Bir darbe gecesi Yeni Şafak’ta

yenisafak

Gizli bir eldi sanki. Bünyeme çökmüş bir tembellik, ayaklarımı geri geri çeken bir güç… Bu hal neydi bilmiyorum ama o gün gazeteden çıkmamak için kendi kendime bir hayli direniyordum. Gerçek Hayat’ın yazısını vermiş olmama rağmen bir türlü çıkmayı başaramamıştım iş yerinden. Çalışır durumdaki arabanın içinde 20 dakika oturmama, gelen “abi Kariye’deyiz” telefonuna rağmen gazetenin sınırlarından ayrılamamıştım. Bunun nedenini kendime çok da sormuyordum. Çünkü İstanbul’da garip gelişmeler yaşanıyordu. Bilgiler önüme düşmeye başlamıştı. Saat 21.30 sıralarında yurdun başka yerlerinden de garip gelişmeler yansıyordu Twitter’a. Ankara, Kocaeli ve Sakarya’da askeri hareketlilik yaşanıyordu. İstanbul’da köprülerin askerlerce kapatılmasını ‘IŞİD saldırısına karşı önlem’ diye sunanların FETÖ’cü yazarlar olması kafamızı karıştırıyordu. Asıl tehlikeyi sezmeme sebep olan şey ise bu grubun operasyonel haber sitelerinde yazılanlardı.

2004 yerel seçimlerinde Menemen’de askerdim. Çavuştum. Garnizon sınırları içerisindeki bir beldede dönemin HDP’si seçimleri kaybettiği için ciddi olaylar çıkmıştı ve tugayda alarm verilmişti. 2010 yılında kaldırılan ve aslında askerin sıkıyönetim düzeni olan EMASYA Protokolü’nde takım komutanıydım aynı zamanda. Askerin bu tip durumlarda nasıl bir düzen aldığını ve emirlerin ne kadar net olduğunu bilirim bu yüzden. 15 Temmuz gecesi de üst düzey bir alarm ve koordinasyon olduğu ortadaydı. Köprüdeki trafiği kesmenin, şehrin 6-7 ayrı noktasında benzer pozisyonlar almanın akıllara getirdiği tek şey ‘darbe’ydi evet, fakat bunu dillendirmek bile kabus gibiydi. Yaptığım telefon görüşmelerinden sonra o bir türlü uzaklaşamadığım gazete binasına koşuşumu herhalde bir daha yapamam.

yenisafak.com’un “Fetullahçı Subaylar çıldırdı: Komuta kademesini ele geçiriyorlar” başlıklı haberiyle, yaklaşık 2 saattir tüm kamuoyunun, siyasetçilerin ve haber merkezlerinin anlam veremediği karmaşanın adı artık ‘kalkışma’ olarak koyulmuştu. Teyit etmek için 15 dakika bekledim. Şimdi bu süre bana çok uzun geliyor ama konunun hassasiyeti beni buna mecbur bırakmıştı. Saatler 22.20’yi gösterdiğinde darbe haberini sitemize koymamızla adeta Türkiye’nin kaderi değişmiş oldu.

O gün müthiş bir medya direnişi gösteren haber müdürümüz Recep Yeter’in imzasını taşıyan ve zihnimizde “darbe bu darbe” başlığı ile çalkalanan haberi, Twitter ve Facebook sayfalarımızda paylaştığımız anı asla unutamam. Mobil uygulamalara da son dakika mesajı geçildi ve ilk tepkiler gelmeye başladı. Hani şu “ortalık ayağa kalktı” deyimi var ya, ben onu gördüm, yaşadım ve de izledim o anlarda. Telefonum çığırından çıkmıştı. On dakika içinde onlarca kişi aradı. Dönüş yapmak mümkün değildi. TVNET’in de eş zamanlı yayını ile FETÖ’nün ilk taarruzu başlamış oldu.

İnisiyatif ve risk alarak, her şeyini ortaya koyarak daha darbenin ilk dakikalarında en yüksek perdeden darbe karşıtı yayınlarına başlayan Yeni Şafak’ın halkı galeyana getirdiğini ve askerin IŞİD saldırısına karşı önlem aldığını yazıyorlardı. Şahsımı hedef gösterenler, darbe ile dalga geçenler vardı. Çıldırmamak elde değildi. Ya gerçekten darbe değildiyse? Bir arkadaşım, “Gerçek değilse yandık, gerçekse ülke battı, inşallah yanan, yanılan oluruz” diyordu. Haklıydı da. Ama yapılmak istenen açık açık darbeydi ve ne yazık ki gerçekti. Son fiili darbenin üzerinden 36 yıl geçmişti ama biz bu sahneleri bir yerlerden hatırlıyorduk. Asker canlı yayında duruma el koymaya kalkıyordu.

