Avrupa’nın ortasında açık yüzleriyle Türkler

Türkiye’den gelmiş bir bakana sahip çıkmak için gecenin ilerlemiş vakitlerine aldırmadan sokaklara fırlayan ve çok uzak şehirlerde yaşamalarına rağmen doğruca Hollanda’ya, Rotterdam’a akın eden Türkler elbette bir gösterinin içindeydiler. Yalın kılıç bir hâldeyken bakan hanımefendinin yanına koşmakta bir sakınca görmeyen Türkler, atalarının yüzyıllardır sahip oldukları özelliklerini gün yüzüne çıkardıklarının farkında mıydılar bilemem ama televizyonlara yansıyan görüntüler, onların, vahşî saldırıların her türlüsüne hazır olduklarını gösteriyor. Buna rağmen içinde bulundukları hassas durumun hakkını verme yönünde en küçük bir zafiyet göstermeyerek olayların devam ettiği müddet zarfında herhangi bir taşkınlığa meydan vermediler. Bu esnada, çok dikkat çekmese de öne çıkan durumlardan biri de Avrupa’da yaşayan Türk göstericilerin herhangi bir şekilde kendilerini saklama derdine düşmemiş olmalarıydı.

Maruf bir yazarımız yıllar boyu Batı’da şövalye, Doğu’da ise pusu kültürünün egemen olduğunu söyleyip durdu. Doğu ile kastettiği Türklüğün hâkim olduğu coğrafya idi. Oryantalist indirgemecilik ve ötekileştirmenin şahkârı sayılabilecek bu ifadenin yerliler arasında şöhret bulmuş bir müstağrib tarafından dillendirilmiş olması kendi başına ironi örneği idi. Fakat bundan daha vahimi bu tarz ifadelerin toplumun bir kesimi tarafından rahatlıkla içselleştirilmiş olmasıydı. Kuşkusuz bu ifade geçen asrın ikinci yarısında Batılılaşmış aydın tipinin hâlet-i ruhiyesini gösteren önemli bir örnektir. Onlar, içinden çıktıkları kabuğu beğenmeyenler misali nefes aldıkları ortama dair ne varsa hepsini aşağılama dürtüsüyle hareket ediyorlardı. Garpzedelik toplumun bir kesimi için içselleştirilmiş hayat anlayışına dönüşmüştü. Bugün dahi Doğu-Batı karşıtlığını gün yüzüne çıkaran herhangi bir hadisede Garpzede güruhunun soluğu hemen Batı kentlerinde, efendilerinin yanı başında almaları üzerinde durulması gerekli bir hadisedir.

Fakat herhangi bir seçilmişlik ve besleme avantajına (!) sahip olmadığı hâlde Batı kentlerinde hayat mücadelesinin bütün zorluklarına göğüs gererek varlığını geleceğe taşıma mücadelesi veren, sıradan Müslüman Türklerin, Türkiye’den kendilerine misafir olarak gelmiş bir bakan hanımefendiye sahip çıkmaları da üzerinde durulması gerekli bir hadisedir. Gerçek manada işçi sınıfını temsil eden bu Müslüman Türklerin, şimdiye kadar örneğini bol miktarda gördüğümüz olaylardaki gibi herhangi bir şekilde yüzlerini bir maskenin arkasına gizlememiş olmaları da önemsenmelidir. Avrupa’daki kişisel geleceklerini tehlikeye atmalarına rağmen, içinde yer aldıkları eylemin bütün risklerini görmezden gelmeleri tercih edilmiş bir duruşa işaret etmektedir.

Batı’nın bütün kurumsal gücünü arkasına alarak Doğu ülkelerinde efendilik yapmaya çalışan besleme unsurlar, kendi ayaklarına kurşun sıktıklarının farkında olmayarak gizlendikleri maskelerin altında faaliyet yürütmüşlerdi. Bahsettiğimiz maskeler Batılı değerler dedikleri şeylerdi. Üstelik bu maskeyi onlara Batılı efendileri takmıştı. Çünkü Batı, maske kullanmayı bir alışkanlık hâline getirmişti. Gezi Parkı kalkışmasında yüzü gerçekten maskeli grupları da bolca gördük. Batılı değerleri soyut maskeler şeklinde kullanma durumu daha anlamlı bir örnektir. Hakikatler birer birer ortaya serilince bu soyut maskelerin arkasındaki yüzler ortaya çıkıvermişti. Türkiye özelinde bile ders verme yarışına giren birçok Batılı siyasetçi, akademisyen, gazeteci, entelektüel örnekleriyle karşılaşmıştık. Rahatça gelirler ve devşirdikleriyle birlikte sorunlu hâle getirdikleri alanlarda boy boy fotoğraf verip büyük değerler adına söylevlerde bulunurlardı.

Bir bakan hanımefendi Almanya ve Hollanda’da, üstelik Batılıların kendi meseleleri hakkında Batılılara yönelik bir konuşma bile değil, sadece Avrupa’da yaşayan Türkiyeli seçmenlere yönelik bir konuşma için yola çıktığında özgüvenleri bir anda hak ile yeksan oldu. Sadece bir fiske ile sırça köşk baştan aşağıya çatladı da AB içine gizlenmiş koskoca Alman imparatorluğunu herkes gördü. Laf arasında söyleyelim, bundan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız büyük mücadelede yalnız olduğundan bahsedemez. Artık Fatma Betül Sayan Kaya gibi milletiyle birlikte sonuna kadar gitmeyi göze almış yol arkadaşları var. Zaten Sayın Cumhurbaşkanımızı yalnız bırakanların da bir önemi kalmadı. 15 Temmuz Direnişi, iki yüz elli yıllık bir dönemi sona erdirdi.

Avrupa’daki Türklerin, Rotterdam’da sergilediği duruş, 15 Temmuz Direnişi’nin gelip geçici bir hadise olmadığını gösteriyor. Artık Türkler tarih sahnesine dönmüştür. Bu sahici bir dönüştür. Bunun tercih edilmiş ve benimsenmiş bir dönüş olduğunu 15 Temmuz Direnişi’nde ölümün üzerine korkusuzca yürüyen insanlar göstermişti. Benzer bir tavrı Avrupa’daki Türklerin de sahiplendiğini, onların herhangi bir şekilde kendilerini gizleme gayretine düşmemelerinden anlıyoruz.

Almanya başta olmak üzere Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinde yükselen Türkiye karşıtlığını, FETÖ ve onunla ilişkili terör örgütlerinin yurt dışında yeniden örgütlenmesiyle izah etmiştik. Rotterdam’daki olaylarla geniş bir hareket alanına sahip olmadıklarını görmüşlerdir. Milletimizin evlatları bulundukları her yerde Türk ve Müslüman dünyanın meselelerine bigâne kalmadıklarını her hâlleriyle göstermiş oldular. Artık FETÖ ve onunla ilişkili terör örgütleri için sadece Türkiye dar değildir, milletimizin evlatları onlara dünyanın her yanını dar edeceklerdir.