‘Ateşkesin kazanını kim’ mi?

Suriye ve devrim kelimeleri, 2011 yılında bir halkın onurlu mücadelesi için bir araya gelmişti. Şu anda bu yolun ucu nereye varmış olursa olsun, ‘düzenin değişmesini isteyen çocuklar’ sadece reform talep etmişti. Kan ve savaş değil.

Arap Baharı’nın domino etkisi ile Bahreyn, Libya, Fas ve Mısır’da kök salmış diktatörleri iktidardan indiren rüzgarı, bir darbeyle başa gelen demir yumruk Baas rejiminin de kapısına dayanmıştı Suriye’de.

Dera’da kendi aralarında yaptıkları bir telefon konuşmasında ‘devrim’den bahseden iki doktor kadının muhaberat tarafından gözaltına alınması, bu doktorların serbest bırakılmasını isteyen ve duvara slogan yazan 13-14 yaşlarındaki çocukların da tutuklanarak gözaltına işkence görmesi. Ve büyüyen gerilimin, Ömer Camii çevresinde askerlerin halka katliam yapması ile sonuçlanması…

Paylaşacağım şu verileri mutlaka birçok kez okumuşsunuzdur, belki de dün gibi aklınızdadır o günler. Fakat sonucuna dair bir şeyler söylemek için hatırlatılması gerektiğini düşünüyorum.

2011’in Mart ayıydı. Dera Valiliğinin baskıcı uygulamalarını protesto edenlerin toplanma yeri olan ve yaralıların tedavi edildiği geçici bir hastane gibi kullanılan El Ömer Camii’ne yapılan saldırılarda 30’dan fazla sivil öldürüldü. 8 Nisan’da düzenlenen iki ayrı gösteriye yapılan saldırılarda en az 25 kişi öldürüldü. 22 ve 23 Nisan’da İzra’daki bir gösteri ve cenaze töreni sırasında yapılan saldırı sonucu en az 34 kişi öldü. 25 Nisan’da başlayan Dera ve komşu köylerin kuşatması sırasında ve komşu köylerin kuşatmayı kırmaya çalıştığı 29 Nisan’da yapılan saldırılarda yaklaşık 200 kişi öldü.

Her şey yukarıda yazılan vahşet sırasında belli olmuştu. Silahsız, sivil halk, meydanlarda marş söyleyerek; başlarda ‘devrim’ bile değil, ‘reform’ istiyordu. Ve gördükleri karşılık önce onar onar sonra yüzer yüzer öldürülmek oldu.

Geçen 6 yılın nasıl bir kıyım ve yıkım getireceğinin işaretleriydi belki de bunlar.

Gelelim 30 Aralık 2016’ya. Yıllardır beklediğimiz o ateşkes gününe. Anlaşmaya ne kadar sadık kalınacak, oluk oluk akan kan gerçekten duracak mı, bunu bilmiyoruz. Defalarca bozulan ateşkeslerden sonra elbette tereddüt içindeyiz. Her şeyin yeniden başa dönmesinin korkusu var üzerimizde.

Bundan birkaç ay önce ‘hayal’ diyeceğimiz bir ateşkes mutabakatı var şimdi önümüzde. Ateşkes manşetleri var artık elimizde. Gündem bu. Aslında ne kadar da incitici. Suriye’de akan kan deryasına mı yanalım, topyekûn ABD’nin tezgahına gelmiş olmaya mı? Yoksa İran ve Rusya’nın biz bedeller öderken elde ettiği kazanıma mı?

Etkileri onlarca yıl sürecek ve “Bak bu olay da Suriye savaşının bir sonucudur” diye analizler yapacağımız günler bekliyor şimdi bizi, bir de geride kalanları en insani duruşumuzla toparlamak. Birleşmesi imkânsız o kadar çok parça var ki; uzunca yıllar ellerimizde kırık parçaları ile dolaşacağız belki de. Tüm yaşananları ve yaşanacakları ‘umursamak’tan başka yolumuz yok. Çünkü biz vicdanlı insanlarız, vicdanlı Müslümanlarız. Çünkü biz ‘biz’iz…

Bir tek, hiçbir anlaşmaya ‘reel politik’ açısından bize ne getirir ne götürür diye bakamayız sadece. Biz duracağımız yeri insanların göreceği zarar üzerinden kurgularız. Bir damla daha kan akmasın diye çırpınırız.

Suriye politikası noktasında çok şey söylenebilir. Masadaki taraflar tartışılabilir. Kim, nerede, nasıl bir pozisyon alacak, kim kime karşı söz sahibi olacak gibi gelecek endişeleri had safhada olsa da her şeye rağmen iki kazanımımız var;

BİR: Tüm kırılganlıklara, birleşememelere, vahşete ve korkunç katliamlara karşı duruşundan taviz vermeyen, muhalif Suriye halkının iradesi. Tüm yokluklarına rağmen yollarından dönmediler. Kendi öz vatanlarında, Çin’iyle, Rusya’sıyla, İran’ıyla, Hizbullah’ıyla, Irak’tan gelen milislerle… tek başlarına mücadele ettiler. Tüm bedellerine rağmen biz Müslümanlara bir ‘direniş’ gösterdiler. Geride kalan acılı annelere, vakur babalara ve Allah’a emanet yavrulara bin selam olsun.

İKİ: Bir taraftan içeriden ve dışarıdan uğradığı saldırılara karşı koyan, diğer taraftan da hiç bir karşılık beklemeden mazlumun yanında duran, ekmeğini paylaşan, yollara düşen Türkiye halkı ve devleti… 1400 yıl önce Mekkelilere Ensar olan Medineliler ne yaptıysa Türkiye halkı da 2011’den beri Suriyeli kardeşleri için onu yaptı, yapıyor, yapacak.

Her iki toplum da tüm acılarıyla birlikte bu süreç boyunca ümmetin ve tüm insanlığın yüz akı olacak olağanüstü gelişmeler yaşadı. Suriye halkı imtihanların en büyüğünü sırtlanırken, Türkiye halkı omuz verendi. Şartlar ne olursa olsun, gelecek ne getirirse getirsin değişmeyecek tek gerçek de bu olacak.

Savaşın etkileri kadar bu ‘duruş’ da gelecek nesillere taşınacak. Buna şükrediyoruz. Ateşkesin kalıcı olmasını, İdlib’in yeni bir Halep olmamasını diliyoruz. Allah, hepimizin yardımcısı olsun.