Bir siyaset biçimi olarak cinayet

Kendinden emin görünüşlü biri kadın iki kişi, büyük tren garına girer. İlkin işini iyi bilen insanlara özgü bir tavırla etrafı tarassuta başlarlar. Sanki uzun vakittir görmedikleri eski bir ahbaplarını bekliyorlardır. “O mu, bu mu, şu mu?” derken fark ederiz ki aradıkları, bekledikleri birileri değil, bulduklarıdır.

Önce genç bir çifti kestirirler gözlerine; birbirlerini sahiden seven bir çift. “Hah, tam aradığımız buydu!” edasıyla yanlarına giderler. Ama o da ne? Ortada büyük bir mânia vardır; tam bir hayal kırıklığı. Çünkü genç sevgililer yabancıdır; bildiğin turist yâni.

Sebebini bilmediğimiz bu arayış nihayet neticelenir. Gözlerine kestirdikleri ikili, şehre trenle henüz ayak basmış genç bir adam ile yanındaki 5-6 yaşındaki kız çocuğudur. Erkek önde, kadın arkasında bizim baba-kızın yanlarına gider, kimliklerini gösterir, polis olduklarını ima eder ve adamı siyah minibüslerine davet ederler.
POLİS Mİ, MAFYA MI?

Kızını yanıbaşından ayırmak istemeyen gözlüklü genç adam, ufaktan ufaktan şüphelenmeye başlamıştır. Çünkü güvenlik güçlerine mensup olduğunu iddia eden kişilerin ikisi de hem mesleklerine uygun davranmamaktadır; hem de içine tıkıldığı minibüs gayrı resmi bir araçtır. Minibüse girdiği ândan itibaren kendisini alıkoyan adamın tavırları da hayli değişmiştir: Sert, merhametsiz, korkusuz ve tuttuğunu koparan. Kızı arkada kadınla otururken o şoför mahallinde erkekle birliktedir ve alenen tehdit edilmektedir.

Tehdidin neticesi kâfi gelmediğindeyse düpedüz tartaklanmıştır.

Çok geçmeden kavrarız meseleyi. İş ciddidir. Kendisinden bir şeyler isteyen kişiler, ne dediklerinin farkındadır.

Öte yandan kendisinden istenen şey de öyle yabana atılır cinsten değildir. Ayrıldığı karısının cenazesinden dönen ve bir iş görüşmesi için küçük kızıyla şehre henüz ayak basan mali müşavirden istedikleri şey şudur: Büyük bir ihtimalle seçimi tekrar kazanacak kadın valiyi öldür!
İstek açık ve kesin bir dille, kıvırmadan dillendirilir. Dâvâ-mava ayaklarına yatmadan.
Reddederse mi? “Kızını öldürürüz!”
Kurusıkı bir tehdit değildir bu. Çünkü tehdit, hatta şantaj, işi bilen birinden gelmektedir. İşinin ehli birini, o işten hiç anlamayan birisi dahi gördüğünde anlar.

BİR SİYASİ FİLMDEN HAREKETLE

Anlattığım bu olayı yaşamadım. (Mı acaba?) Bir açıdan bu anlattığım olayı hiç kimse yaşamadı. Başka bir açıdan baktığımızdaysa galiba zannettiğimizden çok daha fazla bu ve benzeri hadiseler yaşanmakta. Zaten bu yazı da meselenin bu tarafına işaret etmede.

Efendim, söylediğim gibi size anlattığım bu olayı ben yaşamadım. Ama izledim. Bir filmde. Filmin adı Nick of Time. Tam Zamanında diye çevrilmiş dilimize. John Bodham’ın yönettiği filmin senaryosu Patrick Sheane Duncan’a ait. 1995 tarihli yapımın başrolünde Johnny Deep ile Christopher Walken oynamakta.

Sözünü ettiğimiz şehir Los Angeles, ülke de Amerika. İşini iyi yaptığı için tekrar vali seçilmesine kesin gözüyle bakılan bir siyasetçinin, rakipleri veya devletin içinde bu seçimin sonuçlarından menfaati zarar görecek birileri yahut her iki öbeğin ikisi birden, maddi-manevi istikballerini muhafaza için başvurdukları yegâne yol, cinayet.

