Ben de varım ama sen görmüyorsun!

Bak bu da oldu. Saçından ayak tırnağına kadar sahiplendiğin, zerresinden zirvesine kadar yaşadığın davayı savunma hakkını da almak istiyorlar elinden. Şimdi ne yapacaksın? Küsecek misin, kırılacak mısın? Yoksa susacak mısın? O kadar emeğin, sabahlara kadar süren, çıkarsız, karşılıksız çalışmaların… Şu kritik süreçte, verdiğin bütün mücadelelerin belki de zirve noktası olan şu günlerde, sessiz sedasız kenara mı çekileceksin?

Mümkün mü? Bir ayağı hep sabit olanların muhatap olacağı ve yanıtlaması gereken sorular değil bunlar. Kendinden şüphesi olan cevaplasın.

Meselem de bu değil zaten. Biz yükümüzü sevdik. Omuzlarımız ilk günkü gibi dolu şükür. Fakat bir taraftan da herkesin başka bir yere savrulduğunu görüp üzülmek var. Gündem sertleşiyor. Hatta çirkinleşiyor. Açık aramalar, cımbızlamalar ve niyet okumalar arasında nefes alabilecek alanlar arıyoruz.
Sadece biz gazeteciler için değil, okurların da nefes alabilecekleri alanlara yani haberlere ihtiyacı var belki de.

Oysa “insan”lığımızı tüm dünyaya hatırlatacak gelişmeler yaşanıyor çevremizde. Kavga bile denemeyecek bu gürültü kirliliğinin içinden ne hayatlar yeniden doğuyor, ne umutlar yeşeriyor. Birilerinin hiç değişmeyen gündemi hep insanlık oluyor. Sessiz sessiz bu büyük amaç için çalışıyorlar. Uzun sözün kısası; bizler gündelik hayatımızı kuşatan gündemi konuşurken insani yardım konusunda tarih yazanlardan bahsetmek geldi bu kez içimden.

Önceki gün posta kutuma düşen bir bilgilendirmeyi okuyunca oturup uzun uzun düşündüm. En usandırıcı dertlerimizi masaya yatırdım. Muhasebe bile yapamıyor insan. Gözlerimi kapatıp açtım defalarca. Gözlerimi her açtığımda yeniden doğmuş olmanın hissiyatına kapılmak istedim. Fakat olmadı. Zaten mümkün değildi. 2016 yılında 5 Afrika ülkesinde yaklaşık 9 bin insanın katarakt ameliyatı olarak yeniden görmesini sağlamıştı İHH. Gelen e-posta bunu haber veriyordu. Boncuk gibi gözlerden saçılan sevincin fotoğrafları ve çeşitli istatistikler… Okurken gözlerim doldu. Gözümün görebildiği son noktaya kadar şükür bakışları attım. Türkiye’deki hayırseverlerin destekleriyle yapılan ameliyatlar sonucunda binlerce kişi yeniden hayata tutunmuştu. İki aylık bebeğini ilk defa gören annenin sevinç gözyaşlarını yazmak ne kadar da zormuş.

Yazılacak ne çok hayat, ne çok hikâye, ne çok güzel gelişme var oysa. Gözbebeğimiz Kızılay’ın Halep’in tahliyesi sürecinde yaptıklarına gözattım mesela. Ah Halep ah! Daha iki ay önce bir günlüğüne de olsa tüm gündemimiz olmuştu. Belki gündemden düştüler ama İdlip’e yerleştirilen Haleplilerin zor kış günlerini insanlık adına kolaylaştıran Kızılay ve diğer STK’lara gündem ne olursa olsun iki satır yer ayırmamak mesleğimize halel getirir. Şu ana kadar bin tırdan fazla yardım malzemesi bölgedeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmış. Şükürler olsun bu milletin cebinde akrep yok. Bakın şu bilgiler, bir milletin siciline işlemiş sadakayı cariyelerdir aynı zamanda: “Türk Kızılay’ı son 10 yılda 78 farklı ülkede doğal ve insan kaynaklı afetlere müdahale etti, ihtiyaç sahiplerinin barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşıladı.”

