‘Adaletsiz’liğin Adaleti

Sinemada bir şıpınişi ürünler vardır, bir de her türlü tutmuş formüllere uyma mecburiyetine rağmen mevcut sınırları bir şekilde zorlamaya meyleden, üstelik bunu ilginçlik aşamasının ötesine de taşıyabilen yapımlar. Zannedildiğinden zor bir iştir bu. Çünkü sinema bizatihi eğlence demektir ve başka bir şey demek de değildir. Sanat filân işin züğürt tesellisi. ‘Eğlendirirken düşündürme’ iddiası, göründüğü gibi şaka bile sayılmıyor.

Öte yandan, ta işin başından eğlendirmeyi dışlayan ürünler de var; zannedildiğinin tersine çok küçük bir kemmiyet arzetseler bile. Yine de sinema demek, hoş vakit geçirmek demek. Tutmuş formüllere sadakat ve bu formülleri, eğlencenin sınırlarını çok da zorlamadan mümkün mertebe esnetmek şeklinde tavsif edeceğimiz iki kategorinin dışında ve üstünde sınıflandırılan, belli bir dolayımlama kaygısı taşıdığı için de çoğunlukla sanat çerçevesinde değerlendirilen ürünlerdir bunlar.

Formülün Sınırlarını Zorlamak

Ne ki bu çerçevede değerlendirilen işler de basit dolayımlama formülasyonlarını tekrar edenlerden tutun da sanatımsılara, kimileyin de sanat eşiğine kadar tırmanabilmiş ama ötesinden nasipsiz kalmış örneklere değin farklı keyfiyetler arzeder. Bizde nedense Adaletsiz diye tesmiye edilmiş 2018 yapımı Dragged Across Concrete, işte bu tür yapımlara, yani eğlenceliğin o tartışılamaz sınırlarını zorlamaya niyetlenen işlere yeni bir örnek. Doğru, sonuçta anaakım sinema anlayışından ve bu doğrultuda kotarılmış bir filmden sözediyoruz ama… İşin sırrı da o amadan sonra.

Şöyle açalım:

Yıllardır işlerini ufak-tefek kazalarla birlikte sürdüren iki New York polisi, bir sanığı tutuklarken prosedürün dışına çıkarlar. Bir uyuşturucu dağıtıcısını, kaçmasın diye ayağından demir parmaklıklara kelepçelerken sıradan bir vatandaş tarafından kaydedilmiş bu görüntülerin ortaya çıkmasının ardından ikili, beklendiği gibi açığa alınır. Üstelik altı hafta ve ücretsiz. Ortaklardan Brett, zaten suçluyu tespit için her yolu deneyen, bu arada şiddeti de mazur gören bir polistir; alaturkavari. Kendisinden 20 yaş genç ortağı ise körle yatan şaşı misali.

İşte film, bu açığa alınma sürecine değil de açıkta kalma ruhiyatına odaklanmayı tercih ettiği için belli bir önemi haketmekte. O yüzden de 60’ına merdiven dayayan bir polisin açığa alındığında neler hissettiğini, özellikle de kendisini nasıl muhasebe ettiğini, siyasi bir mizaç taşımadığı gibi zamanla hiç değişmediğini, değişecek zamanı da kalmadığını resmetmesi türünden vasıfları Adaletsiz’i önemli kılmakta.

Ve hangi saiklerle beyaz şapkalarını çıkarıp siyahını taktıklarının adım adım takibi, filmin kaba bir tahkiyenin ötesine geçmek için hangi sinema anlatımı imkânlarına başvurduğunu gözlemlemek bakımından da ince işçilik örnekleri içermekte.

Adım Adım Suça Doğru

İşsiz kalmanın doğurduğu yeni hayat algısı; parasızlık, tanımsızlık, vasıfsızlık, geleceksizlik, sıkışmışlık, umutsuzluk ve en çok da yeri bir türlü doldurulamayan o boşluk hissi. Bir yandan da kendisini dayatan hayati mecburiyetlerin iktisadiyatı.

Gerçi bir yandan tazminat davası ortak meşgaleleri olmaya devam etmektedir ama yine de onca boş vakitte daha bir kendini duyurabilecek o lüzumsuzluk hissi, kritik bir ânda makas değiştirmelerine ve masanın öbür tarafına geçmelerine sebebiyet verir. Bir zamanlar kıyasıya mücadele ettikleri suçlulardan müteşekkil yeraltı dünyasına sarkmışlardır artık. O dönüşü olmayan yola.

İki Lüzumsuz Adam

Filmin aslında birden çok meselesi var. Kastettiğim yan hikâye değil; mesele. Meselâ modernitenin, en azından Batı’da toplum nezdinde izleklerinden biri de hapishanenin icadı. Daha doğrusu, hapsetmenin bugünkü yeni anlamına dönüşmesi. Hapsetmek, yalnızca hapsedilen kişinin özgürlüklerin sınırlamak değil, hatta daha fazlası. Başta ailesi olmak kaydıyla yanında-yakınında kimler varsa beherinin hayatını, geri dönülemezcesine menfi bir etkiye açık bırakmak demek. Modern hapishane, bir tek hapsedileni değil, çevresini de tahdit demek; çevresindekileri. Mahpusun yakını, kimileyin hapsedilen kadar mahpus.

Hapisten yeni çıkmış genç zenci, geçinmek için annesinin fuhşa sürüklendiğine tanıklık eder. Suçlulardan kurulu çevresi, pek yakında çıktığı deliğe geri döneceğinin işaretidir. Açığa alınmış iki polisten her biri ve genç zenci suçlu üzerinden küçük hikâye parçalarıyla akan, o yüzden de beylik izleme alışkanlıklarını kulak arkası eden bir film.

Craig Zahler’in yazıp yönettiği filmin başrollerini Mel Gibson, Dexter dizisinden tanıdığımız kızkardeş Jennifer Carpenter ve Vince Vaughn paylaşmakta. Film, tipik Hollywood işlerindeki gibi peşinden aslan kovalıyormuşçasına hikâyesini anlatmak yerine, başta iki ortak olmak üzere karakterlerinin duygularını resmetmeye niyetlendiği için patlamış mısır tüketicisi izleyiciyi ta en başından dışarıda bırakmayı göze almış, ağır-aksak ilerleyen bir yapım. 