Bir yıl sonra 15 Temmuz

15 Temmuz 2016’da yaşadığımız saldırıyı bütün yönleriyle anlayabilmek için biraz zamana ihtiyacımız olacak. O gece yaşadıklarımızı anlamlandırma adına çaba gösteren akademisyen, gazeteci, siyasetçi, aydın sayısı oldukça sınırlı görünüyor. Bu da hadisenin aydınlatılması açısından bir zaaf oluşturuyor. O gecenin üzerinden bir yıl geçti ve bu zaman zarfında belki de en fazla konuşulan konu mağduriyet oldu.

Türkiye, 15 Temmuz 2016’da kendi içinden çıkan bir grup tarafından yabancılar adına esir alınmak istendi. Koskoca ülkenin koskoca cumhurbaşkanına suikast tertipleyen üniformalı teröristler, çok şükür amaçlarına ulaşamadılar. Fakat bu teröristlerin de içinde yer aldığı örgüt üyeleri hâlâ bu ülkenin insanlarıyla alay eder bir tavır takınabiliyor. Katillerden biri mahkeme binasına girerken göğsünde “kahraman” ibaresi yazan bir tişörtü taşıyabiliyor, ama birileri idam histerisine tutulmuş kimselerden bahsedip darbeye göğüs gerenleri eleştirebiliyor.

Hâlbuki yaşadıklarımızı sadece ülke sınırları içindeki gelişmeleri göz önünde bulundurarak açıklayamayız. Birileri FETÖ eliyle Türkiye’yi bertaraf etmek istedi ve bu sebeple vatanımıza en ağır darbelerden biri daha vuruldu. Aynı zaman diliminde bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada ve de dünyanın geri kalan birçok bölgesinde gelecek onlarca yılı şekillendirme adına birçok hadise yaşandı. Fakat Türkiye’de en çok mağduriyetler konuşuldu.

Dünya yeniden şekilleniyor. Batı ülkeleri arasında her iki dünya savaşı öncesinde olduğu gibi büyük bir rekabet ve çatışma yaşanıyor. Onlar kendi refah ve güvenliklerini temin etmek için başka dünyaları ateşe vermekten çekinmeyecekler. Yaşadığımız onca gelişme bunu gösterdi. Ülkeler işgal ediliyor, devletler birer birer yıkılıyor. Devlet kurumunun çöktüğü yerlerde karmaşanın ve kanunsuzluğun hâkimiyet kurması tabiî bir sonuçtur. Bu tabiî sonuç her türlü yabancı müdahalesi için bahaneye dönüştürülüyor. Terör ve şiddet sarmalına sebep olanlar, ortaya çıkan durumdan istifade etmek istediklerini saklamaya bile gerek duymuyorlar. Ama yabancı ülkelerin istihbarat elemanları yakalanınca Türkiye’de birileri, ben oynamıyorum böyle istihbaratçı mı olur, kurnazlığı ile hemen sahneye fırlıyor. “İstihbaratçılık bu kadar basit olsaydı seyrettiğimiz filmlerdeki olaylar bu kadar karmaşık olmazdı” şeklinde tepki göstermekten utanmayanlar, FETÖ ve 15 Temmuz’un bir yabancı müdahalesi olduğu gerçeğini görmezden gelip, bu gerçeği dillendirenleri de tahfif etmekte bir sakınca görmüyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri, bir süper güçtür, bunu bilmeyen yok. İşte bu süper güç Amerika, uluslararası teşekküllerin terör listesine aldığı bir örgütle, adını değiştirmek suretiyle her türlü ilişkiyi kuruyor, silah veriyor, kullanıma açık bir devletin kurulması adına onlarla birlikte savaşması için kendi elemanlarını bile gönderiyor. Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden hadise Türkiye içinde birileri tarafından komik ya da basitlik şeklinde tanımlanmıyor. Daha ileri giderek, devletler böyle yapar, Amerika büyük oynuyor şeklinde izahat sunanlar sıra kendi ülkesine gelince birden değişiveriyor, çünkü onlara göre kendi insanları, bu çarıklı erkân-ı harp takımı, köylüler, işçiler kendi başına bir bağımsızlık mücadelesi veremez.

FETÖ’nün de böyle bir düşünme biçiminden neş’et ettiğini hatırlatmamız ne kadar işe yarar, bilemiyorum. Fetullahçı güruhunun korkak başkişisi de böyle düşünüyordu. Seyredin 90’lardaki söyleşilerini, kendi insanına istihkarla baktığını göreceksiniz. Kendi cemaati dışında kalan herkesi aşağılayan, onlara tepeden bakan, kendilerini cennete başkalarını cehenneme gönderen bu insanlar hastalıklı bir ruha sahip oldukları için böyle davrandılar. Yabancıları memnun etmek için peygamberinden bile vazgeçen güruhun vatanından, milletinden, dininden vazgeçmesi niçin yadırgansın. Saydığımız değerleri hiçe sayma, düşmanlık gösterme ve kolaylıkla başkaları adına hareket etme durumuna, aşağılık kompleksi içinde benliklerini başkalaşıma uğratarak ulaştılar.

Kendi ülkeniz için bir cümle kurun. Ruhunuza işlemiş aşağılık kompleksinden kurtulun. Batı’ya ait ne varsa güzeldir, doğrudur; Doğu bütün kötülüklerin yuvasıdır şeklindeki sapkın düşünce size ve etrafınızdakilere zarar veriyor. Bakın bu şekilde düşünenler utanmadan ruhlarını bir dolara sattı. Böyle oluyormuş, bilin ve ona göre hareket edin.

Bu ülkenin sıradan insanları, çarıklı erkân-ı harp takımı, köylüler, işçiler, herhangi bir sivil toplum ve örgüt bağı olmaksızın sokağa çıkan milyonlar darbeyi durdurdu ve bu durum çoğu kimseyi memnun etmedi. Çünkü bu milyonlar herhangi bir şekilde barikatların arkasına geçmeyi düşünmedi, çatışma kültürünün içinden gelmediğini bütün âleme gösterdi. Çıplak ellerini tanklara uzattılar. Ellerinde sadece al bayrak vardı. Onlar bu topraklara yabancı fikirlerin ve örgütlenme biçimlerinin şekillendirdiği insanlar olmadıklarını her hâlleriyle ispat ettiler. Ne kahraman olma hayaliyle yanıp tutuştular ne de büyük fikirlerin peşindeydiler; sadece vatanlarını çok seviyorlardı.

Milletimiz, bu son süreçte, vakarını ve asaletini gösterdi. Şehit yakınları dahi mahkemelerde FETÖ’cüler tarafından sergilenen rezaletlere aldırmadı. Bu kadar zor bir dönemde suçluların cezalandırılmasını, tahriklere kapılmadan beklemek bile başlı başına bir değerdir. İşte görüyorsunuz, şehit polis Ahmet ve Mehmet kardeşlerin babası Ali Oruç’u, bari biriniz dönseydiniz, demekten başka bir serzenişi olmadı. O hâldeyken bile mahcuptu, yüreğinden kopan sözler bütün Türkiye’yi ağlatmaktan başka kime zarar verdi.