifa ettirip, bakanlık vererek bir kez daha başbakanlık koltuğuna oturtmayı başarırlar.
Satılık milletvekillerinin katkılarıyla 1978 yılında kurduğu hükümette 21 ay başbakanlık görevinde bulundu. 14 Ekim 1979’da yapılan ara seçimlerde iç çatışmalarla boğuşan partisinin oyları gerileyince, 16 Ekim’de hükümetten istifa etti.
12 Eylül 1980 darbesi yapılmış, siyasi partiler kapatılmış, iç kavganın ana faillerinden Ecevit ve Demirel, askerin misafiri olmuştur. 27 Mayıs darbecilerinden Türkeş ile Türkiye’nin kalkınmasını istemek ve Kıbrıs Barış Harekâtını yapmak gibi ağır “suçlar” işlemiş Erbakan ise tutuklanmıştır. Erbakan ve Türkeş’in mahpus hayatı sürerken Ecevit, darbeden sadece birkaç ay sonra 21 Şubat 1981’de “Arayış” dergisinin ‘yayın danışmanı’ olarak arzı endam eder bu kez de.
ONU DA RAHŞAN BİLİR
Mâlum siyasetçilerin konuşma metinlerini ilgili danışman veya ekip hazırlar. Bülent’in konuşmalarını ise Rahşan. Ecevit’i nasıl gördüğünü, Rahşan Hanım 1982’de gazeteci Baki Özilhan’a şu şekilde anlatır: “Bülent benim oğlum, eşim ve babam…” İkilinin ilişkisi parti içinde bile Rahşansız Bülent, Bülent’siz Rahşan, ikisi olmadan da DSP’nin imkânsızlığı şeklinde hep dillendirilen bir meseledir.
Raşel’in Bülent üzerindeki etkisini en iyi izah edenlerden biri de Emin Çölaşan’dır. Hürriyet’teki 31 Mayıs 2002 tarihli “Rahşan Hanım’a açık mektup” başlıklı yazısında ‘bırakın artık’ cümlesini şu şekilde kurar Çölaşan: “Hanımefendi, evlilik yaşamınız boyunca kocanızı siz yoğurdunuz, siz onun üzerinde etkili oldunuz ve yönlendirdiniz. Onu herkesten, hatta partisinden bile özenle sakladınız, dünya ile ilişkisini kestiniz. Hanımefendi, hangi görevde olursa olsun, bir insan sağlığını yitirebilir. Eşiniz 78, siz 81 yaşındasınız. Göreceğiniz ikbali gördünüz, siyasette yaşanacak her şeyi yaşadınız…”
‘BİZİM DAMAT KOMÜNİST’
Ecevit’in kayınpederi Namık Zeki Aral, liberal görüşleriyle tanınan bir kişidir. Ferit Melen, Aral’ın damadı Bülent için, “Bülent komünist” dediğini aktarır. Ecevit’in komünistliği, İnönü’nün kulağına gider, Aral’a sorar. O da damadını koruyarak, “Ferit ayıp etmiş” demekle yetinir.
Rahşan, kardeşleri Hilkat ve Kudret ile hiç konuşmamış ve küs ölmüştür. Rahşan’dan gizli görüştüğünü öğrendiği diğer kardeşi Asude’yi ise görüşmesi nedeniyle haşladığı bilinir. Rahşan’ın izni olmadığı için Bülent’in de tabii olarak görüşmesi mümkün olamaz. Rahşan’ın annesi Zahide, kocası Zeki beyle aynı evde 11 yıl küs kaldığı düşünüldüğünde, ailenin ruh hali hakkında bir tahminde bulunmak güç olmasa gerektir.
RAHŞAN ECEVİT DÖNME Mİ, YAHUDİ Mİ?
