Türkiye dünyanın merkezinde değil, dünya bizim etrafımızda dönmüyor diyerek hadiselere başka bağlamlardan yaklaşılması gerektiğini belirten kalemler yanılıyorlar. Cümlenin gerçek anlamı doğrudur, dünya bizim etrafımızda dönmüyor, mecazî anlamı da bir ölçüde doğrudur. Dünyayı yakın çevremizde olup bitenlerden ibaret zannetmek de hatalı bir davranıştır. Fakat Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi de dâhil, son yıllarda doğrudan Türkiye’yi hedefleyen birçok hadise kast ediliyorsa ne yazık ki dünya Türkiye’nin etrafında dönüyor.
Amerika, İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkeler bizim de içinde yer aldığımız coğrafyayı kendi menfaatlerine olmak üzere şekillendiriyor. FETÖ bağlamında yaşadıklarımız, bugün etrafımızda olan bitenleri anlamak açısından son derece önemlidir. Saydığımız devletler coğrafyamızı şekillendirmede bir araç olmak üzere FETÖ’yü devşirdi. Türkiye bu oluşumu ve bize verebileceği zararları görerek en baştan itibaren tavır geliştirdi fakat haricî güçler gayr-i millî ve dinî unsurları aralıksız koruma altına aldı. Özellikle 12 Eylül, Sovyetlerin yıkılışı ve 28 Şubat’ı takip eden zamanlarda örgüt Türkiye’de kırılması çok zor bir güce ulaştı. Fakat her şeye rağmen devlet karşısında yapabilecek fazla bir şeyi yoktu. Bunun için FETÖ’yü devşirenler 17-25 Aralık ve MİT Tırları hadisesinde örgüt elemanlarının Türkiye, İslam, Türklük ve coğrafya arasındaki son bağları da kopardılar.
FETÖ’nün devlet içinde güç olması birtakım suçların gizlenmesini kolaylaştırmıştı. Fakat 17-25 Aralık ve MİT Tırları hadisesi herhangi bir şekilde affedilecek bir suç değildi ve geri dönüş kanalları kapanmıştı. Nitekim FETÖ elemanları bu olaylardan sonra hızlı bir şekilde yurt dışına çıkmaya başladı. O zaman da bu sayfalardan bu iki hadisenin FETÖ elemanlarının Türkiye ile son bağlarını koparmaya yönelik olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık. 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi’ni ve Türkiye’ye verdiği zararları bir de bu açıdan görmemiz gerekir. Fakat esas dikkatlerden kaçmaması gerekli olan ise Amerika ve İsrail’in FETÖ elemanları vasıtasıyla Irak ve Suriye’nin kuzeyinde oluşturdukları boşluktur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da oluşturmaya çalıştıkları istikrarsızlık ile Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurmaya çalıştıkları PKK-PYD devleti aynı bağlamın parçalarıdır. FETÖ’nün terör yuvaları bu süreçte aktif bir rol oynadı.
Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi sürecinde gelişen hadiseleri hatırlamakta fayda var: Trump, kendilerinin olmadığı bir ortamda Suud yönetimine 15 günlük ömür biçti, doğrudan kimi hedeflediği tam belli olmadı. Vahşi cinayetten sonra Trump, MbS’yi kurtarmak için elinden geleni yapıyor. İsrail, aynı şahsın yıpratılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Trump’ın damadı Kushner de MbS’nin kurtarılması için canhıraş ortaya atıldı. Önceki suçları örtme konusunda bir şekilde başarılı oldukları için MbS üzerinde mutlak hâkimiyet kurdular. Gazetecinin öldürülme hadisesi de suç zincirinin halkalarından biri sayılacaktı. Böylelikle Suudî Arabistan devlet olarak Amerika ve İsrail’deki güç odaklarının elinde bir oyun aracına dönüşecekti.
Gezi Kalkışması ile aynı zamanlarda yaşanan Mısır darbesini aynı şekilde izah edebiliriz. İktidara gelenlerin suç dosyası oldukça kabarıktır. Sisi’nin darbe girişimi başarıya ulaştıktan sonra Almanya, Fransa, Amerika, İngiltere; Mısır’ın yeni yönetimini ayakta tutabilmek için adeta yarışa girmişti. Alelacele milyar dolarlık anlaşmalara imza atılması yeni yönetimin suç dosyaları aracılığıyla devşirilmiş olmasındandır. BAE, Suudî Arabistan ve Mısır’ın İsrail ile yakın ilişkiler kurup Filistin Davası’ndan uzaklaşması ile FETÖ’nün 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi ve PKK-PYD terör kuşağı arasındaki paralelliğe anlam kazandıran, süreç yönetiminin “dış güçler”de olmasıdır.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudî Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda vahşi bir cinayet neticesinde öldürülmesi ile MbS ve dolayısıyla Suudî Arabistan mutlak itaate mecbur bırakılacaktı. FETÖ ve Sisi örneği bu açıdan açıklayıcıdır.
Cemal Kaşıkçı’nın faaliyetleri kimler tarafından takip ve servis edildi, bilmiyoruz. Hatta faaliyetleri yönlendirildi mi, o da belli değil. Fakat zavallı gazetecinin faaliyetleri hakkında haber akışının düzenli bir şekilde sağlandığına hükmedebiliriz.
Amerika ve İsrail, coğrafyamızdan devşirdiği elemanları suça bulaştırarak kendine bağımlı hâle getirirken Türkiye’nin bütün süreci tersine çeviren müdahalesi ile bambaşka bir siyasî zemin oluştu. Amerika ve İsrail’in adı vahşi bir cinayetin tam içindedir. Sisi örneğinde olduğu gibi Muhammed bin Selman ile bütün Batı Avrupa ülkeleri bağlantı hâlindeydi. Coğrafyamız için yepyeni projeler hazırlıyorlardı. Daha düne kadar veliaht prens ile Trump’ın damadı olan şahıs el ele diz dize coğrafyamızın geleceği adına planlar yapıyorlardı.
FETÖ’nün örtülü suçlarında olduğu gibi bu şahısların ve ülkelerin coğrafyamızda işlediği cinayetlerin haddi hesabı yoktu. Fakat her zaman Müslümanları terör ile yaftalayarak işin içinden sıyrılmayı başarmışlardı. Amerika’nın Afganistan’da işlediği cinayetlerin haddi hesabı yoktur. I. ve II. Körfez Savaşları için de aynı durum geçerlidir. Ebu Gureyb’te işlenen cinayetlerden yükselen feryat ise göklere ulaşmıştı. Fakat o günlerin şartlarında bu suçları gündemden uzaklaştırmayı başardılar. Bu hapishanede işlenen cinayetleri saklamak için çaba sarf eden Türkiyeli gazetecilerin adları malumumuzdur. Fakat bu defa Amerika ve İsrail’in kirli elleri fotoğraf karesine girdi.
Türkiye dünyanın merkezinde değil ve dünya bizim etrafımızda dönmüyor. Bunu biliyoruz. Fakat coğrafyamızda yaşanan birçok hadise bizi doğrudan ilgilendirmektedir. Türkiye’nin soğukkanlılığını muhafaza ederek Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa ve İsrail gibi ülkelerin coğrafyamıza yönelik saldırılarını bertaraf etme yönündeki çabalarını görmezden gelemeyiz.
Amerika, İsrail ve Selman’ın kirli elleri
