Akşener bir vaatle baştan kaybetti

Meral Akşener bir süredir çalışmalarını yürüttüğü partisini kurdu. 1 Kasım seçimlerinden sonra Devlet Bahçeli’ye bayrak açarak MHP’nin başına geçmek isteyen ve bununla birlikte hareket ettiği muhaliflere ‘ben Başbakan olacağım’ sözü veren Akşener’in planları yargıya takılmıştı. Yaklaşık iki yıldır süren bir çalışmanın sonucu olan ‘İyi Parti’ altında buluşan MHP’li muhaliflerin yanında farklı düşünce yapılarından güçlü siyasetçiler olması da bekleniyordu. Fakat kamuoyunda ses getirecek önemli ya da ‘flaş’ isimleri göremedik. MHP’den daha önce istifa ederek İyi Parti’nin kuruluş aşamasında yer alan vekillerin dışında bir kopuş olmadı mesela. Diğer yandan AK Parti’den toz bile silkeleyemedi Akşener. Bu çok önemli bir detay aslında. Erdoğan’ın ‘metal yorgunluk’ teşhisi ile teşkilat yenilemelerini yapan ve İstanbul ile Ankara dâhil 6 ilin belediye başkanlarının istifası ile meşgul olan AK Parti’de, Akşener’in bir karşılığının olmadığını (şimdilik) görmüş olduk. Ersönmez Yarbay’ın eski AK Partili olmasını bir kenara bırakırsak tabi.

Akşener ve İyi Parti’nin bundan sonra kamuoyunda hem de siyaset zemininde nasıl bir etki yapacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Takıldığım nokta ne partinin adı ne de bende tatil firmasını çağrıştıran logosu. Akşener’in açıkladığı ülkeyi taşımayı planladığı 12 maddelik ‘hedefler’ listesinde bir detayı dikkatlerinize sunacağım. Meral Akşener, eğer 2019 seçimlerinde iktidara gelirse “İlk bir yıl içinde yeni anayasa ile parlamenter sisteme döneceklerini” açıkladı. Neredeyse tüm Avrupa’nın karşı çıkması ve yoğun karşıt kampanyalarına rağmen yüzde 52 ile kabul edilen ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirme vaadiyle iktidar olma hedefi koyan bir partiden söz ediyoruz şu anda. Evet ‘hayır’ cephesi yüzde 48’in üzerinde oy aldı ve bu muhalefetin tüm tarafları için önemli bir kazanım olarak yorumlanıyor. Fakat siyaset ve devlet istikrarı için getirilen ve henüz denenmek üzere olan Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirme girişimi Akşener’in şimdiden hedefe ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Akşener ve partisi bırakın evet diyen yüzde 52’nin içinden birkaç puanlık oy kitlesini ikna etmeyi bu söylemi üç beş kere kullansa anketlerde bile karşılık bulamaz hale gelebilir. Yüzde 48’lik ‘hayır’ cephesi bile karşı çıkar. Siyasetteki tüm denklemleri ters düz ederek girdiği her seçimi kazanan Erdoğan’a karşı seçim kazanma umudu beslenen liderin önce inandırıcı olması gerekiyor.

* * *

Osmanlıca bilmeyen mimarlara vermeyin bu işleri!

Binlerce yıllık medeniyet geçmişi olan bir ülkeyiz. Yurdun dört bir yanı ‘kültür varlığı’ kabul edilen mimari eserlerle dolu. Yüzlerce yıl önce inşa edilmiş, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalma çok sayıda yapıyı geleceğe taşıyacak politikalar geliştiriliyor. Diğer yandan son zamanlarda sosyal medyada ‘restorasyon faciası’ haberleriyle sıklıkla karşılaşmaya başladık. Bilip bilmeden atıp tutanları bir kenara bırakırsak çoğu haklı serzenişler ayyuka çıkmaya başladı. Burada tek tek yazmayacağım ‘restorasyon faciaları’ diye aranınca internette karşınıza bir hayli uzun liste çıkıyor. Son olarak, Marmara Üniversitesi’nin Göztepe’deki yerleşkesinin içinde kalan V. Murat Av Köşkü Hamamı’nın son hali bu halkaya eklendi. Türkiye’de restorasyon, “yenileme” olarak algılanıyor anlaşılan. Yapıldığı döneme ve mimari yapısına uygun restore edilmesi gereken eserler, günümüz malzemeleri ile adeta yeniden inşa ediliyor. El işçiliği kesme taş duvarlar kaba sıva, alçı ve üzerine yağlı boya ile bir apartman yığınına dönüştürülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde İstanbul için yaptığı “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik” özeleştirisi, restorasyonları da kapsıyor. Üstelik İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken şehri çevreleyen Fethin sembolü surları taş taş restore ettiren Erdoğan’ın hassasiyetine rağmen yapılıyor bu rezillikler. Peki ama neden? Yanıtını Prof. Dr. Zeynep Aygen bir söyleşide vermiş: “Ne yazık ki restorasyon öncesi Osmanlıca belgelerden hemen hemen hiç yararlanılmıyor, restorasyon uzmanlarının büyük bir çoğunluğu Osmanlıca belge ve hatta bina kitabesi okuyamıyor. Tarihi eserler konusunda çalışanların mutlaka Osmanlıca bilmesi gerekir.” (aktuelarkeoloji.com.tr) Belki size çok basit gelmiştir fakat üzerinde düşününce; ‘inşa dilini’ bilmediğimiz binaların tarihi değerini bilmeyeceğimizi de ben şahsen anlamış oldum.

* * *

90’larımızı yaşayan Almanya

Avrupa’nın en güçlü ülkesi olarak kabul edilen Almanya, bu günlerde Türkiye’nin doksanlı yıllarda yaşadığı belirsizlikli, istikrarsız ve sancılı günler yaşıyor. Koalisyon hesapları havada uçuşurken seçim kampanyası boyunca iç politika malzemesi haline getirilen Türkiye karşıtlığı koalisyon masasına da taşınmış durumda. Hıristiyan Sosyal Bilik Partisi Genel Sekreteri Andreas Scheuer, “Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemiyoruz. Müzakerelerin durdurulması için çalışacağız” dedi. Diğer partilerin Türkiye konusunda bir ortak politika belirleyip üzerinde anlaşıp anlaşamayacakları meçhul. Türkiye karşıtlığının ekonomik ve diplomatik etkileri elbette enine boyuna tartışılmalı fakat bir zamanlar koalisyon hükümetleri ABD ve Avrupa ilişkilerine göre kurgulanan Türkiye’nin Almanya siyasetinde böylesine belirleyici olması ülke olarak nasıl bir cendereden geçtiğimizi yeterince anlatıyor.