Asıl tehlike beyin göçü

Bavul göçü pek bir önem teşkil etmiyor artık, asıl tehlike beyin göçü. Bu konuda son dönemlerde Türkiye’nin Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının yürüttüğü birçok faaliyet olumlu bir şekilde kendini göstermeye başladı. Geç kalınmış belki ama hiç olmamasından iyi.

Birçok savaşın, katliamın yaşandığı Balkanlar’da göç bir kader gibidir. Özellikle son bir asır içinde yaşananlar bu kaderin daha da yakasına yapışmıştır. En can alıcı göç, kesinlikle 1912 ve 13 yıllarında yaşanmıştı. Göç kendi içinde bir acıklı bir hâldir elbette, nereye doğru yaşanırsa yaşansın ister kendi vatanına doğru, ister yabancı bir ülkeye doğru…

Balkan Savaşları içinde yaşanan göçlerin ise ayrı bir dramı vardır, birincisi savaşlarla kaybedilmiş topraklar, kendi vatanının dağılması, bu uğurda şehit olan nice askerler bir yana, toprak daraldığı için belirli bir yöne doğru sınırlarla beraber göç etmek zorunda kalanlar. Vatan toprağı da insanlarla beraber bu bölgeden göç etmiştir. Bir diğer göç de belki bir umut ile Balkanlar’da yaşamaya devam edenlerin dışarda, kaldıktan sonra yaşadıkları hâdiselerden dolayı yıllar sonra da olsa yeniden toparlanıp gitmeleridir. Aslında bütün bu göçleri yakın bir tarih olduğu için ayrı ayrı değerlendiriyoruz, ama ileriki tarihte bu bir asır belki de tek bir göç olarak değerlendirilecek. Son dönemde Avrupa ülkelerine doğru yönelen gençlerin sayısı da yadsınamaz.

Her yerde olduğu gibi yaşlı neslin genç nesil ile arasında oluşan kocaman bir uçurum da gözümü korkutmuyor değil. Biz kendimizden göç etmeye başlamadıktan sonra umudumuz olacak, ama asıl göç insanın kendi kimliğini yavaş yavaş terk etmesiyle başlarmış. Bu aslında en tehlikeli olanı değil mi? Bugün ‘diaspora’ denilen bir kavram var. Bizler buna daha yeni yeni alışıyoruz. Diaspora, farklı bir coğrafyada yaşasan da “sen bendensin” deyip o toplumu korumaya çalışmaktır.

Bavul göçü pek bir önem teşkil etmiyor artık, asıl tehlike beyin göçü. Bu konuda son dönemlerde Türkiye’nin Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının yürüttüğü birçok faaliyet olumlu bir şekilde kendini göstermeye başladı. Geç kalınmış belki ama hiç olmamasından iyi. Avrupa ülkelerinde ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Türkiye vatandaşlarına dillerini, kimliklerini ve kültürlerini korumaya yönelik birçok faaliyetleri bulunuyor. Bununla da yetinmiyor, akraba topluluğu diyerek kardeş milletler ve soydaşlara yönelik faaliyetler de düzenliyor. Bu şekilde devam edilir ve daha da desteklenirse gelecek adına güzel olur. Bunu zaman gösterecek.

Bütün bu faaliyetlerin yanında TİKA ve Yunus Emre gibi kurumların varlıkları apayrı bir destek. Son üç yılda Maarif Vakfı’nın da eğitim alanında türlü ülkelerde varlık göstermesi, o ülkelerde yaşayan gençler için son derece önemli. Bu, yaşadığın ülkede kimliğinin korunması demek. Bu bavul göçünün de beyin göçünün de durdurulması demek. Bu konuda daha güçlü ve yararlı bir siyaset izlenirse sağlamlaşır tüm bunlar. Sağlam temelleri olabilmesi için de her ülkenin yerel toplumu güçlendirilmeli.

Türkiye’de yaşayan Rumelililer, göçü sadece bavul ve sandıkta gördükleri, yaşadıkları yeri vatan saydıkları ve kaybetmenin ne olduğunu bildikleri için çalışkanlar. Geçen ay YTB’nin desteği ile Türkiye ziyaretimiz oldu, İstanbul’da Rumeli Türkleri Vakfı’nın yurdunda misafirdik. Yurdun üst katı huzur evi, alt katı öğrenci yurdu. Çok güzel bir örnek. Öğrenciler Balkanlar’dan gelip okuyanlar, huzur evinde kalanlar ise yıllar önce Rumeli’yi terk etmiş kimsesiz kalmış yaşlılar. Uçurum yok aralarında, iyi muhabbetleri var. Yurdun reviri üst katta, kaldığımız sürede 5 yaşındaki kızım ayağına yara bandı almak için üst kata çıkmış. Hem biraz etrafı gezmek için, hem de meraklı bir yapıya sahip.

Kızım Üsküp ağzı ile konuşunca yaşlı dede “nerelisin” diye soruyor. Kızım da “Üsküplüyüm” diyor. Adamın gözleri yaşla doluyor, “neresinden” diye soruyor bu sefer. Belli ki terk ettiği Üsküp’ü hayal etmeye çalışıyor, “evinin yakınında neler var anlatsana” diyor. Kızım da “Metro var, hem de iki tane” diyor.

Dede “Vay be Üsküp ne kadar da değişmiş” diyor. Hemşire anlattı bana, “Yaşlı amcanın hayalinde artık metrosu olan bir Üsküp var. “Ama bizim kızın anlattığı metro sadece bir marketin ismi” dedim. Güldük ama içim gurbet uğultuları ile dolu bir gümrük odası oldu sonra.