Doksanlı yılların ikinci yarısıydı, öyle hatırlıyorum. FETÖ elebaşı o zaman bir televizyon kanalında konuşuyordu. Konuşma boyunca muhataplarına ve kamuoyuna kendisini hoşgörü sahibi, Batı sanatı ve edebiyatından haberdar bir entelektüel şeklinde sunmaya çalıştı. Hatta Batı’da resim sanatının usta isimlerini dahi zikretti. Picasso’dan falan bahis açınca soru soran kişi FETÖ elebaşına övgüler düzdü ve siz bu kadar geniş bir birikime sahipsiniz, peki İslamcılar bu işlerden anlar mı, şeklinde bir soru yöneltti. FETÖ elebaşı bu soruya, onlar bu işlerden ne anlasın, tarzında bir cevap verdi. Fakat benim dikkatimi çeken asıl şey onun bu soruya cevap verirken yüzündeki ifadeydi. FETÖ elebaşı, üzerine konuştuğu insanları hem küçümsüyor hem de onlardan tiksinti ile bahsediyordu. Bu ifade, basit bir düşmanlık göstergesi olamazdı. Bu adamın “bizden” olmadığı belliydi. O zamana değin o ve bağlıları hakkında yeterince olumsuz bir kanaate sahiptim fakat o an endişe duyduğumu söyleyebilirim. Eğer bu ülkeye, millete, vatana, dine yabancılaşma olmasaydı beni endişeye sevk eden ifadeden eser olmazdı. Mutlak bir yabancılaşma ile karşı karşıyaydık. Bu olaydan bir zaman sonra İsmet Özel “siz her an bu topraklara ihanet edebilirsiniz” dediğinde birçok kimse kast edileni anlamadı.
Bu topraklara ihanet etmek! Ne acı! Fakat kaç zamandır biz bu acıyı yaşamıyor muyuz? Ya bir düşüncenin ayartmasıyla ya bir güce taptığı için ya da daha küçük çıkarlar uğruna karşılaştığımız ihanetler her zaman, önce o ihanetin faillerini yaşadıkları zaman diliminde rezil etti. Fakat ihanet devam etti. İşin en vahim tarafı ise kimi dinini kimi de milliyetini ihanetine ortak etmekten çekinmedi.
FETÖ, dini kullanarak adam devşirdi; PKK, aynı işi milliyeti kullanarak yaptı. Sonuçta her ikisi de bu topraklara ihanet etti. Akıbet bizleri şaşırtmamalı. Çünkü biri dini, diğeri de milliyeti kullanarak bizden olanlara yabancılaşmayı kalkış noktası olarak benimsediler. Her ikisinin bu ülkenin, bu coğrafyanın, bu milletin ve bu dinin çocuklarına silah sıkmakta bir sakınca görmemeleri yaşadıkları yabancılaşmanın derecesini gösterir.
Afrin ve Münbiç, neredeyse bir insan ömrü kadar kısa zaman önce Antep’ten ayrı düşünülmezdi. Halep ve Musul, Kerkük ve Kudüs bir bütünün parçalarıydı. Ama yaşadığımız yabancılaşma bir asırda bizi tanınmaz hâle getirdi. PKK’nın Kürtlüğü kullanarak şehirleri birbirinden koparmasına, FETÖ’nün de dini kullanarak milleti birbirine düşman etmesine ramak kalmıştı. Millet, 15 Temmuz’da FETÖ’nün en büyük darbesini püskürttü. Bedeli çok ağır oldu, ama FETÖ’cüler, yani Batı’nın askerleri mağlup oldu. Şimdi onlar Batı’ya doğru kaçıyor. Yıllar içinde yaşadıkları yabancılaşmayı, orada nihaî noktaya ulaştırarak yeni bir kimlikle bizden olanların karşısına çıkıyorlar. PKK’nın yaşayacağı akıbet de bundan farklı olmayacaktır.
Amerikalılar, Zeytin Dalı Harekâtı’nı Kürtlere yönelik bir askerî operasyon şeklinde sunmaya çalışıyor. Diğer bazı Batı Avrupa ülkelerinin de benzer bir tavır sergilediğini görüyoruz. PKK ve FETÖ yandaşlarının da aynı doğrultuda bir propaganda çalışmasına katıldıkları anlaşılıyor. Hem Batı’nın hem de işbirlikçilerinin bu yönde çaba sarf etmelerine şaşırmamak gerekir. PKK ve FETÖ, birbirinden farklı kanallarda gelişen iki ayrı yabancılaşma serüveniydi ve bu iki ayrı serüven aynı tarihlerde başlamıştı. Şimdi her ikisi de boşa düşüyor. Hem PKK’nın hem de FETÖ’nün bizi biz yapan ortak değerlere saldırmış olması anlamlıdır. İnsanlarımızı ve şehirlerimizi yabancılaştırarak bizden koparmaya çalıştılar. Afrin ve Münbiç son örnektir. Hamdolsun, ne Kürt halkını ne de Müslüman milletini ikna edebildiler.
Türkiye, ne yaptığını biliyor. Her bir askerin yüzünden, ekranlar vasıtasıyla, odalarımıza kadar yansıyan anlam, onların tarihî vazifeleri konusunda derin bir kavrayış içinde olduklarını gösteriyor. Onlar orada sadece bir terör örgütü olan PKK ile savaşmıyor, onlar sadece PKK ile iç içe geçmiş FETÖ ile savaşmıyor. Türkiye; orada dinleri ve milliyetleri kendi emperyal amaçları için bir vasıtaya indirgeyen sistemle, bütün coğrafyamıza yeniden saldırıya geçen emperyalizmle savaşıyor.
Mehmetçik, yine ağır ve tarihî bir sorumluluk üstlendi. Eğer üstlenmeseydi coğrafyanın Müslüman milletleri birbirine düşman edilecekti. Dinimiz, milliyetimiz ve mezheplerimiz yabancı güçlerin elinde bir oyun aracına dönüşecekti. Eğer Türkiye bu sorumluluğu üstlenmeseydi tarihî şehirlerimiz daha çok harap olacak, insanlarımız daha çok ölecekti. Düşmanlık tohumları patlak verecek nice canlar yanacaktı. Maddî ve manevî varlıklarımız bir daha sömürgeci güçlerin eline geçecekti.
PKK-PYD’nin Afrin ve Münbiç işgali, Amerika’nın ve Batı emperyalizminin saldırganlığını, işgal siyasetini, sömürgeciliğini temsil ediyor. Amerikalıların her bir adımda Türkiye’nin karşısına geçip müdahaleyi durdurmaya çalışması bu sebeptendir. FETÖ, PYD-PKK ve DEAŞ’ın aynı zaman diliminde cepheye sürülmesi bizim için çok anlamlıdır.
Türkiye oyunu bozacak, coğrafyamızı kuşatan zinciri kırıp atacaktır.