Yıl 1918. Yine böyle bir mart ayı. Osmanlı Türk ordusu I. Dünya Savaşı’nın ağır şartları içinde birçok cephede varlık yokluk savaşı veriyordu. Avrupalı emperyalist devletler dünyanın neredeyse tamamını hâkimiyetleri altına almış, geriye sadece Osmanlı coğrafyası kalmıştı. Zaten bu savaşın çıkış sebeplerinin başında coğrafyamızın paylaşılmasında yaşanan anlaşmazlıklar vardı. Dört yıl boyunca devam eden savaşta bütün ordular yorgun ve bitkin düşmüştü. Bizi hazin bir mağlubiyet bekliyordu. Savaştan mağlup çıktık, bütün Osmanlı geçmişimizle mağlup olan bizdik. Asil bir mağlubiyetti. Çünkü hiçbir cephede gönüllü teslim olmadık. Tam manasıyla ölümüne mücadele ettik.
Savaşın sonlarına doğru Osmanlı Türk ordusunun artık hiçbir gücünün kalmadığına inanıldığı bir zamanda Ermeni ve Ruslardan müteşekkil birlikler Bakû’da tarihte eşine az rastlanır bir katliama giriştiler. Tarihe Mart Faciası adıyla geçen bu hadiselerde bütün Azerbaycan’da 50.000’den fazla Müslüman katledilmişti. Ermeni ve Rus çetelerinin katliam haberleri Osmanlı başkentine de ulaştı. Azerbaycan’dan yardım çığlıkları yükselmeye başladı. Kafkasya Müslümanları adına İstanbul’a heyetler gönderildi. Enver Paşa, üvey kardeşi Nuri Paşa kumandasında bir ordu teşkiline karar verdi. Batı dünyasının bitti dediği Osmanlı yeniden ayağa kalktı ve Kafkasya Müslümanlarının kurtarılması için harekât emri verildi. Kafkas İslam Ordusu kurulmuş ve Bakû istikametinde yürüyüş başlamıştı.
Bugün Suriye’de olduğu gibi katliamı görmezden gelen Batı, Kafkas İslam Ordusu’nun Bakû istikametinde yürüyüşüne her türlü engeli çıkarmak için harekete geçti. Savaşta müttefikimiz olan Almanlar dahi bu sefere karşı çıkıyordu. Kafkas İslam Ordusu önce yeni Türk cumhuriyetinin geçici merkezi olan Gence’yi güvence altına aldı. Sonra sıra Bakû’nun kurtarılmasına geldi. Nuri Paşa kumandasındaki ordumuz, ilk çatışmalarda düşman kuvvetlerini bozguna uğratmış ve Bakû’ya doğru giden yol açılmaya başlamıştı.
Bakû’nun kurtarılması ve katliamın durdurulmasına Almanlar ne kadar karşı çıktıysa İngilizler de o kadar karşı çıktı. İngiliz basını, Trakya’dan Hindistan sınırına kadar geniş bir alanda bağımsız Müslüman devletlerden bahsetmeye başladı. Enver Paşa’yı ve Osmanlı ordusunu hayalperestlikle, Turan hayali kurmakla, pan-İslamist olmakla suçlamaya başladılar. Bu suçlamaların hâlâ devam ediyor olması anlamlıdır. İngiliz basınının Hindistan’a kadar bağımsız Müslüman devletlerden endişe etmesi de anlamlıdır. Çünkü o dönemde İngiliz imparatorluk tacının eşsiz mücevheri Hindistan sömürgesiydi.