Rahşan Aral’ın Sabetaycı olduğunu yazan sadece “Evet, Ben Selanikliyim” adlı kitabın yazarı Ilgaz Zorlu değildir. Türkiye’deki Yahudi yazarlardan Rifat Bali de “Devletin Yahudileri ve ‘Öteki’ Yahudi” eserinde Türkiye’deki pek çok Sabetaycı’yı kayda geçirir. Bali meşhur Sabetaycılardan bazılarını şöyle sıralar: Rahşan Ecevit, İsmail Cem, Org. Çevik Bir, Kemal Derviş, Talat Sait Halman, Abdi İpekçi…
Bir adım daha atan Ilgaz Zorlu ise Rahşan Aral ailesinin Sabetayistlerin Yakubi kolundan ve gerçek adının ‘Raşel’ olduğunu belirtir. Ayrıca İsmail Cem ve Kemal Derviş’in gerçek adlarının da ‘Samuel’, olduğunu kaydeder. Rahşan hanımın babası Prof. Namık Zeki Aral, İstanbul Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmıştır ve asistanları hatıralarında “Namık Zeki Aral bey aslen Yahudi’dir, ihtida da etmemiştir” demektedirler. Ayrıca mason olduğu da pek çok kaynakta yer alır, tıpkı damadı Ecevit gibi.
Meşhur Terakki Davası’nda tarihî ifşaatlarda bulunan Zorlu, Rahşan Ecevit için “İsrail’in eski başbakanlarından Golda Meir’e benzer! Yapısı, karakteri, fikriyatı onun aynısıdır” derken, günümüzde de hayli etkin ve güçlü bir isim olan TESEV’ci ve Terakki Vakfı üyesi Nazif Can Paker’in gerçek adının Can değil, ‘John’ olduğunu kaydeder.
ECEVİT B’NAİ B’RİTH’İN KONUĞU
Bülent Ecevit, 1 Şubat 2002’de yani son başbakanlığı sırasında, 1843’de kurulmuş olan ve sadece Yahudilerin üye olabildiği ‘B’nai B’rith’e (Ahidin Çocukları’na) konuk olur. Türkiye’de “Fakirleri Koruma Derneği” adıyla faaliyet gösteren bu yapının, adı geçen yahut geçmeyen dönmelerce desteklendiği de efkârı umuminin malumudur.
Ecevitlerin son iktidarı Anasol-M hükümeti başta olmak üzere kurduğu hükümetlerde tercih ettiği, FETÖ’nün siyasi hamisi ve CIA ile irtibatını sağlayan Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek, Şükrü Sina Gürel, İsmail Cem, Kemal Derviş gibi Sabetayist kimliği ile bilinen isimler herhalde tesadüfen gelmiş olamaz.
MADAMA MEKTUP
Sabetaycılar meselesinde en çok yazıp çizen hatta bu hususta hapis cezası bile alan merhum Mehmet Şevket Eygi, Ecevitlerin en güçlü olduğu dönemleri yani 30 Ağustos 2000’de “Madam’a Açık Mektup” isimli bir yazı kaleme almış, Rahşan’ın Sabetayist olduğunu açıkça yazmış ve özetle şöyle demişti:
“Vahim olan husus sizin Sabataycılığınız değildir. Vahim olan, sizin “militan bir Sabataycı” olarak hareket etmenizdir. Bu memleketin çoğunluğunu teşkil eden on milyonlarca Müslümanı sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci olarak görüyorsunuz. Biz çok iyi biliyoruz ki, sizin de bir şeriatınız vardır. Asıl kimliğiniz Yahudiliktir. Sizin şeriatınız kutsal, Müslümanların Şeriat’ı kahrolsun… Böyle adalet olur mu? İsrail’e toz kondurmuyorsunuz. Orada laiklik yok. Bu ülkede elbette kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan Sabataycılar olabilir, onlara bir şey dediğim yoktur. Lakin militan Sabataycılar beni tedirgin ediyor. Birkaç on bin kişilik küçük bir azınlık ülkeyi altüst ediyor. Sermayeleri yalan… Yalan!
