Bu hep böyle, böyle gider mi?

Geride bıraktığımız 10 Kasım farklı ve yeni bir dönemin başlangıcı mı olacak? AK Parti’nin bu yıl kurumsal olarak bir gayret sarf ederek, Atatürk’ü anma hassasiyeti göstermesi bir hayli dikkat çekti. Çok sayıda AK Partili bakan, milletvekili ve teşkilat yöneticisi organize bir şekilde Atatürk paylaşımları yaptı sosyal medyada. Başta AK Partiye oy veren muhafazakarlar ve CHP’liler olmak üzere herkes ister istemez yukarıdaki soruyu sordu.

Şu çok net: Atatürk fikirleri sorgulanamayan bir kurucu lider olmakla birlikte, devletin resmi ideolojisi tarafından muhafazakarlar üzerinde oluşturulan bir baskı unsuru olarak öne sürüldü hep. Bir başka gerçek de şu; Anadolu’nun dindar insanları Atatürk’ün uygulama ve söylemleri ile yıllarca sindirilip, mağdur edildi. Türkiye’de dayatılan tüm ideoloji ve politikaları karşıtlığı da beraberinde getiriyor. Başta eğitim sistemindeki Kemalist ve laik öğreti ile oluşturuldu bu zemin. AK Parti şimdilerde bu zemini yumuşak geçişlerle değiştirmek için çabalıyor. Siyaseten bir gelişim gösteremeyen CHP ise Atatürk’ü siyasi koz, dayanak ve sığınacağı liman olarak sunmaktan hiç vazgeçmiyor. Erdoğan da CHP’nin bu kozuna son vermek için harekete geçti anlaşılan.

AK Parti’nin 10 Kasım’daki anmalara yakından ilgi göstermesini, tabanda Atatürk sempatisi oluşturma ya da Kemalist tabanla yakınlaştırma olarak görmüyorum. Böyle bir geçişkenlik mümkün de görünmüyor. Fakat haddi hududu aşarak hakarete varan Atatürk düşmanlığına son verebilir bu süreç. Son vermeli de. Atatürk düşmanlığı beraberinde “Atatürk mağduriyetlerini” de doğuruyor. Dokunulmazlık, eleştirilememe gibi kutsiyet makamları da böylesine düşmanlıklarla oluşuyor. Başka düşmanlıkları da beraberinde getiriyor. Oluşturulan yeni zeminin seçimlere yönelik, sonuç getirecek bir proje olması ise mümkün değil. Anıtkabir’e seçmen taşıma fikri ise sosyal medya tartışması olarak kalır sadece.

* * *

Siyasette ideolojik samimiyet hariç her şey mümkün!

Açıkçası bana da hiç samimi gelmedi. AK Parti teşkilatlarının otobüslerle Anıtkabir’e ziyaretçi götürmesinin CHP’nin çarşaf açılımından bir farkı yoktu. Atatürk’ü sevmek, saygı duymak, siyasetini geliştirmek hiçbir parti, STK ve kurumun tekelinde değil elbette. Fakat durup dururken “biz Atatürk’ü aslında şöyle seviyoruz işte bakın böyle de yüceltiyoruz” çıkışları yapmak başka şey. AK Parti teşkilatları bu 10 Kasım’da tam olarak bu fotoğrafı verdi.

Mesela 10 Kasım’da Anıtkabir’e otobüs kaldıran AK Parti Şişli İlçe Başkanı Ömer Fuat Günday. 2011 yılına kadar AGD İstanbul İl Başkanlığı yapan Günday daha sonra AK Parti’ye katıldı. Çok iyi hatiptir. Siyasette her şey mümkün, bir süre önce çok sert ifadelerle eleştirdiğin yapının içinde bulabiliyorsun kendini. Fakat, Beyazıt Camii önünde İslamcı gençleri şaha kaldıran konuşmalar yapan “Fuat abi”den 29 Ekim’de herkesi Şişli’deki Gülşen konserine davet etmesini beklememiştik. Ben şahsen Ömer Fuat Günday’ı, Gülşen konseri ve Anıtkabir’e otobüs kaldırma organizasyonunda samimi bulmadım. Tamamen görev yaptığı ilçenin ideolojik kültürüne göre hareket ediyor. Bu ona ve AK Parti’ye ne kazandırır seçimlerde göreceğiz. Mevcudu kaybetmez inşallah.

