Batı’nın ideolojik söylem üstünlüğünün sonu

Fransa’da 1990’lı yıllarda başörtüsü yasakları başladığında Paris’te protesto gösterileri yapılmıştı. Bu gösterilerden bize yansıyan kareler arasında birisi çok anlamlıydı. Başörtülü bir gösterici yüzüne şerit hâlinde yan yana üç renkli bir sembol nakşetmişti. Hemen tahmin edileceği gibi üç renk mavi, beyaz ve kırmızıydı: Fransız bayrağının renkleri. Bu renkler hürriyet, eşitlik ve kardeşlik fikirlerini sembolize eder ve bu fikirler Fransız İhtilali sonrasında bütün dünyaya yayılmıştır. Başörtülü kızın yüzündeki üç renkli sembol modern Batı dünyasına ve değerlerine yönelik alaycı bir eleştiri, Bastil Hapishanesi’nin Paris’inde modern Batı Avrupa değerlerine yönelik bir meydan okuma idi. Bu resmin zihin dünyamda bıraktığı derin etki, Batılı muhataplarının zihin dünyası için de geçerliydi. Elbette tepkiler birbirinden çok farklı ve zıt yönlerde oldu.

Batılılar iki yüzyıldır bu değerler üzerinden bir üstünlük kurmuşlar, Batı dışında kalan herhangi bir bölgeyi, oranın insanlarını, kültürlerini bu değerler üzerinden aşağılamışlardı.

Üstün Batılı değerlerden hareketle Doğu’yu tanımlamış, yargılamış, baskı altına almışlardı. Kısacası bu değerler, onlara ideolojik bir söylem üstünlüğü kazandırmış ve bu üstünlüğü tepe tepe kullanmışlardı. Fakat bugün artık Batı’nın ideolojik söylem üstünlüğünden, etik ve entelektüel kibrinden bahsetmek mümkün değildir.

Seksenli ve doksanlı yılları çok önemsemeliyiz. Çünkü bugün yaşanılan birçok hadisenin kökleri oraya uzanmaktadır. Başörtüsü yasakları üzerinden İslamî söylemin dar bir alana sıkıştırılması, İslamî Selamet Cephesi’nin iktidarının engellenmesi, Fethullahçıların anti İslamcı bir cepheye konuşlandırılması, Taliban’ın ortaya çıkışı, Körfez Savaşı, Bosna’da yaşanılan onca acı, Karabağ’da sürgün ve katliam, Kırım Türklerinin inanılmaz yoksulluklar içinde vatanlarına dönme çabaları hep bu döneme rastlar. Bugün İslam dünyasında belirleyici olan karşıtlıklar da saydığımız hadiselerin uzantılarıdır.

Doksanlı yıllarda Batı’nın Türk ve İslam dün­yasına yönelik bakışında köklü bir değişim mey­dana geldi. Yeni bakışın en belirgin vasfı düşman­lıktı. Çünkü bu dönemde Doğu’da şartlar değişmiş, halkların gerçek temsilcisi olan sosyal gruplar olay­ların akışında belirleyici olmaya başlamışlardı. Türk ve İslam dünyası kendine bir çıkış arıyor, bu arayıştan doğan gerilim üretken bir zihin yapısına zemin hazırlıyordu.  Nihayet geçmişin yüklerinden kurtulma yönündeki çabalar meyvesini vermeye başlamıştı. Uzun bir mücadele döneminden sonra Mısır’da İslamcılar iktidara gelmiş ve kendi toplumlarının birikmiş sorunlarına el atmışlardı. Barış ve adaleti önceleyen, eşit paylaşıma önem veren bir yaklaşıma sahiptiler. Zayıfların elinden tutup onlara umut olacaklardı.

Mısır’da bütün dünyanın gözü önünde, kendi halkının desteğini alarak iktidara gelen İhvan-ı Müslimin’e yapılan darbe ve darbeye karşı gösterilen direniş büyük bir zihniyet değişimini gün yüzüne çıkardı. Batı, eski sömürge dönemi zihniyetine dönüş yaparak Mısır’da darbecileri doğrudan destekledi. Bu destek belki kısa bir dönem için İslam dünyasına ciddi bir zarar verdi. Fakat bunun karşılığında Batı’nın yüzyıllar içinde kazanmış olduğu üstünlük eriyip gitti. Batılı entelektüel dünya ideolojik söylem üstünlüğünü kaybetti. Paris’te Batılı değerlere alaycı bir eleştiri ile meydan okuyan kızın karşısına, sanki tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş anakronik bir figür gibi duran develerin üstündeki elleri palalı askerler çıkarılabildi. Paris’te sessiz sedasız bir şekilde Batı’nın değerlerine meydan okuyan kız imgesi ile oryantal bir hatırlatma olarak deve ve Doğulu vahşi savaşçı imgesi karşı karşıya geldi. Mısır ve Mısırlılar kaybetmiş gibi görünüyor. Cezayir, Tunus ve Suriye kaybetmiş gibi görünüyor. Fakat görünüşe aldanmamak gerekir.

Jean Poul Sartre’nin, Frantz Fanon tarafından kaleme alınmış Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitaba ön söz yazdığı günler çok gerilerde kaldı. Jean Genet’nin Şatilla’da Dört Saat’i Batı entelektüel dünyasında bir karşılık bulmadı. Daha acı olanı ise Rachel Corrie, Gazze Şeridi’nde bizzat onlar tarafından öldürüldü. Batı’nın entelektüel ve ahlakî üstünlüğü fikri Cezayir’de yaşanılan olaylardan sonra Körfez Savaşı’nda, Bosna’da, Karabağ’da, Myanmar’da, Mısır’da yerle bir oldu. Türk ve İslam dünyası için “Batı’nın üstünlüğü, Doğu’nun geri kalmışlığı” fikri çoktan geride kaldı. Artık kimse üstün Batı değerlerinden bahsetmiyor. Görünüşte İslam dünyası kaybediyor gibi olsa da Batı bütün bir yeryüzündeki üstünlüğünü kaybediyor. Batı, I. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün bir yirminci yüzyılda, ideolojik söylem üstünlüğünün kazanımlarını bir kenara itmek zorunda kaldı. Müslüman toplumlarda Batı hâkimiyetine karşı üretilen mücadele biçimleri belirli bir başarı düzeyine ulaşınca Batı’nın bu dünyaya olan yaklaşımı değişti. Batı, Müslüman dünyaya yönelik bakışını yok sayma yerine, düşmanlık üzerinden kurgulamaya başladı.

Batı’nın Türk ve İslam dünyasına yönelik bakışındaki değişiklik büyük bir kuşatmanın yeniden gündeme gelmesinde belirleyici oldu. Muhtemelen bu kuşatmanın neticeleri çok ağır olacak. Yaşanılacak acıların boyutlarını tahmin etmek kolay değil. Üstelik yeni dönemde Batı, İslam dünyasından devşirmiş olduğu müttefiklere önemli bir değer atfediyor. Bugün Türkiye’de farklı grupların Rusya-Türkiye karşıtlığında gösterdikleri tavrı önemsemek gerekiyor. Bu çerçevede Fethullahçı yapının peyderpey yurt dışına taşınıyor olmasını da yeni bir bakış ile yorumlamakta fayda var.