Sayın Madam! Siz gerçekten medenî, çağdaş, geniş düşünceli, toleranslı bir aydın iseniz, temel hakları çiğnenen Müslümanların yardımına koşmanız gerekir. Tam aksini yapıyorsunuz. Biz Müslümanlar, 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudileri ülkemize kabul ederek büyük bir insanlık, tolerans, medeniyet jesti yapmıştık. Siz ise tersini yapıyorsunuz. Adnan Menderes “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır, İslam’ın bütün icapları yerine getirilecektir” diye haykırdığı için sonunda Yassıada mahkemesi kararıyla idam edildi.
İslâm gelirse kadın hakları elden gidermiş… Yok canım!.. Üzerinde resmî TC anteti bulunan “Vesikalarla” Türk kadınlarına genelevlerde sermayelik yaptıran zihniyetin kadın haklarından ve haysiyetlerinden bahsetmeye hakkı var mıdır? Biz Müslümanlar sahte, güdümlü, Sabataycı bir demokrasi istemiyoruz. Koskoca bir ülke, altmış küsur milyonluk bir millet, büyük bir devlet, birkaç bin militan Sabataycının oyuncağı olamaz.”
RAHŞAN’IN KUR’AN RAHATSIZLIĞI
Bülent Ecevit’in ölümü ardından siyasi nezaket icabı (ben olsam yapmam) Erbakan hocam merhum, Recai Kutan ve beraberindeki bir heyetle Ecevitlerin evine taziyeye giderler. Diğer tüm misafirleri kapıda karşılayan Rahşan, Erbakan hocanın geldiğini haber alınca yatak odasına kaçar. Erbakan hocayı, Masum Türker ve Emrehan Halıcı karşılar. Erbakan hocanın beraberindekiler fazla nezaket göstererek izin isteyip Kur’an-ı Kerim okumak ister. Bilal Hoca isimli kişi, Halıcı’nın onayı ile Kur’an-ı Kerim okur. Kur’an-ı Kerim okunmasından rahatsız olan Raşel, “Kim bu Kuran okuyan, kim okutuyor bunu? Niye okunuyor bu” diye çıkışır.
Sonrasını Recai Kutan’dan dinleyelim: “Rahşan hanımın teşekküründen vazgeçtik, en azından böyle bir reaksiyon göstermemesi gerekirdi. Ölen bir Müslümana faydalı olacak ancak Kuran-ı Kerim okumak, hayırlı işler yapmaktır. Tekrar ediyorum; Rahşan hanımın reaksiyonu bizi üzdü.”
NİYE ÖZEL MEZAR?
TBMM Kürsüsünden “bu kadına haddini bildirin” diyerek bağıran, İslam ile yakından uzaktan ilgisi olmayan bir kimsenin ardından Kur’an-ı Kerim okumak elbette bizi de rahatsız etmiştir. Bu bağlamda kendi inancına aykırı bir fiilden Raşel’in rahatsız olmasını normal karşılamak gerekiyor.
Malum Bülent ile Ahmet Necdet Sezer akraba ve bu akrabalar, FETÖ’nün katlettiği merhum Esad Coşan hocaefendinin Süleymaniye’ye defnine izin vermemişlerdi. Aslında hükümete şunu sormak gerekiyor: Maazallah bugün iktidarda Rahşanlar olsa ve Erdoğan ahirete irtihal etse, Erdoğan’ın devlet mezarlığına veya arzu ettiği özel bir yere defnine izin verirler miydi? Elbette ve yüz bin kere hayır! Peki, Rahşan kim ki devlet mezarlığına gömülmesi için özel muamele yapılıyor?
Şimdi iktidara diyorum ki, “Bu fakir de özel bir yere gömülmek istiyor ve adım da Raşel değil Kemal. Peki, vasiyetim icabı bir dağın tepesine veya eteğine gömülmek istiyorum. Buna izin verecek misiniz?”
