Bit pazarında ne satılır?

Ayşe Yılmaz Hanımefendi’ye

Bit pazarı… Hem değersizlik hakareti içeren, hem de değerden bağımsız, adlandırdığının içeriğine işaret eden bir isimlendirme: Kimileyin bit kadar küçük, kimileyin bit gibi değersiz, kimileyin de geçen zamanla bitlenmiş fakat henüz bitmemiş, ömrünü bitirmemiş ve yeni sahiplerini bekleyen eşyaların sergilendiği bir nevi pazar.

Antika mezatlarındakinden hayli çok ama gene de ancak bir kısım insanın iltifat ettiği bir yer bit pazarı; belli bir cins insanın. Kimileri şöhret sahibidir bu bit pazarı gezginlerinin, kimileri para. Demek ki bit pazarı, ilk ânda zannedildiği gibi fakir-fukaranın alışveriş ettiği ve kullanılmış eşyaların ucuza satıldığı bir yer değil. Meselenin parayla değil, başka şeylerle alâkası var.

Antika, iktisadiyatı mecburi şart koşar; bit pazarı ise belli bir ruhiyatı.

Peki ne cins insanlar bit pazarına iltifat eder? Daha doğrusu, nesini kaybeden veya kaybettiğini düşünen biri o yitiğini bit pazarında bulacağını varsayar acaba? Belli ki çoğun sahici, daha doğrusu gündelik yaşantıda ancak o şeyle giderilebilecek bir ihtiyaç çeşidi değil bu. Herhangi bir eşya bit pazarından satın alınıp da eve getirildiğinde artık o eşya neyse ve hakikatte o nesneden nasıl istifade ediliyorsa o şekilde kullanılmak üzere bir alışverişten bahsedemeyiz. O pratik faydanın arkasına gizlenen, çok daha derinde, çok daha safiyane bir ihtiyaç sözkonusudur aslında. Bit pazarında gelecekte ihtiyaç giderecek eşyalar değil, mazinin bir türlü kapanmak bilmeyen yaralarına iyi geleceğine inanılan sargı bezleri, yara bantları, tütsüler ve merhemler satılır.

Doyumsuz Çocukluk

Öyle ya insan bu dünyada neye malik olursa olsun tekrar çocukluğuna sahip olamaz. Sonraları nelere ve nelere sahip olursak olalım, doya doya yaşanılmamış bir çocukluk hissinden bizi uzaklaştıracak, o eksiklik hissini biraz olsun dindirecek neler var ki bu âlemde? Çocukken bir şekilde mahrum kaldığımız (Burası önemli…) yahut mahrum kaldığımızı varsaydığımız eksikliklerin yerini, gelecekte herhangi bir şekilde asla dolduramayız. Asla! Öte yandan, hangi çocukluk bütün hasretlerini dindirebilmiş, bütün isteklerini tatmin edebilmiş ki? Demek ki burada asıl dikkat edilmesi gereken, çocukluktaki o eksiklik kabullerinin kendisi değil, hissi. Daha açık ifadesiyle buradaki eksiklik ifadesinde çoğu durumda bir vakıadan değil, bir kabulden bahsetmekteyiz.

Ama biliyoruz ki sadece çocuk değil, yetişkin bile kendisini hangi hâlde hissetmekteyse onun hakikati odur; zahirdeki ve başkasının bakıp gördüğü hâli değil. Dış dünyanın gerçeklikleri dışarıdan bakanı ilgilendirir. Kişinin kendisini ilgilendirense iç dünyasının ahvâli.

Kullanılmayacak Eşya

Yani satın alınan eşyaya duyulan ihtiyacın doğurduğu bir sevk insanı bit pazarına sürüklemez. Kişi mutfağında, salonunda, yatak odasında veya işyerinde filân ihtiyacını karşılamak için aradığı eşyayı bulmak için gitmez bit pazarına. Gerçi illâ ki buralardan herhangi birinde ‘kullanılacaktır’ o eşya. Ama sadece bakılmak için, sergilenmek için. Kişinin kendisinin veya evine yahut işyerine gelenlerin görmesini, belki o eşya üzerine birkaç lâf edilmesini mümkün kılsın diye oraya, kendine mahsus yerine itinayla yerleştirilir. Kişinin kendisinin bildiği, bilmediği veya şüphelendiği eski bir yara izini teşhir veya işaret de edebilir bu sergi yahut tam tersine iyice örtebilir de. Ne ki bit pazarı eşyası, her durumda, geçen zamanla tatmin edilememiş bir zaafa veya daha çok o zaafın zannına işaret eder.

Belli ki bit pazarından, istifade edilesi bir eşya değil, o eşyanın taşıdığı yahut taşıması umulan hatıra satın alınır. Tıpkı pazardan alındığında bir tane olan ama eve getirildiğinde âniden bin taneye dönüşen kızıl bir nar topu gibi herhangi bir bit pazarı eşyası da tezgâhtan alınıp eve getirildiğinde adeta metamorfoza uğrar ve sahibinin mazide kalmış, gömülü, çoğun onun dahi bilmediği, günyüzüne çıkmasına müsaade etmediği bir derdine… hayır, derman olmaz; en fazla dermeyan olur. Antikadan daha çok üstelik.

Antika, pahası gereği bir gösterişi, en azından bir gösteriyi ‘gizlerken’ ondan çok daha mütevazı bit pazarı eşyası, antikanın dokunulmazlığına nispetle bir dokunaklılığa sahiptir. Eski eşya düşkünlüğü, herkesin kolayca farkedebileceği gibi bir mazi düşkünlüğüdür; doğru. Ama niçin bazı insanlar maziye istikbâlden çok vakit ayırır? Mazi ve o maziyi şöyle-böyle çağrıştıran bir eşya, geçmişte kavuşulamamış bir çocukluk hasretinden izler, kokular ve edalar taşır.

Başkasının İzlerinde Biz

Gelgelelim biz bit pazarında kendi geçmişimizin izlerine dair şeyler ararken yolumuz bazen başkalarının hayatlarının izleriyle kesişebilir. Orada gördüğümüz, satın aldığımız ve ‘benim’sediğimiz bir şey, sahiden de bizim yaşantımızda merkezi bir yer teşkil etmeye başlayabilir.

Akademisyen Dilek Kaya bit pazarı müdavimlerinden. Bir gün satın aldığı bir mektup, fotoğraf, not defteri, günlük ve öğrenci kimliği, onu hiç ummadığı bir maceraya sürükler: Hacettepe Üniversitesi’nde tıp okuyan Mustafa Kâzım Küçükalp’in kısa ve hızlı serüvenine.

Kâzım dağ tırmanışı tutkunudur. Ve müzik.

Arkadaşlarıyla birlikte Artvin’deki Altıparmak Dağları’na tırmanırken bir kaza geçirir. Vefat eder. Yıl 1974.

Kazada hayatını kaybeden Kâzım’ın hikâyesinin peşine düşen Dilek Kaya, 2016’da İzmir’deki Halkapınar Bit Pazarı’ndan satın aldığı bu terekenin izini sürer ve 19’undayken ölen, hiç tanımadığı biriyle kendi hayatının kesişmelerini, 2018 tarihli Kâzım adlı filmde anlatır.