Bu yürüyüş nereye?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz gecesi NTV’ye bağlanıp gerçekleştirilmek istenen darbe için “dikkatle izliyoruz” demesini bir türlü unutamıyorum. Darbecilerin kuşatıp, Türkiye’nin hava trafiğini felce uğrattıkları Atatürk Havalimanına inmişti Kemal Bey ve namluları millete dönmüş tankların yanından usulca yürüyerek olanları Bakırköy Belediye Başkanının evinden takip etmişti. “Dikkatle izliyoruz” açıklamasını da bu evden yapmıştı.

Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkede devleti yöneten iktidar partisinin karşısındaki en önemli makamda, ana muhalefet partisi liderliği koltuğunda oturuyor. Demokrasi işleyişinde; iktidar olmanın, ülkeyi yönetmenin, seçmenlerine ya da hükümetlerden memnun olmayanlara umut olmanın bir tık ötesinde duruyor. Kendisi bunun farkında oldu mu ya da kendisine inandı mı bilmiyorum fakat Kemal Kılıçdaroğlu, tüm aşamalarıyla yönetmeye talip olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çizgisinin dışında bir siyaset yapıyor. Oysa daha iki yıl önceki 7 Haziran seçimlerinden sonra elini taşın altına sokmuş ve hükümet olmanın yollarını aramıştı uzunca süre.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz darbe girişiminden beri ortaya koyduğu portre gerçekten de ulusal çizgiden sapmanın göstergesi aslında. Diğer muhalefet lideri Devlet Bahçeli, bütün siyasi rezervlerini bir kenara bırakıp dışarıdan ve içeriden gelen saldırılar karşısında ülkenin çıkarları doğrultusunda hareket ederken, Kılıçdaroğlu yerli ve milli unsurlardan uzak bir üslupla, duruşla siyaset yapıyor.

Nasıl mı? FETÖ, akamete uğratılmaya başlandığı 2013 yılından beri Türkiye’yi uluslararası camialarda DEAŞ ile işbirliği yapmakla suçluyor ve bu söyleme birilerini alet ediyor. Tam bir ihanet lobisi şeklinde çalışanlar birçok ülkeye bu nifak tohumunu da ekti. MİT TIR’ları olayı da işte tam bu dönemlerde yaşandı. 19 Ocak 2014’te Suriye’ye giden 3 TIR, savcılık emriyle yapılan bir jandarma-polis operasyonuyla durduruldu. Türkiye’nin ‘sınır eşiği’ olan Türkmendağı’nda Suriye rejimine karşı amansızca mücadele veren Bayır Bucak Türkmenlerine gönderilen mühimmatlardı bunlar. Fakat başta bu TIR’ları durduran FETÖ olmak üzere CHP’nin de dahil olduğu bir doğal koalisyon kuruldu ve Türkiye’yi DEAŞ’e silah yardımı yapmakla itham edecek bir çalışma başlatıldı. Geriye dönük okuma yapıldığında tüm bu suçlamaların, 15 Temmuz’da Türkiye’nin emanet edilmek istendiği darbecilere delil üretmek amaçlı olduğunu görebiliriz.

Oysa aynı CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu; Türkiye’nin 15 Temmuz gibi büyük bir badireyi atlattıktan hemen sonra, DEAŞ’ı işgal ettiği Suriye topraklarından püskürttüğü Fırat Kalkanı operasyonlarına, MİT TIR’ları hadisesine gösterdiği ilgiyi göstermedi. Türkiye, ABD’nin DEAŞ karşısında yaklaşık iki yıldır kat edemediği mesafeyi 15 günde almasına rağmen ana muhalefet liderimiz Kemal Kılıçdaroğlu, kürsüye çıkıp ışıl ışıl parıldayan gözlerini gözlerimize dikip, “Bu ülkenin evlatları, sınırlarımızın ötesinde terör belasını def etmek ve mazlumların hakkını hukukunu korumak için canlarını ortaya koyuyorlar. Ülkemle, milletimle bir kez daha gurur duyuyorum” diyemedi. Ama FETÖ’nün çiğneyip önüne koyduğu “MİT TIR’ları DEAŞ’a füze götürüyordu” sakızını bir gün bile ağzından düşürmedi.

