Son günlerde meşhur adıyla “İstanbul Sözleşmesi”, resmi adıyla “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin dayatmaları gündemde…
Görünüşte son derece masum olan bu sözleşme, 11.05.2011’de İstanbul’da imza altına alınıyor. Konsey üyesi ülkeler konuyu gündemlerine bile almazken, Türkiye 12.03.2012’de apar topar onaylayarak ‘ilk kabul eden ülke’ unvanını alıyor.
Daha tüm taraf ülkeler onaylamayı tamamlamazken, Türkiye onayın hemen ardından yaptığı düzenlemelerle ülke tarihinde görülmemiş bir tartışma, kargaşa ve cinayetler zincirinin içine düşer.
Zira batıya benzeme hususundaki hızımıza gâvurlar bile şaşmıştır! Şimdi ise tartışma, Milli Eğitim ve YÖK merkezli olarak yürüyor. Meselenin daha iyi kavranması için feminizm ideolojisi ve tarihine biraz göz atmak gerekiyor.
Masonlar 1789’da Fransa’yı teslim alırlar. ‘Fransız Devrimi’ olarak pazarlanan gelişme, masonların ilk büyük başarısı olarak tarihe geçer.
Bu süreç aynı zamanda feminizmin de doğuş günleridir. Emeklemesini 20. asrın başlarına kadar sürdürür. Radikal, yıkıcı ve bölücü bir akım olan feminizmin yaygınlaşması ‘ikinci dalga’ olarak görülen 1960’larda başlar.
Endüstrileşme ve modernleşme sürecinde ucuz iş gücü arayışına girişen baronlar, çareyi kadını iş gücünün her alanına dâhil etmekte bulur. Bu hinlik, asgari ücreti oldukça aşağı çeker. Nüfus artışı gibi bir mesele daha vardır. Kadının çalışması bu iş için bir ilaçtır. Lakin yeterli değildir, devreye “kürtaj hakları” girer.
Ancak dertler bitmemiştir. Kadının kazancı ne olacaktır? Birikime yol açmaması için aile bütçesine dâhil edilmemesi gerekir. Burada kadının “ekonomik bağımsızlığı” imdada yetişir. Erkek, aileye zaten bakmaktadır. Kadın sokağa çekilebilirse elindeki parayı harcaması söz konusu olacaktır. Ardından karma eğitim, seçme-seçilme hakları gibi kampanyalar başlar. Moda, makyaj, bakım vs. masrafları derken bu bahis de halledilir.
“Kadınların maruz kaldığı baskının ortadan kaldırılması ve kadının desteklenmesi” gibi cafcaflı sözlerin arkasına sığınılarak, önce “batı kültürünün temelleri” alt üst edilir.
Batılıların “Mesihvâri bir ideoloji” olarak tanımladığı feminizmin büyümesi, hiçbir ideolojide görülmemiş bir ölçekte nefes kesici bir hâldir.
Özünde protestanik bir fikir olan feminizm, masonik kapitalizmin eline düşünce Marksist, sosyalist bir ideolojiye dönüşür. Elbette bundan ibaret değil, güçlü bir liberal mahiyeti de mevcut.
İngiliz Mary Wollstonecraft (d.1759 – ö.1797) sapkın bir ideoloji olan feminizmin kurucusu olarak kabul edilir. Kendisi aynı zamanda bir Hıristiyan üniteryanıdır. Ünlü bir romancı ve filozof olan kocası William Godwin’i delirtmiş, adam çareyi boşanmakta bulmuştur. Mary, 1795’de iki kez intihar girişiminde bulunmuş, 1797’de ise kendini zehirlemiştir. Aynı yıl eski kocası ölmüş, kızı da yüksek dozda laudanum maddesi alarak intihar etmiştir.
Pek çok feminist, 20. asrın başında kadınların oy hakkına bile karşıdır. 1960’lara gelindiğinde ise iş iyice çığırından çıkmış ve “sosyal cinsiyet eşitliği” yani “LGBTİQ+” olarak kısaltılan sapkınlığa dönüşmüştür. Feministler liberal, Marksist-sosyalist, radikal ve siyah şeklinde tasnif edilirlerken 2000’lerde ise bu tasnife “İslamcı feministler” de eklenir.
