Bir Küp Şeker’in marifetleri

Bir Küp Şeker’de Taşralı bir Pers ailesinin yaşantısına tanıklık ederiz. Ve bir yaşantının en merkezi iki fakültesine. Üstelik aynı ânda: Yeni bir hayatı kurmanın sıcak telâşını yaşarken ölümün soğuk nefesini yanıbaşında hissetmenin tezadıyla içiçe hatta.

Küçümen evlerinde kendi hâlinde yaşayan ailenin reisi ‘Dayı’, belli ki babadan kalma evde, aileden kim hayattaysa birarada tutmaya çabalayarak yaşamakta. O günlerde herkesi evin öksüz kızı Pesend’in düğün telâşı sarmış. Herkes düğüne kendince hazırlanmakta. Evin reisi de şeker kalıplarını misafirlerine ikram için küçük çekiciyle küp şekerlere bölmekte.

Pesend’in öksüzlüğü ruhuna kazındığı için yüzüne de yansır. İçine kapanık ve durgun mizaçlı genç kız moda dergileri ile beyaz atlı prens romantizminin arasına kendi kendine İngilizce öğrenmeyi de bir şekilde sıkıştırmanın peşinde. Evlendikten sonra İran’ın tam zıddı bir âlemde, Amerika’da hayatına devam edecek. Mevcut maddi eksikliğin içinde yaşamak yerine geleceğine umut taşımak niyetinde. O yüzden de mutfakta bir yandan yemek pişirirken bir yandan da edindiği eğitim setinden İngilizce tedris etmede.
Ve hayat, bahçe içerisindeki bu iki katlı müstakil evden ibaret.

Ev: Hayatın Merkezi

10 yaşlarındaki Ali, ailenin başucundaki öbür çocuk. Büyükler çoktan çoluk-çocuğa karışmış ve kendi hayatlarını ve kendi evlerini kurmuş durumda.

Biz hem ailenin yaşantısına tanıklık etmedeyiz film boyunca, hem de aynı zamanda düğün hazırlıklarına. Herkes birer birer maaile eve gelmekte. Kimlikleriyle, kişilikleriyle, farkına vardıkları ve varmadıkları alışkanlıklarıyla ve sırlarıyla birlikte.

Çocuklar, torunlar, yeğenler, damatlar; ablalar, teyzeler, halalar, amcalar, dayılar ve enişteler. Az sonra ev, bahçesiyle birlikte bir neşe ve sevinç öbeğine dönüşür. Çocuklar gönüllerince eğleşir; kadınlar bir yandan düğün hazırlıklarını tamamlamaya gayret eder, bir yandan da birbirlerine son dedikoduları geçer.

Biz de o âna kadar gördüğümüz bu aile efradının karakteristik farklılıklarını, birbirlerine benzeyen ve benzemeyen taraflarını, aynı olaya veya olguya bakarken sergiledikleri tespitlerin tezatlılığını gözlemleriz. Kültür, eğitim, mizaç ve yaşanmışlıkların beherini nasıl da değişik bakışlara sürüklediğine tanıklık ederiz. Öksüz Pesend’in tutuk hâlinden hüzünlenir, çocukların coşkusuyla coşarız.

Çocukların o büyülü dünyasına sarkmadan herhangi bir şey tamama erer mi? Ambarda geceleyin ortaya çıkan cinler, kurbağa ile ilintilenmiş lânetlenmişlikler ve türlü türlü çocukluklar. Biraz dikkatle bakıldığında kimin 40 yıl sonra hangi hâlde bulunacağının ipuçlarını barındıran tavır ve davranışlar.

Zahiri ve birebir çıkarımlardan uzak durulduğu takdirde elbette.

İnsan Her Yerde Aynı, İnsan Her Dem Ayrı

Ve kadınların Pesend’in evlenmesinden hissettikleri memnuniyete karışmış, alttan alta kendini belli eden kıskançlıklarına şahitlik ederiz. Bazıları genç gelini nasıl bir mutluluğun beklediğini hayal ederken, bazıları da onu asıl nasıl bir çetin yaşantının beklediğini dillendirir; kendi yaşantılarını başkalarına yansıttıklarını ayırt edemeden.

Erkekler ayrı bir âlem. Kimi futbol maçını izlemek için eve LCD televizyon getirmiştir, kimi ambarda gizli bir gömünün peşinde. Hayallerin, umutların, beklentilerin ve kırıklığın envai çeşidi… Hususen de dile gelmek için gırtlakta uzun vakitler sırasını bekleyip de nihayet tam çıkmak üzereyken birden iradenin ağına takılı kalan hasretler, hiçbir zaman kurulamayacak cümlelere saklanmış günyüzü görmemiş hisler…

Ve bir beklenen vardır; gelmesi hususen beklenen. Belli ki kimi sebeplerle zaten aileyle arasında bir limonilik var ve bu düğün, bu düğümün çözülmesine vesile kılınsın istenmekte. Böyle geniş ailede bu çeşit ufak-tefek burudetler handiyse kaçınılmaz. Küçük insanların küçücük hesapları…

Ve akşamla beraber nihayet düğün şenliği başlar.

Maderşahi Ailede Hayat

Aslında biz Bir Küp Şeker’de ailenin iki gününü seyrederiz. Aynı zamanda hayatı ve ardından da ölümü.

Film kendine özgü ritmiyle akarken biz çok da öne çıkarılmak istenmemiş hikâyeyi takip ederken, maderşahi bir ailede işlerin nasıl yürüdüğünü de görürüz. Bu açıdan bakıldığında Bir Küp Şeker sanki İran halkını; kültürünü, ikili ilişkilerini, dünya görüşünü, eşya algısını, eğlence anlayışını ve en önemlisi de hüznünü yabancılara resmeden bir nevi belgesel hükmünde. Sıkmayan, yormayan, konuşmayan ama bunu lâyığınca sergileyen bir belgesel. Mutad elektrik kesintisinin düğün hasebiyle santralin müdüründen rica edilip bir gecelik erteletilmesi gibi Doğu’ya özgü nice garabete kâh şaşkınlıkla kâh tanıdıklık hissiyle bakakalırız.

Nihayet sabah. Herkes akşamki eğlentinin yorgunu.

Dayı erkenden kalkmış, kahvaltısını etmede. Ama o da ne! Dayının içindeki çocuğa dair müthiş ipuçları veren bir nevi hokkabazlığı sırasında bu sefer işler tersine gitmesin mi? Yıllardır binlerce defa yaptığı gibi bir kesme şekeri avucunun tersine yerleştirmiş, havaya fırlatmış ve maharetle kapmıştır. Ama bu kez şeker Dayı’nın gırtlağına kaçmıştır.

Hayatta da öyle değil midir; tam işlerin yoluna girmişliğinin tadını çıkaracağınız ânda her şey tam zıddına dönüvermez mi? Her şey düğüne özgü o mutad neşve içinde akıp giderken ansızın çıkagelen kara haber: ölüm!

Film tam bu ândan itibaren temel bir kırılmaya uğrar; esaslı bir makas değişikliğine. Doğuya mahsus bir Taşrada Düğün Hazırlıkları, birden ölümle burun buruna gelir. Düğün evine hüzün çöker. Pesend bir kez daha öksüz kalır.

Seyircisini de öksüz bırakır elbette.