Evet, Amerika burası. Demokrasinin beşiği. Yani halkın iradesinin. Yani seçimin. Ve insan haklarının. Ve sivil dayanışmanın. Ve hakkın. Ve adaletin. Ve insanlığın.

HER ALANIN HAKKI KENDİNE

Bilenler bilir, benim için sinema, suistimale kapalı bir ilgi alanı. Başka bir ifadeyle bir filmin ifade yöntemlerini yahut ifade anlayışını, bir başka alanda, bazı meseleleri daha anlaşılır kılmak için bile kullanmayı doğru bulmam. Üstelik bu ilkeyi, sinemanın dışındaki ilgilendiğim bütün alanlara da teşmil ederim. Çünkü belli bir alanda üretilmiş veya anlamı daraltılıp genişletilmiş kavram ve ilkeleri, ancak o alandaki mevzuatı kavramak için geçerli kabul etmek anlayışı, taliplisi çok, mutisi pek az bir ilke hâline getirildi.

Ne ki sözünü ettiğim bu film, mevzuu gereği zaten siyasi bir gerilim filmi; bu bir. İkincisi ve daha önemlisi, bir kısım sinema ve hatta başta edebiyat olmak kaydıyla kimi sanat mamûlleri, zaten baştan bir ‘mesaj’ kaygısıyla kotarılır. Elbette hakiki manâsıyla sanat endişesiyle ifade edilmiş eserler değildir bunlar.

Zaten eser tabiri yerine mamûl tabirini tercihim de bundan.

DEMOKRASİ ‘YALANININ’ BEŞİĞİ

Alman Harbi’nin akabinde bütün dünyaya hegemonyasını demokrasi adı altında dayatmanın peşine düşen ve bunu da büyük mikyasta başaran Amerika’nın göbeğinde, işlerin pek de öyle masallardaki gibi, yani basın ve yayın organlarında gördüğümüz haberlerdeki gibi işlemediğini tasavvur etmek pek mi zor?

Hâlbuki herhângi müşahhas bir misali işaret etmeden ifade edildiğinde biz de ‘işlerin’ aslında kamuoyunun huzurunda değil, perde arkasında cereyan ettiğini teslim ederiz. Bir ülkenin veya insanlarının mühim bir kısmının istikbalini kuşatacak hakiki kararların, bizzat siyasetçiler tarafından değil, o siyasetçilerin mensubiyet âddettikleri aleni veya gizli çıkar gruplarının baskısıyla alındığını rahatlıkla kabul ederiz. Ama iş umumdan hususa geldiğinde, mücerred hakikatler yerine müşahhas hadiselerden bahsedildiğinde, bu kabullere, iyi ihtimalle şerh düşmeden edemeyiz.

Ülkemizde de, hem yakın tarihimizde, hem de bizzat şahitlik ettiğimiz yakın geçmişimizde; güvendiğimiz, inandığımız, hatta güvenip inanmasak bile “Ama o kişinin yanlış siyasi kabullerinin de bir sınırı var. Hayır, mümkün değil! O adam bu kadar alçalmaz. Ülkesini satmaz” diyebileceğimiz birçok siyasinin, o güne kadarki siyasi tavrına da, iddialarına da, ahlâkına da kökünden mugayir nice işler yaptığını defalarca görmedik mi? En azından şöyle bir kalbimizi yoklayalım. Bu tarihi ‘kötü’ kararların hepsinin arkasında da o siyasi kişilerin şahsi çıkarları mı yatmakta?

İçi istenildiği gibi doldurulmaya müsait sığ bir kaptan ibaret demokrasi dediğimiz mekanizma, öyle iddia edildiği gibi kendi başına tıkır tıkır işleyen bir yapı arz etmez. Lâtin Amerika’da veya bizde askerler zaman zaman balans ayarı çeker demokrasiye, Avrupa’da ise büyük iktisadi teşekküller ve hanedanlar. İlki herkesin gözü önünde cereyan eder, ikincisi gizlice. Darbe hükûmete yönelik bir siyasi girişim iken, adam kaçırma, cinayet, tehdit ve yıldırma gibi ameliyeler ise daha mevzi kalmakta.

Tehdit, şantaj, yıldırma ve elbette çok daha ötesi… Bunlar da siyasetin mücadele imkânlarından.

En az seçim kadar.