Bosna’da birkaç gün

Ezan vaktinin geldiğini düşünemedim. İmamla caminin içinde tanışmıştık. Benim Türk olduğumu öğrenince memnun oldu. Biraz konuştuk. Vakit geldiği için dışarıya çıkmak istemedi ve benim yüzümden ezana da biraz geç başladı. O minbere doğru yöneldiğinde Mostar semalarına derinden bir inilti gibi bir ezan sesi yavaşça yayılmaya başladı. Sonra Yusuf’un sesi, aynı tonda yükseldi semaya. Bu bizim ezanların tınısından biraz farklı. Daha sessiz okunuyor ezanlar. Kendini göstermek istememekle ben buradayım demek arasında bir tını. Var ama yok. Belki de bir yüz yıl öncesinden gelen bir ses.

Dikiş tutturmak sözü bir yırtılma, dağılma, bozulma durumunda onarma, tedavi, uçları bir araya getirme, sağlamlaştırma anlamlarını çağrıştırır. İz kalmaması mümkün değil. Eski hâl muhal, artık yeni bir durum var. Savaş sonrası Bosna’yı anlamak ve anlatmak kolay değil. Benimki biraz yirmi beş yıl öncesi ile mesafeyi kapatma arayışı. Gençliğimizi şekillendiren büyük bir acının izdüşümleri hakkında fikir sahibi olma isteği. Yıllardır gitmek isteyip de bir türlü gidemediğim ülke. Dağların, yeşilin ve suların ülkesi.

Travnik! Onların peşine düştüm. Görsem tanırdım, yirmili yaşların ortalarındaydılar. Sokaklar aynıydı. Kale ve Medrese neredeyse hiç değişmemiş. Hepsi bu kadar. Zihnimde başka bir iz kalmamış. Evler, mahalleler sanki hiç yokmuş. Belki de o zaman hiçbir şeye dikkat kesilmemişiz. Bir de silik bir iz: Laşva suyu. İvo Andriç’in romanından akıp geliyor: Travnik Günlüğü. Ya bizim günlüklerimiz… Bir iz, bir kayıt… Ne kadar da korkmuşuz, geride bir iz kalmaması için özel bir gayret göstermek de neyin nesi. Onlar da varla yok arasında. Hâlbuki geride bıraktığımız izler kadar varız. Yazabilirdik ama olmadı. Birileri elimizi kolumuzu bağladı. Türkiye için de zor yıllardı. O günden bu tarafa nelerin değiştiğini daha rahat anlayabilirdik.

Medrese binası hiç değişmemiş. Ama bugün orada Bosna’nın temellerini görmek mümkün. Bir zamanlar bu bina acıyla doluydu. Ölümden kaçan Boşnak Müslümanların sığındığı bir mekândı. Kısa aralıklarla, ölümün çok yakınlarda olduğunu haber veren siren sesleri doldururdu semayı. Ardından top sesleri… Medrese’deyiz. Televizyonda Bosna’nın farklı bölgelerinden haberler. Genç bir kadın. Yanında iki çocuk. Sessizce akıyor gözlerinden yaşlar. Uzattığım kâğıt mendili alıyor ve yine sessizce siliyor. Yıllar sonra aynı mekânda kızlı erkekli öğrenciler. Bizdeki 1970’lerin ve 80’lerin İmam Hatip Lisesi ortamları. Belki de o kadının torunları bunların arasında. Çoğunun gözleri pırıl pırıl. Bosna’ya bir temel olurlar belki. Neden olmasın. Nihayet insan değil mi devleti yaşatacak olan. Travnik’in sokaklarına kadar sinmiş uhrevî hava yarınlar için bize umut verdi.

Dikiş tutturmak çok zor. Yıkılan bir şeyi onarmak, yeniden yapmak kaç nesil ister; bir ülke, bir bölge, bir coğrafya, Müslüman coğrafyası baştan ayağa yıkıldı. Yıkıntıların arasından doğrulmak ve kendini yeniden var kılmak için neler yapmak gerekir, hangi umutları yeşertmek gerekir… Yeniden bir temel kurmak mümkün müdür, kayıplar o kadar çok ki. Ezan sesine bile sinmiş varla yok arası bir şey Bosna.

Başçarşı, çok uzak bir geçmişin mirası gibi. Çetniklerin bütün bir şehri kuşatıp Boşnak Müslümanları avladıkları yer. Şehir zaten dağların ortasına sıkışıp kalmış. Kolayca siper alıp insanları teker teker ve topluca katlettiler. İnsan avcısı oldular. Siz bunu Müslüman avcısı olarak değiştirebilirsiniz. Aylarca, yıllarca devam eden bir sıkışıp kalma hâli. Sesini yalnızca Türkiye duydu Bosna’nın, ölümünü beklerken insanlar. Boşa değil bütün parkların, bahçelerin, oyun alanlarının mezarlığa dönüşmesi. Şehitleri defnetmek için bile fırsat bulamamak ne acı. O alanlardan birinin tam ortasında Aliya’nın mezarı. Cennet mekânın olsun, Allah seni öte dünyada da aziz kılsın büyük lider! Onlar geçmişin bütün izlerini silmeye çalıştı ama sizler yeniden var olmak için ne gerekiyorsa yaptınız.

Mostar’da derinden bir acıyı gökyüzüne yayan imamın sesi, var ile yok arasında bir tınıya sahipti. Aslında Bosna’nın her yerinde ezanlar bu şekilde okunuyor. Ben bu ezanlarla ilgili hislerimi paylaştım. Sesin, varlığa işaret ettiği bilinen bir gerçektir, aynı zamanda bir iddiadır. Bu tınıyı çekingenliğe yordum. Fakat Bosna’nın hepten iddiasız olduğunu söylemek haksızlıktır. Çünkü bugün Bosna’nın her yerinde bizim takımın çocuklarıyla karşılaşmak mümkün. Bizim takımın çocuklarını yüzlerine yansıyan Müslüman tebessümünden tanıyabilirsiniz. Onları dünyanın bütün mazlum coğrafyalarında görebilirsiniz. Bosna da onların omuzlarında yükselecek. Dünyayı Müslümanların yüzüne yayılan tebessüm kurtaracak, buna inanıyoruz.

Saraybosna’da eskilerin yadigârı ve geleceğin üzerine inşa edilebileceği birçok temel var. Onların izinden gitmek gerekiyor. Zaten Saraybosna’nın mezarlarında dedeler torunlarıyla birlikte yan yana yatmıyor mu.

Travnik Türbe’de karşılaştığım bir Boşnak arkadaşla çok şey konuşmadık ama birlikte namaz kıldık. O beni Viseko’ya çay içmeye davet etti. Hâlbuki o an tanıştık. Ben de ona Türkiye’ye gelirse mutlaka uğramasını söyledim. Gerekli bilgileri paylaştık. Yollarımız orada ayrıldı ama yıllardır dost gibiydik. Türkiye ve Bosna gibi.