Amerika’nın içişleri ve adalet bakanlarımıza yönelik saldırgan tutumu karşısında Türkiye’de bir panik havasının oluşmamasını emperyalizm karşısında yüzyıllara dayanan bir tecrübeye borçluyuz. Rahip Brunson yargılanan ilk yabancı nüfuzlu kişi değil. Brunson gibi, ülkemizde yaşayan Batılılar tarihte birçok önemli davaya konu olmuş, Türkiye’nin Batı karşısındaki kayıplarında bir araç olarak kullanılmışlardı. Bu şahıslardan biri Sultan II. Mahmut döneminde İstanbul’da yaşayan bir İngiliz’di: William Churchill.
William Churchill bir gazeteciydi, 1836’da İstanbul Kadıköy’de avlanırken çobanlık yapmakta olan bir Türk çocuğunu vurur. Olay kısa sürede İngiltere ile Türkiye arasında bir krize dönüşür. Yoğun baskılara dayanamayan Osmanlı yönetimi Churchill’i serbest bırakmaya mecbur kaldığı gibi adama ticaret yapma ve gazete çıkarma izni de verir. Türkiye’nin ilk özel gazetesi Ceride-i Havadis yayın hayatına bu şartlarda başlar. Olayın detayları günümüzde yaşanan Brunson hadisesinin anlaşılmasını sağlayacak niteliktedir, bilgi edinmek isteyenler Murat Bardakçı’nın 20.04.2014 Haber Türk gazetesindeki köşe yazısına bakabilir.
William Churchill hadisesi Türkiye ile Batı arasında krize neden olan ne ilk ne de son olaydır. Ruslar, İngilizler ve diğer Batılı devletler; bugün Rahip Brunson hadisesinde Amerika’nın takındığı tavır gibi hukuku ilgilendiren ve “suç” kapsamına giren hadiseleri, siyasî krize dönüştürerek karşı tarafın gücünü test etmek amacını gütmüşlerdir. Bu yöntemi hem adlî vak’alarda hem de casusluk faaliyetleri kapsamına giren ve bir ülkenin güvenliğini ilgilendiren hadiselerde kullandılar. Balkanların elimizden çıkma sürecinde de benzer olayların tekrar edildiğini görürüz. 1903’te Rus konsolosların Balkanlardaki faaliyetlerini Osmanlı’nın gücünün test edilmesi şeklinde izah edebiliriz.
Batı basınında bu dönemler oryantalist dilin tavan yaptığını söylemeye bile gerek yok. Tarihin bir başka acı gelişmesi de Yüzbaşı Enver’in Abdülhamit’e karşı düşmanlığının Rus konsolosların Balkanlardaki fütursuz faaliyetlerinden sonra ortaya çıkmış olmasıdır. Enver Paşa hakkındaki iddia bu yöndedir.
İlginçtir, Türkiye’de tarihte kaldığını zannettiğimiz hadiseler tekrar yaşanıyor. Tarihte ikinci defa yaşanan komedidir, derler. Karlof suikastında Türkiye ile Rusya arasında bir savaşa neden olmak istediler. Ruslar ve Türkler tarihin iki ezelî düşmanı olduklarına göre onları tekrar savaşa sürükleyebiliriz, dediler. Bunu da bir FETÖ’cüye yaptırmak kadar kolay bir iş yoktu. Çünkü iki ülkeyi uçak krizinde savaşın eşiğine kadar getirmeyi başarmışlardı, ortam çok müsaitti. Eğer başarsalardı bir suikast üzerinden onlarca yıl sonra yine Türkiye’yi savaşa sürüklemiş olacaklardı. Türkler ve Ruslar savaşacak, parsayı Batı toplayacaktı. İkinci defa yaşanılanın komedi olmasına örnek de bu olacaktı.
Türkiye’de avam, halk denerek cahilliği ima edilenler son dönemde yaşanan gelişmeleri derin bir kavrayışla anladı. Onun için 15 Temmuz’da devleti uçurumun kenarından millet kurtarmıştır. 2009’da yaşanan “one minute” hadisesinden sonra milletin öne çıkmaya başlaması Türkiye’ye çok önemli avantajlar sağladı. Zaten Türkiye’ye karşı bu kadar güçlü, organize saldırıların atlatılması başka türlü mümkün değildi. 1836’da ve 1903’te liderlerin arkasında duracak ve onları Batı’ya karşı güçlü kılacak bir kamuoyu yoktu. 2009’da kamuoyunun ya da daha yeni bir ifade ile “yerli ve millî” duruşun önemi bir daha anlaşıldı. Nitekim Gezi Parkı Kalkışması’nda ikinci defa kamuoyunun gücü kendini kanıtlamış oldu. Emperyalist bir saldırı, millet bilincinin sokağa hâkim olmasıyla def edildi. Brunson hadisesinde de Amerika’nın sahnelemek istediği komedi aynı duvara tosluyor. Artık bu ülkede Batı’nın basit bir senaryo ile devleti yalnızlaştırma dönemi kapanmıştır.
Bu işlerden anlayanlar, İzmir’de geçen on yıllarda birtakım ortamlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolulu gençlere yönelik bazı faaliyetler hakkında bilgi sahibidirler. Hatta farklı faaliyetler kapsamında bazı dinî mekânlar dikkat çekici bir şekilde öne çıkmaktaydı. Sıradan insanların dikkatini çeken bu faaliyetlerin devletin de kulağına gittiğini anlıyoruz. Amerika, Türkiye’nin bu faaliyetler hakkında ciddî bilgilere sahip olduğunu çok önemsemeden, tarihte olduğu gibi Brunson’u bir baskı ve tehdit aracına dönüştürmeye çalışıyor. Aslında bu türden taktikler sömürgecilik tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat söylediğimiz gibi Türkiye; millet ve devlet bütünleşmesini sağlamış, güçlü bir kamuoyu desteğini arkasına almıştır. Millîlik ve yerlilik hassasiyeti sokakta kendi yansımasını bulmaktadır.
Millet bilincinin sokağa hâkim olması sıradan bir gelişme değildir. Son dönemde üretilmiş en önemli kavramlardan biri “yerlilik ve millîliktir”. Dikkatli bir şekilde üzerinde durulduğu zaman bu kavramların yeni bir ideolojiye kapı aralamadığı, bilakis siyasî gelişmeler karşısında yeni bir duruşa işaret ettiği görülür. Bu kavramlar bölücü, ayırıcı, ötekileştirici bir niteliğe sahip olmayıp coğrafya, vatan ve milliyet eksenli geniş bir çerçeve sunmaktadır. Türkiye’nin ihtiyacı olan da bu yeni duruş biçimidir.