Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın son açıklamalarına göre ülkemizde bulunan Suriyeli mülteci sayısı 2.7 milyona ulaştı. Ancak bu tespit edilmiş resmi bir veri. Tahminler ise ülkemizdeki Suriyeli mültecilerin çoktan 3 milyonu aştığına işaret ediyor. Dile kolay, 3 milyon… Türkiye’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya’dan sonra nüfus olarak altıncı büyükşehrini kurabilecek bir rakam. Daha açık yazmak gerekirse, Erzurum, Trabzon, Malatya ve Ordu illerinin toplam nüfusunu aşıyor Suriyeliler. En çarpıcı veriyi ise Kilis ortaya koyuyor. Belediye Başkanı Hasan Kara’nın belirttiğine göre 90 bin nüfusu olan sınır şehrimiz, toplam nüfusunu aşan 110 binden fazla kalıcı misafire ev sahipliği yapıyor. Küçücük bir şehrimizin ortaya koyduğu bu insanlık tablosu, dünya gelirinin büyük bir kısmını elinde tutan Avrupa’nın mülteci kabul etmemek adına attığı insanlık dışı adımları hatırlatıyor.
79 milyonluk Türkiye’nin, Suriyeli mülteciler konusunda elbette eksikleri var. Atılması gereken birçok adım olduğu da aşikâr. Fakat buna karşın, Nazi uygulamalarını aratmayan, bütün vicdani duygularını tamamen yitirmiş, 5 yıldan bu yana tüm zulümlere, yaşanan insanlık dramlarına sessiz kalan bir dünya var karşımızda. Hiçbir kırmızı çizgi gözetmeksizin milyonlarca insanı ölüme terk eden bu vurdumduymazlığa itiraz eden, ödediği büyük bedellere rağmen ayakta duran ve insanlık neyi gerektiriyorsa hiçbir karşılık beklemeden, yapması gerekeni ortaya koyan bir Türkiye var.
Bu sadece devlet refleksi değil elbette. Nüfusundan fazla Suriyeli barındıran 10 şehri var Türkiye’nin. Hepsinin, ekonomik, sosyolojik ve demografik yapıları baştan aşağıya değişti. En basitinden komşularımız değişti. Bir sabah uyandığımızda dilini hiç bilmediğimiz, mazlum ve çaresiz insanların karşımıza taşındığını gördük. Bazı medya kurumları provokasyonlara davetiye çıkartan art niyetli haberlere imza atsa da, bazı siyasetçiler “bize oy verin, Suriyelileri geldikleri gibi geri gönderelim” diye iktidar hayali kursa da, bazı faşist düşünceliler galeyana getirici eylemlere imza atsa da Türkiye halkı mayasında olanı ortaya koydu. Asırlar boyunca önlenemez göç dalgalarının kucağı olan Anadolu topraklarının, üzerinde nefes alan insanlara aşıladığı kadirşinaslık bir kez daha gözler önüne serildi..
500 yıl önce ünlü İspanya Engizisyonu’ndan kaçan Yahudilere kucak açan bu topraklar, söz konusu insanlık olunca hiçbir ayrım yapmıyordu. 1800’lerin sonunda sayıları yüz binleri bulan Çerkesleri, Rus soykırımından kurtarıp bağrına basan bu halk, 1980’lerin sonunda Bulgaristan’daki soydaşları, 1990’larda ise Çeçenleri bütün zor şartlar ve dış tehditlere rağmen komşusu ve kardeşi belledi.
Bu yüzden de 3 milyon Suriyelinin içimize karışmasını, soframızdaki ekmeğin paydaşı olmasını sadece Türkiye halkı anlayabilir. Fakat bu duygulardan arınmışlar da var aramızda. Avrupa vicdansızlığıyla hareket edip, çaresiz insanların kaderlerine terk edilmesini istiyorlar. Suriyeli karşıtı söylemlerin öncülüğünü yapan ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. 7 Haziran’dan önce Suriyelileri katil Esed’e geri gönderme vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu şimdi de, “Biz verelim onlara 6 milyar Euro’yu, bütün Suriyelileri, Afganları, Pakistanlıları kendileri alsınlar” dedi. Türkiye’yi AB ile mülteci pazarlığı yapmakla suçlayan CHP liderinin, siyasi çıkarları için bir anda sözde merhamet savunuculuğuna soyunması aslında çok şaşırtıcı değil. Argümanları tükenmiş siyasetin geldiği noktayı gözler önüne seriyor bir kez daha.
‘Çaresiz Avrupa’ ise mültecilerden kendini korumak için ne yapacağını şaşırmış durumda. Bu özverimizi, karşılıksız, bedelsiz, beklentisiz misafirperverliğimizi satın almak istiyorlar şimdi de. Rakamlar konuşuluyor. Toplamda 250 bin Suriyeliyi barındırmaktan aciz olan koca koca ülkeler gözlerimizin içine bakıyor. Şartlar koşuyor, müzakere başlıkları sunuyorlar. Türkiye de elbette Avrupa’yı insanlık önünde dize getirmek için hamle üstüne hamle yapıyor. Yıllardan beri bizi kapısında bekleten süper ülkeler, Suriyelilere hiç düşünmeden sonuna kadar açtığımız kapının altında ezilmişken, tabii ki bunu siyaseten bir güce dönüştürmemiz gerekiyordu. İçeriden ve dışarıdan hiç kimse Türkiye’yi yönetenleri, insanlığı pazarlık malzemesi yapmakla suçlayamaz. Çaresiz insanları pazarlık malzemesi yapanlar, bir avuç mülteciyi görünce bütün şartlarını gözden geçirip, Türkiye’ye karşı ödün üstüne ödün verenlerdir. Dünya siyasetini böylesine sığ bir çizgide izleyenlerin çıkışları ise fikir israfından öte değil. Küllerinden doğup bir kez daha ayağa kalkan bir milletin satın alınamaz ve bedel biçilemez bu duruşunun tarihte nasıl bir iz bıraktığını da yakın zamanda görmüş olacağız.
Yanı başımızda beş yıldan uzun bir süredir devam eden bu savaş, herkesin maskesini düşürmüş durumda. Mülteci akını karşısında özellikle ilk yıllarda felaket tellallığı yapan kesimin tüm tahminleri de çoktan suya düştü. Bu halk, zengin kaynaklarıyla değil, kadim maneviyatıyla bu büyük yükün altından kalktı. Kimi zaman görüntülerine rastladığımız münferit saldırılara karşı toplumun genelinde oluşan tepki de bunun en büyük göstergesi. Bizim inancımız bu duyarlılığın hiçbir pazarlıkla bozulmayacağı yönündedir.