Bu acı tabloyu bir adım daha ileri taşıyacak olursak. MİT TIR’larının durdurulması olayı Ocak 2014’te yaşandı. Devlet sırrı olan TIR’ın içindeki görüntüler ise Mayıs 2015’te Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı. Henüz 15 Temmuz olmamıştı. FETÖ’nün tahmin edilenden de öteye güçlü olduğu ve kurumları ele geçirdiği kamuoyu tarafından böylesine bilinmiyordu. Görüntüleri Can Dündar’a servis eden ise eski bir üst düzey gazeteci olan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’ydu. O günlerde paralel yapı olarak adlandırılan FETÖ’nün operasyonunda elde edilen görüntüler medyaya CHP üzerinden servis edilmişti.

CHP, Türkiye’yi ele geçirmeye çalışan ve bu uğurda akla hayale gelmeyen deliller uyduran, ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanını uluslararası mahkemelerde yargılatmanın zeminini hazırlayan FETÖ ile gayri resmi işbirliğine gitmişti. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Kemal Kılıçdaroğlu, bütün soğukkanlılığı ile izlediği darbe girişiminin karşısında olduğunu çok kere söyledi ve hatta zoraki de olsa 7 Ağustos’taki tarihi Yenikapı mitingine de katıldı. Fakat darbe karşıtlığı söylemde kaldı. 15 Temmuz karşıtı bir tek organizasyona imza atmadı mesela. 250 şehidi yad eden, 2 binden fazla gaziyi onurlandıran kayıtlara geçmiş ve geleceğe taşınacak bir cümlesi bile yok Kılıçdaroğlu’nun. Aksine, “kontrollü darbe” zırvasını ortaya atarak, muhalif lider olarak bir gün yönetmeye hazırlandığı bu vatan için canlarını hiçe sayan kahramanları derinden incitti.

Aynı Kemal Kılıçdaroğlu şimdi “adalet” bahanesiyle yollara düştü. Arkasında askerin olduğunu ima eden bir de afiş hazırlattı. Kimin için? FETÖ ile işbirliği yaparak Türkiye’yi dünyaya DEAŞ ile müttefik gibi göstermeye çalışan partisinin milletvekiline verilen “vatana ihanet” cezası için. Daha açık yazayım CHP lideri, vatana ihanet eden FETÖ’cülerin söylemlerini adalet kılıfı ile sahiplenerek Türkiye’ye açılan savaşı meşrulaştırmak istiyor. Ankara’dan başlayan yürüyüş İstanbul’a varır mı bilemeyiz fakat Kemal Kılıçdaroğlu, ana muhalefet liderine yakışmayan ve ülkesini hedef alan söylemlerine bir de yürüyüş eklemiş oldu. Arkasında askerin olduğunu ima eden afişini de gözlerimizin ta içine soktu üstelik. Attığı her adımın bu ülkenin ve milletin hafızasına kazındığını bile bile yapıyor tüm bunları. Bir bildiği olduğu ise aşikar. Öyle olmasa Türkiye’ye dışarından gelen her saldırıyı CHP üzerinden kurumsallaştırmazdı.

Bakınız daha iki hafta önce Katar ablukası üzerinden aslında hiç şaşırmadığımız bir söylemi ortaya attı. Mısır’da seçilerek iktidara gelen Müslüman Kardeşler ile bir yandan Filistin’in haysiyetini koruyan diğer yandan da meşru siyaset yapan Hamas’ı terör örgütü ilan edip Türkiye’yi onlarla da işbirliği yapmakla suçladı. Dünyanın en sivil simgesi olan Rabia’yı hedef yaptı. İlginçtir ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cümlelerinin bir adım sonrasını Mısır’da Mursi iktidarını kanlı bir darbe ile devirerek yönetimi ele alan Sisi’den duyduk. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşünün nereye gittiğini ve kimin değirmenine su taşıdığını değerlendirmek bu açıdan daha da önemlidir.