Antiemperyalist kalkışmanın gerekleri 

1980’lerden bu tarafa bütün göstergeler FETÖ’nün Türkiye için ciddî bir sorun olacağına işaret ediyordu. Ne yazık ki devlet bu göstergelere aldırmadı ve zaman içinde kendini bu örgüte teslim etti. Bu teslimiyetin hangi tarihten itibaren başladığı ve bu işin sorumlularının kimler olduğu çok önemli bir meseledir. Çünkü FETÖ meselesi bu soruların cevaplandırılması ile bir ölçüde açıklığa kavuşacaktır.

Fethullahçılık bir devlet projesiydi ve bu proje devleti bütün yönlerden kuşattı. Bu kuşatmanın neticesinde vatanımız, milletimiz ve dinimiz tehdit altında kaldı. FETÖ’nün devleti ele geçirmesini sağlayan güçlerle FETÖ’nün temel kodlarını belirleyen kişi ve gruplar farklıdır. Bunun yanında projenin asıl mimarları ise bilinmemektedir.

Bugün neredeyse bütün kamuoyu FETÖ’nün gerçek kimliği ile yüzleşmiş olmasına rağmen bu örgüt hakkındaki sorulara cevap bulmakta zorlanıyor. Daha ileri bir aşama olarak FETÖ meselesini izah eden ve fakat kolay yoldan verilmiş cevapların, konunun anlaşılmasına ve çözüm bulunmasına yardım etmediğini, meselenin içinden çıkılmaz bir hâl almasına yol açtığını belirtmemiz gerekiyor. Ayrıca FETÖ’yü zihniyet bakımından ilişkilendirebileceğimiz fikrî gelenekler konusunda da kolay cevaplarla yetinmek bu meselenin anlaşılmasını sağlamıyor. Örneğin Fethullahçılık hadisesini Kemalizmle ve emperyalizmle ilişkilendiren ya da dinî geleneğin uzantısı olduğu yönündeki izah biçimlerinin FETÖ’yü bütüncül bir şekilde görmekten uzak olduğunu söyleyebiliriz.

Atilla İlhan, 1996’da Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanan bir söyleşide Fethullah Gülen’i Cumhuriyet Türkiye’sinin aydın din adamı yetiştirme projesinin en başarılı örneği olarak göstermişti. Atilla İlhan, bu saptama ile Fethullah Gülen’i modern bir hareket olarak gösteriyor ve gelenekle alakasının kopmuş olduğunu dile getiriyordu. Kuşkusuz Atilla İlhan’ın bu yorumu o yıllarda dikkate alınsaydı bugünkü zihnî karmaşa en alt düzeyde olurdu. Gülencilerin İslamî gelenekten kopmuşluğunu bu kadar açık şekilde dile getiren bir başka örnek hatırlamıyorum. Aynı yıllarda İslamî camiada belirleyici konumda bulunan birçok önemli kimse Gülen’in başarısının geleneğe yaslanmasından kaynaklandığını düşünüyordu. İslamî camiada bulunup da Fethullahçılığı İslamî gelenekle izah eden bu şahıslardan bazıları hâlâ konu hakkındaki görüşlerinin yanlışlığını kamuoyu ile paylaşmamıştır. Yanıldığını söylemek ayıp değildir, çoğu zaman başkalarının gözündeki değerimiz hatalarımızı dile getirmekle daha da artar. Ama pratikte öyle olmuyor.

Devlet projesi olan FETÖ, devlet açısından büyük bir hataydı, bu hata da öncelikli olarak devletin varlığına yönelik telafisi çok zor bir tehdide dönüştü.

