Bir tek o bozamadı orucunu…

Recep ayının gelmesi ile oruç tutmakla mükellef olduğumuz Ramazanın da gölgesi üzerimize düştü. Elhamdülillah. Bu kutlu aya erişmiş olmak nasiplerin en yücesi olarak addedilir bizim topraklarımızda. Hazreti Peygamber’in dilimizden düşmeyen duasıdır Ramazan’a erişmek; “Ya Rabbi, Recep ve Şaban’ı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazan’a eriştir…”

Coğrafyamızın ahir ömrünü yaşayan büyükleri, bu duayı Ramazan’ı uğurlarken de ederler… Onunla nasiplenmek, bereketlenmek ömür içinde ömürdür adeta. Bu yüzden de, “Bizi nice Ramazanlara eriştir Allah’ım” der dururuz, üç aylar girmeye başlayınca.

Evet, üç ayların içindeyiz… Önümüz Şaban ve sonrası Ramazan. Daha iki ay var, her anımızın bereketleneceği o kutlu günlere. Fakat tutulmuş ama bozulamamış bir oruç var zindanda. Unuttuğumuz. Tam bin küsur gündür dört duvar arasında öylece duruyor. Üstünden iki Ramazan geçti ve üçüncüsü de kapıda… Oruçluyken tutuklanan Muhammed Mursi’nin onuruyla süslenmiş iftar sofrası ortada duruyor hala. Darbeyle devrilememiş onur abidesinin karşısına kurulan sofrada ne çatal oynuyor ne de kaşık.

Dile kolay, bin gün önceydi. Kahire’de akşam ezanı okunuyordu. Haber cümlesi aynen şöyleydi; “Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El Sisi’nin darbe yaptığı Mısır’da bugün Ramazanın ilk günüydü. İlk iftar darbenin protesto edildiği Adeviye Meydanı’nda yapıldı.” Adeviye, Nahda ve Ramses meydanlarındaki milyonlarca insan, “Bu darbeden vazgeçin, bize Cumhurbaşkanımızı geri verin” diye haykırıyordu. Aynı anda İstanbul da iftardan sahura darbeye direniyordu. Darbe ayaklanması olan Gezi kalkışmasını engellemiş olmanın hassasiyeti ve bilinci vardı üzerimizde.

Olanları sadece izlemekle yetinmeyen bir tek Türkiye vardı. Aylarca parklarda sabahlanmıştı. Saraçhane Parkı’nda “Adeviye Nöbeti” gibi kutlu bir direnişe imza atılmıştı. İhvan’ın gür sesi İstanbul olmuştu.

Hiç unutmuyorum sahur sofrasından kalkıp Fatih Camii’ne koşanları… Okkalı satırların vefalı köşe yazarlarını, şehadet haberleri geldikçe hıçkırarak birbirine sarılan abilerimizi…

İslam dünyasının iftarına, sahuruna kan doğranmıştı. İstanbul’da ve Kahire’de sahur vaktiydi. Güneş, 27 Temmuz 2013 sabahına kızıl doğmuştu. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin hakkı ve kendi vatandaşlık hukukları için Rabiatu’l-Adeviyye Meydanı’na inen ve burada sahur yaparak oruçlarını tutmaya niyet eden halka, sabah ezanının ardından ateş açıldı. Mursi yanlıları Sisi’nin keskin nişancıları tarafından başlarından ve göğüslerinden vuruluyordu. Helikopterler havadan sivilleri tarıyordu. Çadırlarda uyuyan insanları iş makineleri ile eziyorlardı. Milli iradeyi katleden darbeci Sisi, yetmezmiş gibi milletini de katlediyordu. Tıpkı diğer zalimler gibi aynı zamanda korkaktı ve oylarından başka hiçbir şeyleri olmayan mazlumlardan korkuyordu.

Yaşananlar karşısında katliam kelimesi ilk defa bu denli hafif kalmıştı. Yüzlerce masum sivil, tüm dünyanın gözleri önünde, demokratik tavırların eşliğinde ve insanlığa kör gözlemcilerin gözetiminde öldürüldü o sabah. Dünya tam bir akıl tutulması yaşıyordu. Yaşamaya da devam ediyor.

Mısır’da kanlı bir darbe oldu bin gün önce. Mısır halkının seçtiği ilk cumhurbaşkanı tam bin gündür zindanda. Avrupa’nın demokrasi dediği sahte iradenin gerçek rol modelinin zindandaki bininci günü. Oğlu Ahmet’in deyimi ile haysiyetin bininci günü, Mursi’nin bininci günü… Sena el Biltaci’nin kızı Esma’sız geçen bininci günü. İhvan’ın şanlı lideri Muhammet Biltaci’nin elveda diyemediği kızına kavuşamamasının bininci günü.

Bin günde çok şey değişti dünyada. Zalimler zalimliğini perçinledi, mazlumlar mahzunluğunu yüceltti. Bir tek Mursi’den haber alamadı dünya. Bir tek o bozamadı orucunu. Şimdi İslam coğrafyası üç aylara girdi, Ramazan’ı karşılamaya hazırlanıyor. Ve Suud Kralı’nın Kahire ziyareti sonrası kulislerde Mısır ve Türkiye ilişkileri yeniden konuşuluyor. İlk kez seçimle iş başına gelen ve halkın büyük çoğunluğunun oyuyla seçilen Mursi konusunda bin gündür tavrını korumayı başaran Türkiye’nin bu tavrından dolayı yalnızlaştırıldığı, içten ve dıştan eleştirilere maruz kaldığı malum.

‘Kardeşim’ dediği Mursi’nin özgürlük mücadelesini en iyi anlayabilecek kişi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hassasiyetinden geri adım atmayacağından eminiz. Yolu zindandan geçen, siyaset yapması yasaklanan, darbe girişimlerine maruz kalan, yargıya, orduya, sivil cuntacılara direnen, illegal yapılara karşı kendisini ortaya koyan ve sonunda Mursi gibi halk tarafından cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, “dünya beşten büyüktür” duruşunu kardeşi Mursi için de sürdürmeye devam edecektir.

Ülkelerin diplomatik ilişkilerinin gereklilikleri olması gereken seviyeye çekilebilir.

Türkiye Mısır’ı, Mısır da Türkiye’yi halkları düzeyinde asla yok sayamaz. Fakat demokrasi havarisi ülkelerin kırmızı halılar ile karşıladığı eli kanlı darbeci Sisi’nin Türkiye’de böyle bir karşılığı olmadığına dair inancımı koruyorum.

Çünkü… Önümüz Ramazan. Bu ülkenin insanları bin gün önce yaşanan kanlı Ramazan günlerini yeniden anmaya hazırlanıyor. Biliyoruz ki lokmalar boğazlara dizilmeden geçmeyecek kursaklarımızdan. Hala Esma’ya ağlıyor benim ülkemin anaları. O sarı siyah Rabia işareti bu toprakların da simgesi oldu.

Rahmet ayına günler kala zindanda bir Mursi, beş yıldır kan ağlayan bir Suriye, tutsak edilmiş bir Filistin ve talan edilmek istenen bir Ortadoğu ile karşı karşıyayız. Bunca hengamenin içinde İslam aleminin gözü ve kulağı belli ki yine Türkiye’de olacak. Mursi’nin onurlu duruşu ve Türkiye’yi yönetenlerin sarsılmaz iradesi, Müslümanların cesareti, umudu ve güvencesi olarak dünyaya meydan okumaya devam edecek.