Bugün İslam dünyasında en temel sorun ehl-i Şia ve ehl-i Sünnet karşıtlığından doğan mezhep çatışması mıdır? Bu soruyu şu şekilde de sorabiliriz: Vahhabilikten beslendiği düşünülen el-KAİDE ve DAEŞ gibi grupların vandalizmi, dini-İslami kimliğinden mi kaynaklanmaktadır? Aynı şekilde İslam dünyasındaki iç çatışmaları, dinin algılanış şekli ile açıklamak mümkün müdür? Yine Doğu’nun Batı ile olan mücadelesini terör üzerinden mi açıklamalı? Bu soruları sürekli olarak, cevabı ‘evet’ olacak şekilde gündeme getiriliyor olduğu için buraya kaydediyoruz.
Bu sorularla ilgili herhangi bir tartışmaya girmeden önce 1979’dan bu tarafa yakın coğrafyamızda yaşanılan siyasi hadiseleri yüzeysel olarak hatırlayalım ve bir kısmını buraya kaydedelim.
1979’da Rusların Afganistan’ı işgali ile yeni bir dönem başladı. Eş zamanlı olarak İran-Irak savaşı da İslam dünyasında gündemin birinci maddesi oldu. Afganistan’ın Ruslar tarafından işgalinden çok kısa bir zaman sonra Sabra ve Şatilla katliamları yaşandı. Bu hadiseleri Bulgaristan Türklerinin kitlesel sürgünü takip etti. Müteakiben yaşanılan I. Körfez Savaşı, İslam dünyasının yaşadığı en ağır saldırıydı. 1992’den sonra Azerbaycan-Karabağ, Cezayir, Bosna Hersek, Kırım Türklerinin sürgünden dönüş çabaları; birbirine çok yakın bölgelerde cereyan eden hadiselerdendi. İsrail’in bütün dünyanın gözleri önünde Filistin’de uyguladığı diğer zulümler ise ayrı bir bahistir. II. Körfez savaşı, coğrafyamıza ekmiş olduğu kötülük tohumları bakımından diğer saldırıları geride bırakmıştır.