Beyazıt’tayız. Yıllar sonra aynı merdivenlerdeyiz. Aslında çok uzun bir aradan sonra ilk gidiş değil bu. Belki onlarca, yüzlerce kez üzerinden geçmişizdir yıllar içinde, fakat bu sefer başkaydı. Neredeyse 15 yıl sonra Beyazıt’ta bir öfke seli var çünkü. Siyaset, ideoloji, parti ve lider ise yok. Sadece öfke, sadece Müslümanca duruş. Mazlumların sesi soluğu olmaya gelmekten fazlası yok. Nereden baksanız 40-50 yıllık göz göze gelme seansları karşılıyor meydana akanları. Tüm bakışlar “siz de o gün buradaydınız değil mi?” cümlesini kuruyor adeta. Amerika’nın 2003’teki Irak’ı işgaline karşı Beyazıt’ın ikinci adreslerimiz olduğu günler var akıllarda. İstanbul Üniversitesi’nin o ihtişamlı, Osmanlı’dan kalma kapısının dili olsa da konuşsa mesela. 90’ların başında başlayan başörtüsü yasağının zulme, işkenceye döndüğü günleri anlatsa… Polis çemberlerini, Beyazıt Camii’nin duvarlarında yankılanan sloganları, “başörtüsüne uzanan eller kırılsın” haykırışlarını, inip kalkan copları, göğüs kafeslerinde patlayan kalkanları, göz temasından kaçıran kaskları, düşmanca bakışları, karın boşluğuna yenilen tekmeleri, sürüklenmeleri… Geride, çok geride bıraktığımız şanlı direnişlerin çetelesinde bir nefes boşluk yok değil mi? Nefes alacak yer yokken verilen mücadelenin ev sahibiydi, ana kucağıydı Beyazıt Meydanı. Beyazıt Camii de az babalık etmedi hani. Bağrına az basmadı, boynu bükük gözü yaşlı dönenleri. Oradayız yine. Anılar taze ama hayatlar değişti elbette. Şartlar da değişti. Ne kapıdan ağlaya ağlaya dönen var ne de başörtülü diye öğrencileri ölümüne coplayan gaddar polisler. Sahi başörtüsüne kalkan “o elleri” kırılmış mıdır hiç?
Zalimleri tel’in ve mazlumlara destek eylemlerinin de ev sahibiydi Beyazıt. 90’larda Çeçenistan, 2000’lerde Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan… En fazla aklımda kalanı ve son olanı Irak eylemleriydi. 2003’ün Şubat ayında başlamıştı. Meşhur Irak tezkeresinin oylanmasından hemen önceydi. Hınca hınç dolmuştu Beyazıt Camii. Ertesi hafta ise tüm yurda yayılmıştı. Beyazıt Camii’nde kılınan Cuma namazları sonrası yapılan gösteriler dünya medyasının da ilgi odağıydı artık. Aynı zamanda başka coğrafyaların vicdanlarını da kaşıyordu, harekete geçiriyordu. Londra’daki insan hakları savunucuları büyük cesaret buluyordu Beyazıt Meydanı’ndan. Irak’ın işgal ortağı İngiltere’nin başkentinde inliyordu sloganlarımız. BBC artık yazmasa da olurdu zaten.
“Kahrolsun Amerika Savaşa Hayır” ve “Katil ABD Ortadoğu’dan defol” sloganları dilimize yapışmıştı adeta. Sadece Irak değil, ABD’nin Afganistan’da, İsrail’in ise Filistin’de katlettiği siviller ve dünyanın diğer bütün ülkelerinde öldürülen Müslümanlar için gıyabi cenaze namazları kılınırdı her hafta mutlaka.
