Yeni Şafak ailesi yine bir terör saldırısına maruz kaldı. Aslında bekliyorduk böyle bir saldırıyı. Bu kurum çatısı altındaki görevlerimizi, gazeteciliğimizi de bu ihtimalin bilinciyle yapıyorduk. Yeni Şafak, 22 yıllık yayın hayatında birçok kez benzer saldırılara maruz kalmış ve siyasi sindirme operasyonlarına göğüs germiş bir gazete. Çalışanları da bu mirasın farkındalığıyla gazetecilik yapıyor.
Yani bu gazetenin kadrosunda yer almanın bir ‘bedel’i olduğunu biliyor. Yeni Şafak, bu ülkenin birlik ve beraberliğine savaş açanlara karşı ‘ama’sız bir duruş sergiledi hep. Son saldırı da diğerleri gibi bu tavrımızı ve duruşumuzu değiştirmedi. Hatta Türkiye kamuoyunda farklı bir sonuç da ortaya koydu.
Bu önemli sonuca geçmeden önce bağlantılı olarak iki konuda önemli bir hatırlatma yapmak gerekiyor.
Selahattin Demirtaş’ın 6 Haziran 2015 günü İstanbul Sancaktepe’deki HDP mitinginde yerlere attığı gazeteler arasındaydı Yeni Şafak. Bizimle birlikte eş zamanlı saldırıya uğrayan Yeni Akit’i ve MLKP’nin Figen Yüksekdağ adına kapısına bomba bıraktığı Star gazetesini de yerlere atmıştı. Saldırıyı tüm bu gelişmeler doğrultusunda doğrudan Demirtaş’ın üstüne yıkacak değilim. Ancak terör örgütlerine bizzat hedef gösterilen yayın kurumlarının saldırıya uğramasını tesadüfler zincirine bağlamak da büyük bir art niyet göstergesidir. Ne yazık ki bu art niyet büyük bir yüzsüzlük eşliğinde sergilendi bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın saldırıdan kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada, Hürriyet binasının bir camının kırılmasını hatırlatmasına anlam veremediler bir türlü. Oysa Erdoğan çok net konuştu, Yeni Şafak ve Akit’e yapılan saldırılar ile Hürriyet’in önünde yaşananları birbirinden ayırt ederek, “Geçmişte bir başka gazetemizin binasının girişindeki camlar, silahlı saldırıyla molotofla falan değil arbede sırasında kırıldığı için dünyayı ayağa kaldıranların bu saldırılar karşısındaki tavırlarını dikkatle takip edeceğim. Bakalım buradaki tavır ne olacak, göreceğiz” dedi.
Hatırlayalım… 7 Haziran seçimlerinden sonraydı. Dağlıca’da 16 askerimizi şehit verdiğimiz günün akşamında, Erdoğan’ın konuk olduğu programdaki sözleri üzerinden “gündemi terörize” eden bir çarpıtmaya imza atmıştı Hürriyet.
Yine hatırlayalım aynı Hürriyet ve Doğan Grubu o günlerde terör örgütü PKK’nın çözüm sürecini kana bulamasını görmezden gelecek bir yayın politikası güdüyordu. Polislerimizi uykularında infaz edenlerin PKK’lı olduğuna değinilmezken, ekranlarda “Bu bir terör saldırısıdır” diyemeyiz ‘hassasiyeti’ gösteriliyordu! Bu tavır birçok medya organını da etkiliyordu. Medyanın teröre karşı kararsız tutumu ‘etkileyici’ bir güçtü şüphesiz.