Hepsi de “kadının konumunu güçlendirme”yi maske eder, ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir. Her toplumun kendi hassasiyetleri kaşınır. Kadın, hep dinler ya da İslam ile özdeşleştirilir. İslam’ın, kadının haklarını elinden aldığı ve eve kapattığı söylenir.
Hz Peygamber (s.a.v.)’in, Sahabinin seçkinlerinden Şifa binti Abdullah (r.anha)’ı da kadınların çarşı pazar (sûk) işlerinde muhtesibe olarak görevlendirdiğinden asla söz etmezler. “Cennet anaların ayağının altındadır” Hadis-i Şerifi ile kadının şereflendirilmesinden, “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı iyi davrananlarınızdır” ve “Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz” ihtarından asla söz etmezler. Etmezler çünkü işlerine gelmez.
Lakin “ekonomik bağımsızlık” gibi nefsi şımartan, “eşitlik” gibi aldatan, “haklar” gibi muğlak, “cinsiyet eşitliği” gibi gayri ahlâkî ve gayri insanî maskaralıklara müracaat ederler. Zira gizlenen şeytanî amaçları; aileyi dağıtmak, nefisleri azdırmak, nüfusu kontrol etmek, nesebi gayri meşru hâle getirmek, kadını metalaştırıp bedeni ve diğer meziyetleri üzerinden sömürmektir!
Pozitivizmin kurucusu ve ateistlerin peygamberi olarak da kabul edilen Auguste Comte’un fikir babası, sosyalist ütopyacı Charles Fourier ve ‘Yeni Hıristiyanlık’ cereyanının savunucularından Claude Henri de Saint Simon gibi sapkınlar, serbest cinsel ilişki, biseksüel, lezbiyenizm ve kadın için çok eşlilik, ev işleri ve çocuk yetiştirmede komünal fikirleri ortaya atarlar.
Şeytanilerin fikri olan ve bugün İlahiyat Fakültelerinde bile ders olarak okutulmaya başlanan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” gibi derslerin bir adım sonrası, bu sapkın fikirlerin Müslüman toplumda da hayat bulmasıdır. Meselenin failleri her ne kadar ‘amacımız bu değil’ dese veya diyecek olsa da, görünen köy kılavuz istemez. Bunca tecrübe, bizi şeksiz-şüphesiz bu neticeye götürür.
Hürriyet gazetesinin öncülük ettiği “uniseks” ya da “cinsiyetsiz” kelimelerle yapılmak istenen ise bu tür ahlaksızlığı yaygınlaştırmaya dönük şuur altı işgali. Ortak tuvalet girişimi, Almanya’daki örnekleri gibi ortak yurt, tek tip kıyafet diyerek uzayıp giden kepazelikler…
“İşadamı” kelimesinden rahatsızlık duyuyorlar. Neymiş “işinsanı” olacakmış. Bre cahiller, önce bir lügate bakın! TDK dâhil tüm lügatler “adam” için insan, kişi, kimse, şahıs mânâları verirler. Bunun için de bahaneleri hazır: Efendim, halk arasında böyle kullanılmazmış.
Kur’an-ı Kerim’de Allah-ü Teâlâ Hazretleri, Müslüman erkeklere “hü” zamiri, Müslüman kadınlara ise “ha” zamiri ile hitap eder. Allah için kıymetleri olmayan kâfirler söz konusu olduğunda ise kadın-erkek ayrımı yapmaz, hepsine aynı hitapta bulunur. O halde buyurun, Kur’an’ın hitap biçimini de değiştirin! Yapabilir misiniz, güç yetirebilir misiniz buna?
Ey, İslam’ın değerlerini çocuklara öğretme konusunda batılı sapkınlıkları aktarma kadar gayret göstermeyen Devlet ve millet, bu huyunuzdan vazgeçin! Batılın izini sürmeyi bırakın!
Bu huyundan vazgeç ey Ankara!
