Abdürreşid İbrahim ve İslamofobi üzerine görüşleri

Batı’nın Türk ve İslâm dünyasına yönelik sömürge siyasetinde İslâm ve Türk korkusunu bir manivela şeklinde kullanması alışılmadık bir durum değildir. Batı, geçmişte bu korkuları kendi kamuoyuna zerk etmek suretiyle, uyguladığı siyasete meşru bir zemin oluşturmayı amaçlamış, istenilen desteği de almıştı. Günümüzde İslâm ve Türk korkusunun yeniden gündeme taşınmasını aynı yönde bir çabanın tekrarı şeklinde görmek mümkündür. Fakat bu kez korku siyasetinin muhatapları arasında bizim dünyamızdan (!) farklı kesimlerin olması da dikkati çeken hususlardandır.

I.Dünya Savaşı öncesinde, emperyalist devletlerin Osmanlı toprakları üzerinde paylaşım mücadelesi ayyuka çıktığı zamanlarda Müslümanlar arasında bir savunma gayretinin gündeme gelmesi de tabiî idi. Fakat Batı ve onun İslâm dünyasındaki uzantıları bu savunma gayretini etkisizleştirmek için propaganda yöntemlerini devreye sokmuştu. Bu yöntemler arasında savunma amaçlı oluşumları damgalamak, sonuç elde etmek bakımından etkiliydi. Damgalama yönteminde basın en önemli araçtı. O dönemin basın organlarında da İslâmcılık suçlaması çok sık kullanılmıştı. Bunlardan birine Sibirya Türklerinden, meşhur seyyah Abdürreşid İbrahim, 1903’te Kafkasya Türkleri tarafından Tiflis’te yayımlanmaya başlanan Şark-i Rus gazetesinde neşrettiği bir makalesinde değinir. Bu yazının, günümüze ışık tutması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. 1903-1905 yıllarında yayımlanan Şark-i Rus, bütün Rusya Türklerini sayfalarında bir araya getirmiş olması bakımından da önemli bir gazeteydi.

İslamcı düşüncenin temsilcileri arasında yer alan Abdürreşid İbrahim, Şark-i Rus’ta yayımlanan “İttihad-ı İslâm yahut Panislâmizm” başlıklı makalesinde Kahire’de yayımlanan bir gazetenin İttihad-ı İslâm konulu bir yazısından bahseder. A. İbrahim, bahsettiği yazıyı şu şekilde özetler: “İttihad-ı İslâm fikri, gayet büyük bir siyaset imiş de, muharririn vehmine binaen, bu fikrin asıl hami-i yegânesi Sultan Abdülhamid Han olup, her memlekette hususî mürevviçleri bulunuyormuş. Bunların da merkez-i içtimaı Mekke-i Mükerreme olup, orada şerif-i Mekke hazinesinde, muharebe-i mukaddese için, ta hulefâ-yı Abbasiye devrinden bugüne kadar, pek çok külliyetli paralar cem’ olunuyormuş. Dünyada mevcut üç yüz milyon Müslüman’ın bu suretle ittihada gelmesi, Hıristiyanlığın istikbali için büyük tehlikeleri gösterirmiş. Talimat-ı İslâmiye, insaniyet vezaifinden baid [uzak] imiş de Müslümanların bir zaman bütün dünyayı yakıp yıkmak ihtimali varmış. Ve ila gayr-i nihaye birçok evham-ı hayalat…”

Abdürreşid İbrahim, makalesinin ilerleyen paragraflarında özetlediği yazının, Müslümanları Rusya hükûmetine ve İngilizlere şikâyet ettiğini belirtir. Ona göre sözünü ettiği yazı kasıtlı bir şekilde kaleme alınmıştır. “Fakat bu muharrirlerin bu gibi şeyler yazmaktan maksatları nedir? Bunlar Müslümanlardan ne istiyorlar? Elbette oralarını inceden ince teftiş etmek bizim vazifemiz değildir ama bunlara mukabil kendimizi tebrie etmek [temize çıkarmak] ve hükûmetimize [Rusya] olan sadakatimizi izhar etmekte biz mecburuz.”

Abdürreşid İbrahim, alıntıladığımız bölümün devamında Rusya Türklerinin-Müslümanlarının hükûmetlerine bağlılıklarını ve Rusya’dan memnuniyetlerini dile getirir ve Rusya hükûmetinin de Müslümanlardan memnun olduğunu ifade eder. Bundan sonraki cümleleri ise bugün de üzerinde hassasiyetle durulmayı hak etmektedir:

“Bizde gazetecilerin anlattığı gibi bir mukaddes muharebe yoktur. İslâmiyet’te muharebe-i siyasî ancak vatan himayesi içindir. Vatan himayesi ila-yı kelimetullahtır. Bes Müslümanlar her zaman bulundukları vatanlarını vatandaşlarıyla beraber himaye edeceklerdir ve etmişlerdir. Bu hususta yazılmış her ne ki var ise umumen efkâr-ı faside ashabı tarafından İslâmlar aleyhine bir bühtandır. Bu yazıcılar ‘evlad-ı vatan’ değildir. Belki ‘a’da-yı vatan’dır. Dünyada İngiliz fesatçıları, İngiliz parası hatırası için ne gibi efkâr-ı ammeyi zehirleyecek şeyler yazarlar…”

Abdürreşid İbrahim’in bu cümlelerinde Müslümanların Batı’ya yönelik saldırı amaçlı bir muharebe içinde olmadıkları vurgulanmış ama aynı Müslümanlar için vatan savunmasının önemli olduğu üzerinde durulmuştur. Hatta vatan savunmasının ila-yı kelimetullah olduğu belirtilmiştir. Fakat o zamanlarda da vatanına ihanet edenler vardır ve onlar kendi vatanının insanlarını Batı’ya şikâyet etmişlerdir. Müslüman dünyanın emperyalist saldırılara karşı gösterdiği direnç Hristiyan düşmanlığı şeklinde gösterilmiştir. Bu durum yine tekrarlanmaktadır. İslâmofobi ve Türkofobi kavramlarının yeniden dolaşıma sokulması bizim coğrafyamızdan itiraz seslerinin yükselmesiyle alakalıdır.

Abdürreşid İbrahim’in makalesi Şark-i Rus gazetesinde yayımlandığı zamanlarda Türk-İslam dünyası birçok bakımdan emperyalizmin hegemonyası altında idi. Osmanlı coğrafyası da büyük baskı yaşıyordu. İslâm dünyası güçsüzdü. Bugün de Batı’nın Türk-İslâm dünyası üzerinde büyük bir baskısı vardır. Bugün de İslâm dünyasından Batı’ya “hizmet” eden kişi ve gruplar fazlasıyla mevcuttur. O zamanlarda Türk ve İslâm dünyası büyük kayıplar yaşadı. Koskoca Osmanlı tarihe karıştı. 20. yüzyıl Türklerin kayıpları üzerine kuruldu. Fakat 21. yüzyıl bizim kararlarımız üzerine kurulacaktır. İhanet edenler, ihanetleri ile baş başa kalacak ve Batı denizinde kaybolacaklardır. Çünkü artık Batı tek başına bütün dünyayı şekillendirecek bir güce sahip değildir. Türk ve İslam dünyası o zamanlarda olduğu gibi güçsüz de değildir.