Hürriyet’in önünde toplanan kontrolsüz kalabalık işte bu tutumu protesto etmek istemişti. Tekrar söyleyeyim, söylem olarak haklıydılar. Gezi’de sokakların yakılıp yıkılmasını “meşru bir eylem” saymayıp penguen belgeseli yayınlayan televizyonların önünde toplanan kalabalıklardan daha masumdular üstelik. Ama işte… Bir cam kırığıyla birlikte tuz buz edildi tüm haklı gerekçeleri. Eylem yapmayı becerememişlerdi. Hürriyet de bir cam için dünyayı ayağa kaldırmıştı. Müthiş ve gerçekten de takdir edilesi bir algı yönetimi ile “nasıl mağdur olunur” dersi verildi tüm Türkiye’ye. O günlerde AK Parti Gençlik Kolları Başkanı ve İstanbul Milletvekili olan Abdurrahim Boynukalın’ı hedef tahtasına oturtan Hürriyet, “bir itibar suikasti işte böyle işlenir” mesajını da uygulamalı olarak gösterdi. “Bu Boynukalın nefes almaya devam ediyor ey okur, siz de bunu görüyorsunuz” tarzı haberleri ile kendi gündemini oluşturan Doğan Grubu, bu süreçte bir gerçeği de gizlemeyi başardı. Camını kıranların güvenlik kamerası görüntülerini yayınlamadı!
Oysa Yeni Şafak, saat 04.45’te gerçekleşen saldırının güvenlik kamerası görüntülerini 07.00’de tüm kamuoyuna sunmuştu. Saldırganlara dair ilk bilgiler, hangi örgütten oldukları bilgisi dahi bu görüntüler sayesinde daha ertesi gün anlaşıldı. Peki, Hürriyet kendi kayıtlarını neden yayınlamadı? Bu soruyu o günlerde de çok sorduk. Fakat üzerine alınan olmadı. Basına yapılan saldırılar yeniden gündeme gelmişken tekrarlayalım: Hürriyet’in bu kayıtları tutmamış olması gibi bir ihtimal yok. Böyle bir ihmalleri olsa utana sıkıla da olsa söylerlerdi. O zaman görüntünün içeriğinde büyük bir ‘sorun’ var ki, “işte o saldırganlar, camımızı işte bu kırdı, işte o el ve attığı taş” ifadeleri ile sunulması gereken bir gerçek itina ile gizleniyor!
Gelelim Yeni Şafak ve Akit’e saldıranlara… HDP’nin Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın bir zamanlar mensubu olduğu MLKP’nin alt bir kolundan oldukları ortaya çıktı. Yani ‘anlı şanlı teröristler’ atmıştı o molotofu. Işık yanan ofislerin camlarına pompalı tüfekle ateş açmamak için hiçbir gerekçeleri yoktu bu yüzden. Çünkü onlar gerçek birer teröristti. “Soluğu Doğan Grubu’nda alıp cam kutsaması yapan Selahattin Demirtaş ile Kemal Kılıçdaroğlu, Yeni Şafak ve Yeni Akit’i neden ziyaret etmiyor” sorusunu dillendirmenin bir anlamı da yok bu yüzden.
Saldırıları ‘ama’lı şekilde kınayanlar, “hangi medya kurumu olursa olsun” gibisinden rezervli cümlelerle te’lin edenler dışında müthiş bir dayanışmaya şahit olduk diğer yandan. Her iki gazeteye de büyük bir destek verildi. Siyaset, medya ve iş dünyası bu saldırılar karşısında kenetlendi. Sultanahmet saldırısında bile birliktelik gösteremeyen kamuoyu, hedef medya olunca, hiçbir fikri sorgulama yapmadan ve “o gazetelerin görüşleri belli” demeden terörün karşısında durdu. Bu duruş, ülkemizin içine çekilmek istendiği savaş görüntüsünü de yok edebilecek güçte. Terörle mücadelenin medya ayağı tökezleyince kamuoyu gücünün eksik kaldığı gerçeğini üç aydır görüyoruz çünkü. Bir kısım medya ve onları yöneten zihinler maalesef “PKK bitmesin, Cizre, Sur ve Silopi temizlenmesin” görüntüsü veriyordu. Her iki gazeteye yapılan saldırılar sonrasında alınan tavır, bu görüntüyü de ortadan kaldırdı.
Teröre karşı oluşturulan bu birliktelik tam kadro medya desteği ile devam ederse, gazeteler, televizyonlar ve internet siteleri terörle mücadeleye ortak olursa Türkiye’yi bekleyen zor günler de bertaraf edilmiş olur.
Başta ailemiz Yeni Şafak olmak üzere tüm basın camiamıza geçmiş olsun.