Geçtiğimiz günlerde Tayland’ın Krabi adasında sel felaketi meydana gelmiş. ‘Geldi’ diyemiyorum çünkü ben de Deniz Feneri Derneği’nin web sayfasından öğrendim. Haberciliğinden geri kaldığımız gelişmelerden biri daha. Yedi yüz binden fazla Taylandlının zarar gördüğü sel felaketinde, 25 kişi hayatını kaybetmiş. Deniz Feneri Derneği de Patanili Müslümanlardan oluşan ekibini hemen bölgeye yollamış. 70 ailenin selden zarar gören evlerini temizlemişler tek tek… Nasıl ferah haber değil mi?

Bunu tüm dünya biliyor; hayır ve hasenatı seven bir milletiz. Son lokmamız da olsa mazlumlar ile paylaşmaktan geri durmuyoruz. Şükürler olsun. Sadakataşı Derneği’ni yakından takip etmeye çalışıyorum. Mülteciler için çok güzel işler yapıyorlar. Lübnan’da yaşayan çoğu Filistinlinin sert geçen kış günlerinde hayata tutunması için, 3 konteynırdan oluşan 650 bin TL değerindeki kışlık malzemeleri gemi yoluyla ülkeye ulaştırmışlar. Ümmetin sahipsiz milleti Filistinlilerin, Lübnan’da nasıl şartlarda yaşadıklarını birkaç ay önce yakinen görmüş bir gazeteci olarak çok içselleştirdim yapılan yardımları. Yüreğim hafifledi.

Sadece gıda, giyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılamakla bitmiyor Türk milletinin sorumluluğu. Bitmesin de zaten. Türkiye Diyanet Vakfı’nın öncelikle Balkanlar ve Orta Asya Ülkeleri başta olmak üzere Latin Amerika, Kafkaslar, Güney Asya ve Ortadoğu’daki ülkelere, 546 bin Kur’an-ı Kerim ulaştırmasını da çok önemsemeliyiz. Maneviyatın ekmek ve su kadar önemli olduğunu en fazla ‘kader mahkumları’ bilirler. İşte Beşir Derneği de tam burada üstüne düşeni yapıyor. Mahkumların ıslahı ve topluma kazandırılması için hazırladıkları proje kapsamında toplanan dergi ve kitapları 2 yıldır 350 cezaevine ulaştırıyorlar. Sayısız yardım kuruluşumuzun anlatmakla bitmeyecek binlerce güzel projesi var elbette. Sayfada yer olsa yaz yaz bitmeyecek nice güzelliklere imza atıyorlar. Sadece son dönemde rastladıklarımdan birkaç örnek sunmak istedim.

Bizi “dünyanın en yardımsever ülkesi”, “dünyanın en çok mülteci ağırlayan ülkesi” yapan bu yüreği kaybetmemiz için tek gündemi “mazlumlar” olan yiğit insanlar harıl harıl çalışırken, suni gündemler üzerinden kendini tatmin etmeye çalışanlar bir durup düşünse keşke. Çamur içindeki ayakları soğuktan buz kesmiş bir çocuğun ayağını nefesimizle ısıtsaydık, günlerdir kursağından yemek geçmemiş birinin kapısını sımsıcak bir tas çorbayla çalsaydık, hastalıktan kıvranan çaresiz bir cana derman sunsaydık, birinin sofrasına aş, birine yoldaş, birine soğuktan korunak olsaydık… Böyle soğumazdı kalbimiz. Bu insanlarla dertlenseydik, derdimiz güzel olurdu bizim. Şu suni gündem çekişmelerinin çirkinliğinden başımızı bir nebze olsun kaldıralım. Karlı dağlarda doğum yapan koyunun sırtında taşıyan Rizeli kızın gözlerine bakalım mesela. İnsanlık… İşte orada. Hiçbir gündemin değiştiremeyeceği şeydir “merhamet”. Onu kaybetmeyelim, gerisi hallolur.