RAŞEL’İN DSP’Sİ GÜLEN’İN HAMİSİ
Siyasi yasağı devam ettiği için Bülent, DSP genel başkanı olamaz. Onun yerine, genel başkanlığı Ecevit’in de genel başkanı olan Rahşan Hanım 1985’de DSP’nin genel başkanı olur.
İslâmî olan her şeye itiraz ve düşmanlık eden Rahşan, FETÖ elebaşısı Gülen’e asla itiraz etmez. İnanç ve hedef birliktelikleri bu itirazı engeller. 1958’de CHP’nin Beyoğlu Divan Otel’deki gençlik toplantısında tanışan Ecevit-Gülen ittifakı ölene dek sürer. Ankara Emniyet eski Müdürü Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak tarafından hazırlanan “Gülen Örgütü Raporu” yayınlanır yayınlanmaz, Ecevit’in yardımı ile Gülen ABD’ye paketlenip gönderilir. Raporun ardından hemen görevden alınan Saral bu durumu şöyle anlatıyor: “15 Mart’ta raporu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu’na gönderdik.
Panik oluştu. 18 Mart’ta Gülen ABD’ye gitti.”
Bu arada Ecevit’in eniştesi İsmail Hakkı Okday ile Kasım Gülek’in kardeşi Hüseyin’in ortak olduğunu ve şirketlerinin de “Gül-Ok” olduğunu not edip, karmaşık ilişkiler ve devlete çöreklenmenin kısa bir notunu daha düşüp devam edelim.
Ecevit’in sağlığının bozulduğu dönemde, DSP Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener, Raşel’e bir mektup yazar ve şunları söyler: “Ecevit’in sağlığı konusunda endişeliyiz. Kendisinden sonra genel başkan adayının belirlenmesi lazım. Partimizin 37 bakanı var ve bunların yüzde 80’si benim firmamda müdür bile olamaz…” Mektubu alan Raşel, Gülener’i evine davet edip, partinin sahibinin kendisi olduğunu ima ederek şunları söyler: “Merak etme! Biz, Ecevit sonrasını hiçbir zarara mahal bırakmayacak şekilde düşündük ve belirledik…”
CHP’Yİ DE O YÖNETİYORDU!
CHP’nin başındaki zat, Rahşan’ın icazeti ile SSK Genel Müdürü yapılmış ve siyasete girmiş bir kimse olarak bilinir. Baykal’ın tasfiye edilmesinin ardından Rahşan devreye girip bir açıklama yayınlar. “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte güçlü bir ivme yakalayacağına inandığım CHP, bu buluşmanın adresi olmalıdır. Daha önce birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızı ve Ecevit’e gönül vermiş yurttaşlarımızı, Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye destek olmaya davet ediyorum” şeklindeki Raşel’in açıklamasını, Emrehan Halıcı TBMM’de düzenlediği basın toplantısında okur.
Kılıçdaroğlu’na desteğini hiç esirgemeyen ve DSP’yi defterden silen Raşel, Kılıçdaroğlu’nun 2017’deki “FETÖ’ye adalet yürüyüşü”ne destek vermiş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Kemal Kılıçdaroğlu ve ona eşlik edenlere, Adalet Yürüyüşüne durumum müsait olmadığı için katılamadım. Ancak isterim ki, bu anlamlı yürüyüşünüz pazar gününden sonra da, manen de olsa her zaman ve her konuda devam etsin. Başarılar dileğiyle sevgilerimi sunarım. Rahşan”
Evet, Bülent’ten sonra Raşel de öldü. Şimdi hesap vakti! Yüz yıldır Türkiye’nin kaymağını yiyip, gerçek Müslüman Türk’e kan kusturanlar, 2001’de çıkardıkları krizle yarım trilyon dolar ve çeyrek asrımızı iç ettiler. Asırlık zulmün ve vebalin sahiplerine tüm haklarımız haramdır. İnanmadıkları o günde hesaplaşacağız! Vesselam!