İşte şimdi tam oradayız, Beyazıt’ta. Yıllar sonra aynı merdivenlerdeyiz. Cuma namazını yine taşlar üzerinde kıldık. Olanlar ceketlerini, yanlarında getirdikleri gazete ve kâğıt parçalarını seccade yapmıştı ve taşa, toprağa secde edenlerimiz de oldu yine. Kadın-erkek, genç yaşlı binlerce Müslüman yine Beyazıt Camii’ndeydik işte. O sivil ihtişam kuşatmıştı dört bir yanı. Çok ara vermiştik oysa. İsrail, ilk kıblemiz ve tüm Müslümanların haremi olan Mescid-i Aksa’yı işgal etmese ve 1969’dan beri ilk defa Cuma namazı kılınmasa Aksa’da, Beyazıt’ın yolunu tutacağımız yoktu. Oysa; ABD aynı ABD, Irak daha bir bölünmüş, İsrail aynı katil, Gazze aynı hapishane, Filistinliler ise aynı taşları atıyordu hala. Değişen bir şey olmadığı gibi Suriye’yi, Halep’i ve Şam’ı da cehenneme çevirmişlerdi. Irak’ın çok daha acısını hemen dibimizde yaşatmışlardı ama bir kez olsun gitmemiştik Beyazıt’a. Neden? Kendi derdimize düşmekten, devletleşmekten, ülke yönetmekten, siyasetçi olmaktan, işleri az daha büyütmekten, yasaklar kalkınca okumaktan, 28 Şubat açığı kapatmaktan, badire atlatmaktan, darbe savuşturmaktan, çetelerle, örgütlerle uğraşmaktan diye uzayıp gidecek bir genel geçer bahane listesi çıkar elbette…
Anadolu Gençlik Derneği’nin İstanbul Beyazıt Meydanı’nda düzenlediği “Kızgınlık Cuması” protesto gösterisine birçok STK ‘amasız’ destek verdi geçtiğimiz hafta. Çok farklı partilerden birçok siyasetçi de ‘amasız’ oradaydı. Binlerce insan Mescid-i Aksa için gelmişken kimsenin hesap yapma lüksü olamazdı zaten. Günlerdir Mescid-i Aksa çevresindeki İsrail polisini ve barikatlarını aşmaya çalışan Filistinli yiğit kardeşlerimizin görüntülerini yayınlıyoruz. Canları pahasına Mescidi Aksa’yı korumaları, üzerlerine kurşun yağmasına ve yerlerde sürünmelerine rağmen yine de Mescidi Aksa’ya girmenin yolunu aramaları karşısında bizler Beyazıt’a gitmişiz çok mu? Az değil elbette. Türkiye’nin her yanında ve dünyada Müslümanlar ayağa kalktı uzun bir aradan sonra. Pakistan ve Endonezya’da da benzer gösteriler oldu. Evet ilk kıblemiz işgal edildi ama bu bir silkelenişe de vesile oldu. Bundan sonrası gelirse ancak İsrail’in işgaline “dur” demiş oluruz. Bundan sonrası gelirse bu cesaretle yolundan dönmez Filistinliler ve Aksa’nın Siyonistlerin eline geçmesini engellerler.
İşte yine Beyazıt’tayız, yine öfkeliyiz ama mahcupluk da var. Çünkü boş bırakmıştık dünya mazlumlarının hak ve adalet divanı olan meydanı. Bu bir başlangıç olmalı ve bundan sonrası da gelmeli bu yüzden. Bir daha böylesine ara vermemeliyiz.
Yine küçük gruplar halinde dağıldı devasa kalabalık ve tramvay yolunun üzerinde yürüyenler tıpkı 15 yıl önceki gibi zalimleri hedef alan cümlelerini bıraktıkları yerden tamamlıyordu. Ben de herkes gibi yıllar sonra oradaydım. Slogan attım, kalabalığa, Beyazıt Camii’nin göğü delen minaresine ve ufka baktım yine. İmkanlar değişmişti haliyle ve Facebook’tan canlı yayın yaptım bir de. Şimdi de yazısını yazıyorum. Hayatımdaki tüm Beyazıt mitingleri film gibi aklımda. Hissiyatım ise şöyle; bir ruh yıllardır aradığı bizi buldu yine Beyazıt’ta. Bu sefer ne bedeni ne de o ruhu kaybetmeyelim.