***

Çamurlu ayaklarımıza kadar ezilmişiz!

 Yaralı halde bindirildiği ambulanstaki sedye kirlenmesin diye çizmelerini çıkaran maden işçisi, koltuklar kirlenmesin diye otobüste ayakta yolculuk yapan Zonguldaklı madenciler ve son olarak bankaya çamurlu ayakkabılarını caddeye bırakarak giren yaşlı teyzemiz… Bu haberler büyük ilgi gördü ve halkımızdan alkış aldı. Anadolu’nun hassas insanının bu davranışlarını devlet erkanı da takdir etti. Fakat burada bir sorun da var. Bu insanların, sedyeyi, koltuğu ve bir bankanın zeminini kendinden değerli görmesini sadece güzel ahlaka, temizlik hassasiyetine, saygıya bağlamamalıyız. Bu duyguyu veren baskıyı, ötelemeyi, hatta aşağılanma korkusunu da konuşmalıyız. Çünkü bu insanlar bu ülkede “köylülük” ötekileştirmesine maruz bırakıldılar yıllarca. Ayakkabıları ile girmeye çekindikleri bankalar tarafından sömürülüyorlar hala. Bana kalırsa takdir edilecek bir davranıştan ziyade geçmişe dönük bir sorgulamayı da gerektirdiği aşikar.

***

Biri iyi hoca diğer iyi topçu düşmanı!

Bir Fenerbahçeli olarak Aykut Kocaman savunması yapmak istiyorum. Kocaman, Fenerbahçe’ye operasyon yapıldığı ve Aziz Yıldırım’ın hapse atıldığı dönemde takımın başındaydı ve sadece hocalık yapmadı. Takımı ve camiayı ayakta tutarak bir başkan gibi davrandı. Ardından da aşırı derecede yıprandığı için bıraktı. Sezon ortasında Konyaspor’a giderek küllerinden doğan bir takım yaparak önce lig üçüncüsü oldu sonra da Türkiye Kupası kazandı. Şimdi yeniden yuvasına döndü, büyük umutlar beslendi fakat işleri iyi gitmiyor. Fenerbahçe çok kötü top oynuyor. Takımın kazanma azmi yok. Futbolcu tercihleri sıkıntılı. Eski topçular kendilerinden adeta vazgeçmişler. Taraftar da doğal olarak Aykut Kocaman’ı sorumlu tutuyor. Sosyal medyada yazılanlar çok ağır. İsmail Kartal, Vitor Pereria ve Aragones’ten daha iyi olduğunu ispatlayan ve camianın içinden gelen bir hocaya daha 10. haftada böyle nefret duyulması da çok garip. Aykut Hoca, her ne kadar istifadan vazgeçse de her an bırakacakmış gibi. Bana kalırsa Aziz Yıldırım’ın gidişini hızlandırmak isteyen muhalif Fenerbahçeliler, kulübün en zor zamanlarında takımı ayakta tutan Aykut Kocaman’ı harcayarak sportif başarısızlık tezini ortaya sunmak istiyor. Bu vefasızlığın ötesinde bir durum tabi. Fakat bir de eleştiri yapmam lazım. Aziz Yıldırım, takımı şampiyon yapan hocaları göndermesiyle tarihe geçti. Aykut Kocaman da takımı şampiyon yapacak lider futbolcuları takımdan kesmekle tarihe geçecek. Alex’ten sonra Valbuena ile de benzer sorunları yaşaması, “Aykut iyi topçu düşmanı” dedirtiyor insana.