Ağustos başlarında Kafkas İslam ordusu Bakû’ya dayandı. Artık Bakû’nun kurtarılması an meselesiydi. Rus ve Ermeni güçleri Enzeli’de bulunan İngiliz ordusundan yardım istedi. Hindistan’a kadar geniş bir alanda ortaya çıkacak bağımsız Müslüman devletlerden endişeye kapılan İngilizler, Bolşevik Ruslara ve Ermenilere yardıma koşmakta çekince göstermedi. Bugün Afrin’de hangi gerekçe ile karşımıza çıkmışlarsa o zaman da aynı gerekçelerle Türk ordusunun karşısında durdular. Fakat Kafkas İslam Ordusu, Bakû’ya varmakta kararlıydı. Enver Paşa, özel hattan çektiği telgraflarda her ne pahasına olursa olsun Bakû’nun kurtarılması gerektiğini söylüyordu. Fakat ordumuz yeterli mühimmat kalmadığı için Bakû önlerinde durmak zorunda kaldı. Düşmana atılacak top mermisi dahi yoktu. Bu mola bir aydan fazla sürdü. Bakû’da Türkler üzülürken Rus ve Ermeniler seviniyordu. İngilizler de takviye birlikler getirmeye devam ettiler. Bu esnada Bakûlu Türklerden Nuri Paşa kumandasındaki orduya gönderilen bir mektuptan bahsedilir. Bir bölümünü nakledelim:
“Bakû denilen milyon ve milyar şehrinin kapıları önünde günlerden beri zafer kuşunun kanadını yakalamak isteyen Türk Ordusu’na!
Bu güzel gönül kapıcı şehri eğer siz zapt edemezseniz, Türk’ün ve ordusunun şerefini şimdi içinde bulunduğunuz hendeklere gömeceksiniz.
Eğer siz bu servet ve altın şehrini zapt edemezseniz, sevgili büyük vatanımıza en kıymetli bir hediye takdim etmek fırsatını kaçırmış olacaksınız.
Eğer siz, yeşil denizin bu meşhur şehrini zapt edemezseniz, Kafkas Türkleri ve Türkistan Müslümanlarının kalbine saplanmış olacak zehr-i hançerin üzerine ‘Eyvah ki Türk bize imdada gelmedi!’ cümlesi yazılmış olacaktır. Kafkasya feryat edecek, Türkistan ağlayacaktır. (…)
Ey Türk askeri! Eğer sen bu şehri alamaz isen, Bakû’da senin için hazırlanan sofralar misafirsiz kalacak, senin için dikilen elbiseyi düşmanın giyecektir. Senin için yapılan adaklar yerine getirilemeyecek, senin uğruna kesilecek kurbanlar düşmanlara kalacaktır. Senin için hazırlanan altın keselerini düşman yağma edecektir. (…)
Fakat sen ey Türk askeri! İngilizlerin gücünü kendi zorunla Çanakkale’de kırdın. En büyük harp gemilerinin büyük güllelerine aylarca göğüs gerdin. Kûtülamare’de 14.000’’i esir aldın. Karşındaki düşmanın çoğunu, Ermenileri belki Azerbaycan’dan, Kars’tan beri önüne katarak da bu şehre tıktın. Türk adını büyüten Çanakkale, Kûtülamare, Galiçya, Romanya’dan sonra Kafkasya gelecek ve Bakû şehri de yiğitlik tacının bir elmas taşı olacaktır. Al Bakû’yu! Vatanına bir altın armağan yap!”
Bakû kurtarıldı. Eğer bugün Bakû hâlâ Türk ve Müslüman şehriyse bunu Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’na borçluyuz. Osmanlı ordusunu olmaz bir hayalin peşine düşmekle suçlayanlar bugün Türk ordusunu da aynı şekilde karalamaya çalışıyor. Sonuna kadar savaştık. Erdoğan’ın “ölümüne” sözü, o zamanki duygulara tercüman olur. Önümüzde seçenek olduğu hâlde zor olanı tercih etmeye alışmışız. Muhteşem bir maziye sahip olan biz Türkler, bundan başka bir tercih de yapamayız. Atalarımız, bütün İslam coğrafyası için mücadele etti. Bugün olan da bundan başkası değildir.