15Temmuz’dan bu tarafa milletimize yönelik tehditlerin bini bir para. Tehditler farklı kaynaklardan geliyor: İpini koparıp Avrupa’ya ve Amerika’ya kaçanlar bir tarafta, Avrupa ülkelerinin temsilcileri bir tarafta ve Amerikalılar diğer tarafta. Devlet adamları, gazeteciler, entelektüeller ve Türkiye’nin terör örgütü ilan ettiği yapılar el ele vermiş Türkiye’yi korkutmaya çalışıyorlar.
Kişisel olarak tehditlerden hoşlanmam, tedirgin olurum, öfkem başıma vurur. Gündelik hayatın akışı içinde iki kişi arasında cereyan eden yüksek sesli bir tartışma dahi ortamdan uzaklaşmama sebep olur. Emir tonu ağır basan konuşmalar, yukarıdan bakışlarla dillendirilen nasihatler, içeriği doğru olsa bile bende tepki oluşturur. Yapacağım varsa da yapmamayı tercih ederim. Her Türk gibi güler yüzlü bir yaklaşım beni de kandırır.
Barış zamanlarında bizleri ikna etmek ve aleyhimize bir durum oluşturmak kolaydır. İki yüzyıldır millet olarak aleyhimize oluşan durumlar çok olmasına karşın içimizden birçok kimse onların tatlı sözlerine ikna oldu ve başımızı kaldırmak kolay olmadı. Önceden bu tehditler kurnazca yapılıyordu; kimi Kuzey’den Boğazlarla tehdit edip Batı’ya savrulmamıza yol açıyor, kimi Batı yönünden demokrasi ve insan hakları bahanesiyle tehdit edip onlardan aşağı olduğumuz fikrinin iliklerimize kadar işlemesini sağlıyordu. Ama son zamanlarda işler onların istediği gibi gitmiyor, bizi de ikna edemiyorlar. Her alanda farklı sorunlar yaşadıkları aşikâr. Bizim de ağzımızdan bir kere hayır çıktı.
Az bir zaman değil, yıllarca hep yutkunduk, içimize attık. Sezai Karakoç’un Masal şiirinde anlattığı gibi Batı’ya giden herkes efsunlanıyordu. Kimi dinine sadakatini kaybediyor, kimi milletine bağlılığını yitiriyor, kimi de vatan aşkından vaz geçiyordu. Millet olarak bütün bu kayıpları yaşarken Batılı değerlerin ulaşamadığı Anadolu iklimlerinde milletimizin yüzyıllardır nesilden nesile aktardığı değerlere bağlılığını sürdüren kesimler olan biteni yutkunarak seyretmekle iktifa ediyor, “Allah vatanımıza ve milletimize zeval vermesin” diyordu. Vatan ve millet kavramlarına bu kadar önem verilmesi boşuna değildir. Çünkü devlete hâkim olanlar, zihniyet bakımından bizi tehdit edenlerle aynı yöne bakıyordu. Onlar da yüzyılların imbiğinden süzülüp gelen değerlere sırtını dönmüş ve bu değerleri geleceğe taşıyacak olanları yukarıdan bakışla süzüyordu. Binlerce yılın yabancısı bir ses değmişti minarelere.
Gerçekten unutmamız mümkün değil, Çanakkale ve Yemen türkülerini hüzünlü bir iç çekişle dinleyen dedelerimiz, babalarımız ve onların bu hüzünlü bakışlarına tanık olan benim kuşağımdan birçok kimse yutkunmayı âdet hâline getirmişti. Kolay değil; gökler ölüm indirmiş, yerler de ölü püskürmüştü. Doğru, ama eksik; çünkü bizler atalarımızdan minnet etmemeyi, boyun eğmemeyi de öğrenmiştik. Bir zamanlar başka coğrafyalardan gelenlerin milletimiz hakkındaki ilk izlenimlerini “Türkler suskun ve mağrur insanlardır” şeklinde etrafındakilerle paylaştıkları dönem çok uzak zamanlara ait değildir. Mağlup olmuştuk ve yapacak fazla bir şeyimiz yoktu. Onun için sustuk. Suskunluğumuzu yanlış anladılar. Tespit doğruydu, fakat yorum yanlıştı.
Zannettiler ki bu topraklardan bir daha Ömer Halisdemir çıkmaz. Zannettiler ki bu milletin içinden bir daha Muhammet Fatih Sâfitürk yetişmez. Daha vahimi Asım Sâfitürk gibi Doğu’nun bütün değerlerinin mücessem hâli “suskun ve mağrur” insanların bu topraklara bekçilik edemeyeceğini düşünmeleridir.
Galiba onlar hep FETÖ’cülere ve Can Dündarlara bakıp Türk’ü oradan değerlendirmeye çalışmışlar. İyi ki de öyle yapmışlar. Her ülkeden başkalarına sığınarak yaşamayı tercih edenler çıkabilir. Başkalarının gölgesinde yaşamayı marifet zannedip içinden çıktıkları topluma efendilik taslayanlar da olabilir. Bu türden insanların varlığına tarih şahitlik eder. Hâlbuki onlar asıl değildir. Tarih, bu taifeden insanların çok kısa bir zaman içinde zelil olduklarına da şahitlik edecektir. Uşak, her zaman uşaktır.
Artık Türkler, zeval görmemesi için Allah’a yalvarırken devleti en başta zikrediyor. Çünkü artık inanıyorlar. Vatanı, milleti ve devleti ile bir olduklarına inanıyor; en önemlisi de lider bildiklerini kimseye değişmiyorlar. Artık herkes ortak bir gelecek için Cenabı Allah’a dua ediyor.
Biz, geçmişte yaşadığımız acılar karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı bildik. Acılarımızı başkalarının gözüne sokmaktan hoşlanmadık. Ötekisi olmayan bir geleneğin içinde yetişmiş olmak güzeldir.
Bizi tehdit etmeyin. Türk milleti tehditler karşısında boyun eğmez. Coğrafyamıza saldırmaktan da vaz geçin artık. Eskisi gibi değiliz. Bir zamanlar çaresizlikle çekildiğimiz coğrafyalarda sahipsiz bırakmak zorunda kaldığımız tarihdaşlarımızla bağlarımızı yeniden kuruyoruz. Biliyoruz ki biz bu bağları kurmazsak siz onları yine kan denizinde boğmaya çalışacaksınız.
Birçok defa olduğu gibi neler yapabileceğinizi 15 Temmuz’da bir kez daha gördük. Üstelik bu sefer kendinizi gizlemeye de çalışmadınız. Daha 15 Temmuz şehitlerinin kanlarının sıcaklığı geçmemişken beslediğiniz alçaklara sahip çıkma yüzsüzlüğünü gösterdiniz. Batılı değerler adına bu coğrafyalarda işlediğiniz cürümleri bildiğimiz için bu sefer gerçekten inandırıcı olamadınız.
Bizi tehdit etmeyin! Biz Türkler tehditten hoşlanmayız.