Sanatın en yüksek mertebesi müzik kabul edilir. Ne ki bu kabulün geçerlilik tarihi, en iyimser ihtimalle geçen yüzyılın ortalarına değin götürülebilir. O tarihten beri, kimileyin yüksek bir hızla, kimileyinse aheste bir şekilde müziğin içlem ve kaplamı değişti. Özellikle de cazın kitleselleşmesiyle.
Günümüzde müziğin içerik ve değer bakımından değişimi, daha çok akademik düzeyde gerçekleşmekte. Neredeyse kendisinin dışındaki her türden müziği bir şekilde bünyesine katma becerisini yapısında taşıyabilen caz, pop müzikten sonra en çok dinlenen müzik türü vasfını korumaya devam ediyor.
Demek ki caza biraz daha kulak kabartmak şart.
Edebiyatla bir okur düzeyinde ilgilenmeyi aşanların bildiği bir ilke vardır: Bir yazarı tanımak demek, asla en çok satan yahut da en iyi eserlerini okumak demek değildir. Bir yazar, ancak külliyatıyla kavranabilir. Düşünürler için de, dahası insan bilimlerinin pirleri için de aynen geçerli bir ilke bu.
Peki ya müzikte?
Hem de nasıl! İster icracı olsun, ister besteci, özellikle ölümü sonrasında bütün çalışmaları yayınlanmış müzisyenler için külliyat şart. Hele sözünü ettiğimiz Coleman Hawkins gibi, adını caz tarihinin en önemli sayfalarına kazımış, 100 civarında albüme imza atmış bir isimse bu hem şart, hem de zor. Özellikle de müzisyen olmayanlar için. O zaman da koleksiyoncuların pek itibar etmedikleri bir tarz devreye girmek zorunda: toplama albümler.
Coleman Hawkins’in toplam 10 albümden müteşekkil ve Coleman Hawkins 10 CD Set adıyla piyasada bulunabilecek bu derleme, saksafoncunun bütün müzikal kariyerinin belli başlı ayaklarını kapsamakta.
Önemli de. Şunun için: Çünkü Hawkins hem klâsik cazın, hem ana akım cazın, hem bebop’un, hem swing’in, hem de cazın içindeki mühim ana alt akımlardan big band’in aynı anda temsilciliğini üstlenmiş nadir bir isim. “Caz tarihinin en büyük üç saksafoncusu hangileri?” sorusunu cevaplayan bir cazsever, Hawkins’in adını ihmal ederse ona hoş gözle bakılmaz. Çünkü ne de olsa caz tarihçilerinin çoğunun “caz saksafonunun babası” saydıkları bir isim söz konusu. Hawkins tenor ve bas saksafonun yanında klarnette de üstad kabul edilen biri.
Çok genç yaşta, henüz 10 yaşındayken müziğe ve 16 yaşındayken profesyonel kariyerine başlayan Hawkins, o dönemdeki zenci cazcıların çoğu gibi alaylı olmayan biri. Washburn Koleji’ndeki armoni ve kompozisyon dersleri aldığı yıllarda, üflemenin dışında piyano, viyolonsel ve çello da çalıştı. Büyüklü küçüklü birçok grupla çalan Hawkins, yaklaşık on yıl süreyle Fletcher Henderson Orkestrası’nda çaldı.
Akorların değişimine getirdiği yenilikle müzik tarihine geçen Hawkins’in en ünlü parçaları, tabii bu arada “Body&Soul”, “Night and Day”, “Angel Face”, “My Blue Heaven” gibi çok bilindik parçalar da elbette bu toplamanın mündericatında.
Bir icracının müzikal çap ve ebadı, eşlik sırasındaki performansından çok, sololarında görülür. Hawkins’in sololarının ihtişamını en “damardan” veren parçalardan biri niteliğindeki “Body&Soul”, başka bir açıdan da tarihi bir öneme sahiptir. Hawkins’ten önce saksafon, orkestrada ritm boşluğunu dolduran bir aletti. Onun çalışıyla birlikte saksafon bir vodvil enstrümanı olmaktan çıkmış, deyim yerindeyse kendi solo kariyerine başlamıştır. İşte bu kariyerde “Body&Soul”ün yeri büyük…
John Coltraine ve Sonny Rollins gibi iki deve de ilham kaynaklığı etmiş Hawkins’in toplam 196 parçasının, başka bir ifadeyle cazın en önemli kaynaklarından birinin hazinesi sayacağımız TIM adlı şirketin yayınladığı bu toplama, bir bakıma diskoteğinizin zenginleşmesi için de bir fırsat.