Fethullahçılık uluslararası güç odaklarıyla; İngiltere, Amerika, Vatikan ve İsrail ile çok güçlü bağları olan ve onlar adına bütün bir Türk ve İslam dünyasını tehdit eden bir terör örgütüdür. Vatanı, milleti ve dini belirsizleşen bu yapı bir alt emperyal güç olarak coğrafyamızın yeniden şekillenmesinde önemli bir rol oynamak azmindedir. Çünkü kodları daha en baştan bu yönde belirlendiği için bunun dışında bir işleve sahip olmayacaktır. FETÖ mensubu kimselerle herhangi bir meseleyi fikrî açıdan derinlikli bir tahlile tabi tuttuğunuzda bu durumu görmeniz mümkündür. FETÖ’cülerin en temel dinî meselelerden uluslararası ilişkilere kadar geniş bir yelpazede yer alan herhangi bir konuda ümmetin genel yaklaşımlarının tamamen dışında ve genel eğilimlere zıt fikirlere sahip oldukları hemen anlaşılır.

FETÖ, devlet mekanizmasını ele geçirdiği için devlet içindeki bütün önemli mevkileri bariyerlerle çevirdi. Devlet için hayati olan bilgiler aşağıdan yukarıya doğru gitmedi, yine yukarıdan aşağıya doğru yönlendirmeler de yapılamadı. Çünkü bu bariyerler zaten bu bilgi akışının engellenmesi için konulmuştu. Gelinen aşamada devlet ve onun siyaseti bu bariyerleri kendi imkânlarıyla kaldırmakta zorlanıyor. Bu bariyerlerin kaldırılabilmesi için bariyerin dışındakilerle bağlantı kurulması bir zorunluluk hâline gelmiştir. Nitekim Gezi süreci, 17-25 Aralık, MİT Tırları ve 15 Temmuz hadiseleri bariyerin dışındakiler ile kurulan bağlantılar neticesinde atlatıldı. Devlet kendi imkânları ile bu saldırıların üstesinden gelmekte zorlandı.

Türkiye, FETÖ ile yapılan mücadele dâhil olmak üzere bir savaş durumunu yaşıyor. Devletin imkânlarını devlete karşı kullanan bir güç tarafından bütün bir millet, vatan ve din kuşatılmış durumdadır. FETÖ’cülerle mücadele özellikle önemsenmelidir. Devleti kuşatanlar örgütlü ve bu davaya inanmış insanlardan oluşuyor. Oysa milleti temsil edenler örgütlü değildir, doğru olan da budur. Örgütlü olarak yabancılarla iş tutan ve bu iş tutma hadisesinde yardımcılık vazifesi görmüş insanlar var. Bilerek ya da bilmeyerek bu işlerin içinde yer alan insanları aklamaya çalışmanın bir anlamı yok.

Devletin istihbarat kayıtları vardır. Devlet bu örgütü yukarılara çıkarmak için farklı cemaat ve gruplara baskı yaptı. Yerel ölçekte, şimdilerde emeklilik günlerini yaşayan istihbarat elemanları uzunca bir süre Fethullahçı yapının güçlenmesi için çalıştı. Geçmişte Fethullahçılara devlet adına alan açan bu kişilerin bugün konuşması gerekiyor. Çünkü bu kişiler FETÖ’nün güçlenmesi için diğer grupların içine sızmış ve o yapıları etkisiz hâle getirmek için çalışmalar yapmışlardır. Aynı şekilde istihbaratın ve FETÖ’nün farklı araçlarla etkisiz hâle getirdiği kişilere ulaşmak da bu şekilde mümkün olabilir. Böylelikle yeni bir mücadele yöntemi geliştirilebilir.

Türkiye küresel güç odaklarına karşı antiemperyalist bir kalkışma içindedir. Amerika’yı ve Avrupa’yı karşımıza aldık ama bunun gereklerini yerine getirmekten imtina ediyoruz. Bu kararı vermek önemliydi. Eğer elli yıl sonra bu kalkışma gerçekleşseydi Türkiye bugünkü şartlardan daha iyi bir durumda olamazdı. Çünkü küresel güç odakları ve onların lejyonları uyguladıkları kıskaç ile Türkiye’nin hareket kabiliyetini yok eder, nefes almasına imkân vermezdi. Mademki bugün böyle bir mücadelenin içindeyiz, o hâlde bunun gereği yapılmalıdır. Hayatında hiçbir mücadelenin içinde yer almamış maslahatçı insanlarla bugünkü mücadele sürdürülemez.