Adım adım gelişiyordu her şey. Önce TRT’ye el konuldu. Darbe bildirisi okunurken internet servisinde TRT’nin açık olduğu tüm televizyonlar kapatılmıştı. NTV gaflete düşüp, FETÖ’nün korsan TSK bildirisini yayınlarken de bozmadık moralimizi.

Önce Başbakan ses verdi, “Bu bir kalkışmadır, misli ile ödeyecekler” dedi. Saat 23.01’di. O esnada TVNET ekranlarındaydım. Haber Müdürü Serhat İbrahimoğlu direnişi başlatmış ve adı resmen konulmuştu artık. Evet bu bir darbeydi. Bir kıvılcıma ihtiyaç vardı. Yapılması gereken tek şey şuydu; halkı sokağa çağırmak. O anda ekranda ne kadar doğru yaptığımı iki gün sonra kaydı tekrar izleyince idrak ettim: “Türkiye halkı duruma el koymalı. Darbeye ve darbecilere karşı canımızı, kanımızı ortaya koymalıyız. Halk sokağa çıkmadığı müddetçe bu girişim engellenemez. Korkarsak ömür boyu korkarız, susarsak ömür boyu konuşamayız…”

Bu esnada herkesin aklındaki soru şuydu; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nerede? Şükür dimdik ayaktaydı ve telefon ile televizyon kanallarına görüntülü bağlandığı anın mutluluğu anlatılmazdı. Başkomutan çağrısını yapmıştı ve halk eş zamanlı olarak artık sokaktaydı. Şehidimiz Mustafa Cambaz da bu çağrı ile sokağa fırlamıştı. FETÖ en çok da bunu beklemiyordu. Bu gün artık net bir şekilde söyleyebiliriz ki, halkın sokağa çıkmaması için açıklama yapan, twitler atan herkes bu darbenin parçasıdır. Darbenin Fetullahçı subaylar tarafından yapılmak istendiğinin en önemli kanıtı da bu karşı koymaydı zaten. Askerleri darbe yapıyor, gazetecileri, kanat önderleri ve sosyal medya fenomenleri halkın darbeye karşı koymasına engel olmaya çalışıyordu. Dönüp Hakan Şükür’ün twitlerine bir bakın.

Gelelim Yeni Şafak binasına. Çok şey yaşadık. İnanılmazdı. İnternet servisindeki çalışma arkadaşlarım, patronlarımız, yöneticilerimiz, gazete ve televizyon haber merkezlerimiz bir saniye durmadı. Darbeciler jetler ile üzerimizde sorti yapıp sonic patlatırken hiç kimse panik yapmıyordu. Halkı daha fazla sokağa dökmek ve müjdeli haberler vermek için çırpınıyorduk. Geçtiğimiz haftanın Gerçek Hayat’ı bile o sabah hazırlanıyordu.

Sonuç olarak, darbeciler başaramadı. Türkiye kazandı. Terör belasını daha yeni savuşturan Kürtler indi meydanlara. Mazlum Suriye halkı bir darbe daha yemedi. Daha bir hafta önce ambargosunu kaldırdığımız Gazze de direndi, Somali halkı da. Şükürler olsun, kurşunlara ve tank paletlerine koşar adım giden bir milletimiz vardı. Bu ülkenin cesur bir Cumhurbaşkanı ve vatansever medyası vardı. Türkiye tek vücut olmuştu. Ve darbecileri ertesi sabaha çıkartmadı. Bir gecede Kurtuluş Savaşı verdi Türkiye. Bir gecede öldü, öldürüldü ve yeniden dirildi.

Elbette çok şey borçlu olduğumuz insanlar var. Fakat hiçbirinin ismini yazmak gelmiyor içimden. Ünlüler, sanatçılar, gazeteciler, futbolcular. Darbeye tepki koymak tabii ki çok önemliydi. Fakat kimseyi kahramanlaştırmayalım. Hiçbirimiz kahraman değiliz! Kahraman arayan, kanını toprağa katan 240 şehidin kabrine koşsun. Kahraman arayan, vurulanın yerine geçip kendi de yaralanan kahraman gazilere koşsun. Şehitlerimiz ve yaralılarımız çok konuşulmak için, adları zikredilsin, boy boy fotoğrafları çıksın diye kurşunlara yürümedi. Ama onlara bir vatan borçluyuz. Şehitlerimizi asla unutmayacak ve unutturmayacağız. Allah’ın bizlere nasip etmediği şehitlik mertebesinin üzerine başka bir destan yazmayalım, buna müsaade etmeyelim ne olur. O şehitlerin temiz ruhlarını incitmeyelim…

Tüm şehitlerimiz adına çalışma arkadaşımız Mustafa Cambaz’a selam, bir darbeyi tarihe gömmeyi bu nesle nasip eden Allah’a hamd-ü senalar olsun.