Yaşayan caz müzisyenleri arasındaki bir başka efsane isim Chick Corea. Kendisi caz piyanistlerinin önde gelenlerinden…
12 Temmuz 1941 doğumlu müzisyen, biraz da Amerikalılığının etkisiyle müziğin Oscar’ı Grammy’yi defalarca kucaklamış. Kuşkusuz bunda yetiştiği ocağın da etkisi var: Miles Davis. Cazın bu dahi isminin müzik dünyasına kazandırdığı nice isimden biri de Chick Corea. 1970 tarihli meşhur Bitches Brew albümünde tuşluların ardında Chick Corea yer almaktadır. Peki Corea’nın halefi kim? Bir başka dev isim: Herbie Hancock.
Chick Corea, Miles Davis’in grubundan ayrılmanın sonrasında, baba evinden kopan her yeni yetmenin karşılaştığı kaçınılmaz sorunla yüz yüze gelir: arayış. Kimilerinde bu arayış, deneysellik evresine tırmanabilmekte. Bu yıllarda Corea’yı avant-garde türde denemelerde ve solo albümlerde görüyoruz. Bu dönemin ürünü Circle isimli grup.
Ardından kendi rüşdünü ispat dönemi: Return To Forever.
Corea, bu ismi taşıyan kendi grubuyla 1970’ler boyunca fusion türünde bir dizi albüm çıkarır. Kendisine eşlik edenler arasında basçı Stanley Clarke ve gitarist Al Di Meola gibi caz dinleyicilerinin aşina olduğu isimler var.
Peki aynı dönemde rakipleri kimlerdi? Weather Report ve Mahavishnu Orchestra. Bu dönem albümleri, öncekilere göre daha az özgündür. Bunda Corea’nın o yıllarda birçok ünlü ismin kenarından köşesinden bulaştığı Scientology tarikatının etkisi var mıdır, bilinmez.
1980 ve 1990’lar boyunca Corea, Chick Corea Elektric Band ve Chick Corea Akoustic Band gibi grup çalışmalarına ağırlık verir. Aynı zamanda klâsik müzik düzenlemelerine yer verdiği albümler çıkarır. Bu dönem, Corea’nın diğer caz müzisyenleriyle birlikte kaydettiği ortak albümler dönemidir adeta. Bu süreç, pek çok ödülü ve kendine ait bir plâk şirketi kurmayı da beraberinde getirir.
Corea’nın müzik seyri, caz fusion’la başlamış, deneysel çalışmalarla devam etmiş, nihayet pop denebilecek ürünlerle de “zirve”ye ulaşmıştır. Tersinden zirveye elbette. Bu süreç içerisinde kuşkusuz hayli özgün çalışmaları da var. İşte 1972 tarihli Crystal Silence adlı albümü de bunlardan biri.
Crystal Silence albümünün ortak müzisyeni Gary Burton ise 23 Ocak 1943 doğumlu. Mesai arkadaşı gibi o da Amerikalı. Çalgısı vibrafon. Vibrafon, her ne kadar piyano, saksafon, trompet ve gitar gibi caz müziğinin gözde çalgıları arasında yer almasa da kendine özgü tınısıyla bu müziğe ayrı bir renk katmakta. Caz çalgı ailesinin bu müstesna üyesinin günümüzdeki önemli temsilcilerden birisi Gary Burton.
Gary Burton, Chick Corea gibi uzun soluklu bir müzikal kariyere sahip değil ama. Bunda müziğin pratiğinden çok teorisine önem vermesinin rolü büyük. Nitekim 1960-1961 tarihleri arasında öğrenim gördüğü Amerika’nın bir numaralı müzik okulu Berklee Müzik Koleji’nin, daha sonra en önemli hocalarından biri olur. Sadece hoca da değil, dekan ve nihayet başkan. Bunların yanısıra uzun yıllar sürdürdüğü radyo programcılığını da anmak gerek.
Üç önemli caz müzisyeninin hayatı ve sanatına dair bu küçücük notlar, belki de yeni ilgilere ilham kaynaklığı teşkil eder.