Arap Birliği eski genel sekreteri Amr Musa’nın bir konuşmada sarf ettiği sözler medyamızda yankı uyandırdı. Anadolu Ajansı’na göre Musa şöyle konuşmuş: “Türkiye dünyanın en güçlü ülkeleri Rusya ve ABD’ye ‘hayır’ diyebiliyor”
Anadolu Ajansı, Amr Musa’nın sözlerini şu şekilde sürdüğünü bildiriyor: “Türkiye, ekonomik açıdan bölgenin en zengini benim diyen bir ülkedir. Belli bir maden kaynağına sahip olduğundan değil, şüphesiz dünyanın en temel ekonomilerinden birine sahip. Dolayısıyla kendisi büyük bir ekonomik altyapıya sahip olmasının yanı sıra Rusya ve bütün Batı ülkeleri arasındaki çok önemli coğrafî bir merkezde yer alıyor.”
Amr Musa’nın sözlerini Türkiye’ye karşı bir hayranlık ifadesi olarak görmek mümkünken aynı konuşmada geçen şu ifadeler Arap refleksine de işaret olarak yorumlanabilir: “Türkiye, İran’dan çok daha tehlikeli bir ülke.”
Amr Musa’yı, meşhur “one minute” olayındaki tavrı ile hatırlıyoruz. Erdoğan, yirminci yüzyılda yapılamayan bir şeyi yapmış ve İsrail’in bir terör devleti olduğunu bütün dünyanın gözü önünde hem de İsrailli lidere söylemişti. Panel yöneticisi Erdoğan’ı susturmak isteyince meşhur “Daha da Davos’a gelmem” sözü emperyal başkentlere bir meydan okuma olarak dile getirilmişti. O günden sonra yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda “Daha da Davos’a gelmem”, sözünün “one minute”tan daha önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Davos küresel emperyalizmin karar merkezlerinden biridir. Erdoğan gibi Batı Avrupa dışından bir lider emperyal merkeze mecbur olmadığını deklare ediyor ve sisteme yönelik meydan okuyucu tavrıyla bütün dikkatleri üzerinde topluyordu. Erdoğan, kameralar önünde ayağa kalkıp da salonu terk ederken Amr Musa ne yapacağını şaşırmış bir hâlde sadece Erdoğan’ın önüne atılıp elini sıkabilmişti.
Herkesin hatırlayacağı gibi 2009’un ocak ayında yaşanan bu olay ile İsrail’in Filistin’de işlediği zulümler gündeme getiriliyor ve İsrail’e de meydan okunuyordu. Hatırlanacağı gibi Erdoğan, plajlardaki çocukların İsrail tarafından öldürülmesini de gündeme getirmişti. Bugün İsrail’de seçimler var ve iktidar yarışındaki adaylar açık bir şekilde Erdoğan ve Türkiye düşmanlığını işliyorlar. Takvim gazetesinin haberine göre “İsrail seçimlerinde adaylar arasında ‘Başkan Erdoğan ve Türkiye’yi kim engelleyebilir?’ tartışması yaşanıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Başkan Erdoğan’ı hedef alan açıklamalarının ardından hedef alma yarışına, Netanyahu’nun en büyük rakibi, Mavi-Beyaz İttifakı lideri, eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz da eklendi.” Aynı gazeteye göre İsrail istihbarat kuruluşu Mossad’ın başkanı Yossi Cohen de “Bölgede İran’ın gücü kırılgan, gerçek tehdit Türkiye” demiş.
Amr Musa’nın yaklaşımıyla İsrail’in yaklaşımlarının benzer olduğunu söyleyecek değiliz. Musa’nın sözlerini bir hayranlık ve kıskançlık ifadesi olarak da görebiliriz. Her iki yaklaşımı karşılaştırdığımızda Filistin’de Batı Avrupa emperyalizmini temsil eden bir Yahudi kolonisi oluşturmanın coğrafyamızdaki yansımalarını görebiliriz. Bu bir bakıma coğrafyamız açısından yirminci yüzyıl tarihidir. Arap ulusçuluğunun seçkinler arasındaki ve Arap sokaklarındaki karşılığı birbirinden oldukça farklıydı.
Amr Musa bir taraftan Türkiye hayranlığını gizleyemezken diğer taraftan da “Beyaz Araplar”ın Osmanlı karşıtlığını dile getirmiş oluyor. Bu kararsızlığı Arap ulusçuluğunun teşekkül edememiş tarihi açısından da ele alabiliriz. D. K. Fieldhouse, Hicaz bölgesinde ortaya çıkan Osmanlı karşıtlığının İngiliz emperyalizminin eseri olduğunu söyler. İdeolojik temelden yoksun isyan hareketinin Vahhabilikle temellendirildiği açıktır. Fieldhouse, Arap milliyetçiliğinin Suriye’deki meşhur idamla da açıklanamayacağını iddia ediyor. İngiltere ve Fransa olmasaydı Arap isyanı olmayacaktı. İsrailli liderlerin Türkiye düşmanlığı da benzer şeklide temelsizdir. Herhalde Benî İsrail için Avrupa’da engizisyon mahkemelerini kuranlar Türkler değildi. Aynı şekilde yirminci yüzyılın Avrupa’sından kaçarken Benî İsrail’i kovalayanların Türkler olduğu da söylenemez.
Hicaz’ın ve Körfez’in Arap seçkinleri bugün yine İngilizlerle birlikte hareket ediyor. Varlıklarını İngiltere’ye ve Amerika’ya borçlu oldukları için sahip oldukları devletin de fikrî bir kimliği yoktur. Aynı şekilde Benî İsrail’in devleti olarak gösterilen İsrail’de iktidar yarışındaki adayların Avrupa’da bıraktıkları korkulu günlerle hesaplaşmaları düşünülemez. Fakat Benî İsrail’den farklı olarak Arap sokakları Türkiye’ye ve Erdoğan’a karşı derin bir yakınlık hissetmektedir. Bu yakınlığın çok güçlü ama geçici bir duygudaşlık olmadığı, fikrî sonuçlarıyla coğrafyayı dönüştürebileceği açıktır. Özellikle İdlib’de tüm dünyanın gözü önünde Türkiye’nin Arap sokaklarıyla yapayalnız kaldığı ama buna rağmen çok güçlü bir çözüm umudunu ayakta tuttuğu ortamda geçici bir duygudaşlıktan bahsedemeyiz.