“Oğlum gurbetten gelmişti. Ben de o gelemiyor diye, görmek için evden dışarıya çıktım. Fazla ilerlemedim ki, tüfek patladı ve ben yere düştüm. Sokaktakiler vurdu beni. Yanıma gelip ‘seni polis vurdu’ dediler. Ben de, yalan söylemeyin polisin kurşunu bellidir, bakın ayağıma saçma değmiş, bu sizin silahınızdır dedim. Kurşunlu Camii’nin kapısının önündeydim.. Allah belanızı versin, nasıl beni vurdunuz, bu hale soktunuz? Siz, beni soktuğunuz bu hâlden daha kötü bir hâle gelesiniz, dedim onlara.. Bana; ‘yaşlı kadın beddua etme’ dediler. Ben de yine; Allah belanızı versin! Ben sizin düşmanınız mıydım? Ben kendime yolda yürüyordum, oğlumu görmeye gidiyordum, siz ne diye vurdunuz beni dedim. Ayağımdan kan aşağıya doğru akıyordu. Öleceğimi düşündüm…”
Şükür, ölmedi Makbule nine. Fakat bin kere ölmekten daha kötü ve acısının tarifi olmayan zamanlarda yaşıyor şimdi.
85 yaşında. Görmüş, geçirmiş ve soyadı gibi bir kadın Makbule Ermiş. Hayatının en çetin imtihanı olan zihinsel engelli oğlu ile birlikte yaşadığı Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki evinden dışarı çıktığında başına geldi tüm bunlar. Ankara’da okuyan diğer oğlu Diyarbakır’a gelmişti. Sokağa çıkma yasağı vardı ve çok özlediği oğlunu görememişti. Dayanamadı, çıktı evinden. Bastonuna dayanarak yürüyordu. Oğluna gidecekti. Kurşunlu Camii’nin tam önüne geldiğinde silah sesiyle birlikte yere düştü. Aksayan bacağından vurulmuştu. Yaşlı, iki büklüm halde bastonuyla yürüyen bir kadını kim neden vursun ki?
Biz, yani ülkenin ‘Sur’ dışındaki yaşayanları, bu olayı “Oğlunu arayan 80 yaşındaki anne polisin hedefi oldu” şeklinde okuduk. Evrensel ve Sol gazeteleri böyle yazmıştı çünkü. PKK’nın yayın organları Makbule nineye ağıtlar yakıyordu. Polis yaşlı bir kadını vurmuştu! Sayısız tweetler atıldı. Sahi Sur’da, Diyarbakır’da, Cizre’de, Mardin’de, Kızıltepe’de neler oluyordu? Devletin güvenlik güçleri, sivilleri katlediyor, camileri yakıyor, okulları kundaklıyor, tıka basa yaralı dolu hastaneleri roketliyor, ambulansları tarıyor, sağlık görevlilerini öldürüyor muydu yoksa?
Hayır, bunlar doğru değildi! Kendi sokağında yürürken kanlar içinde bırakılan Makbule nine ortaya çıkardı tüm bu yalan dolanı. Hatta bacağından oluk oluk kan akarken yüzlerinin tam ortasına haykırdı. “Yalan söylemeyin polisin kurşunu bellidir, bakın ayağıma saçma değmiş, bu sizin silahınızdır” dedi.
Daha fazlasını da söylemişti o gün kanlar içinde yattığı yerden. Sinir uçlarıyla oynamıştı katiller sürüsünün. Eskiler buna “kargışlamak” derlerdi… Mazlumun zalime ettiği beddua reddedilmez ve Allah’a perdesiz ulaşırmış. Makbule ninemiz de tüm mazlumluğuyla etmiş ahını.
Zazaca konuşmuş onlarla. Teröristler onu hem tanımışlar hem de dilinden anlamışlardı.
“Dönüp bana ‘yaşlı, dua et ha!’ dediler. Onlar da Zazaca anlıyordular. Aralarından biri dedi ki ‘bu Hemo’nun annesidir.’ Öbürü de aynı şeyi söyledi. Ben de dedim ki, Hemo’nun annesi sizin düşmanınız mıydı vurdunuz onu? Hemo, yani Hamit benim oğlumdur, beraber kalıyoruz, zihinsel engellidir. Onlara ne söyledimse boş… Acıdan bağırıyordum. Ayağıma sıkmıştılar. Dediler ki, ‘sesini yükseltme, bağırma’ ben de dedim ki, sesim Allah’a, Peygamber’e ve göklere gitsin. Benim hakkımı sizden alsın. Dediler ‘beddua etme!’ Ben de ha bire beddua ediyordum. Dedim, inşallah Şeyh Abdulkadir Geylani sizin belinizi kırsın. Siz beni bu hale soktunuz. Bana yine ‘beddua etme dediler.’ Ben de dedim, siz Müslüman değilsiniz! Eğer azıcık Müslümanlık sizde olsaydı elinde bastonu olan benim gibi bir ihtiyar kadını vurmazdınız.”
Makbule nine tüm bu yaşadıklarını hasta yatağında anlattı İlke Haber’e. Onu polisin vurmadığını öğrendik bu cümlelerle ama bununla yetinmemek gerekiyor.
Her geçen gün patlama noktasına biraz daha yaklaşan kocaman bir tokadın habercisi Makbule nine. Kanlar içinde yerde yatarken söyledikleri ile ‘başkaldırı tiyatrosu’ oynayan PKK’yı köşeye sıkıştıran devlete omuz veriyor adeta. Bu zamana kadar, doğal tabanı olarak gördüğü halkın; inisiyatifinden, hoşgörüsünden ve de kendilerine olan sözde inancından ‘yiyen’ HDP ile PKK’ya döndü şimdi tüm ahlar. Şehit annelerinden duymaya alıştığımız tüm o acı sözler çok daha içeriden yükseliyor şimdi. Dünün komşu teyzesini, belki de elinden ekmek yediği Hamo’nun annesini vuracak kadar gözü dönenlerin ‘belini kıracak’ tepkiler bunlar.
Yakılan Kurşunlu Camii’ne koşup, “Evim yanaydı caminin yerine oğul. Allah’ın evini yakmışlar. Kur’an yakmışlar. Kur’an yakılır mı? Allah koymasın” diyen Makbule teyzenin komşusu Diyarbakırlı teyzenin bu yürekten duruşuna işleyecek kurşunu yok PKK’nın. “İl binasına gelsin orada konuşalım” diyecek yüzleri yok HDP’li vekillerin.. Yönettikleri şehirlerde, sandıkları patlattıkları mahallelerde insan içine çıkamayacak hale geliyorlar her geçen gün.
Biricik oğlu PKK’lılarca Cizre’de şehit edilen Diyarbakırlı Fevzi amca da bir parçasıydı bu ‘ah halkası’nın. “Terörün dini imanı yok, bayrağı yok. Yok, yok, yok. Bunların kökü kazılacak. Bitecek işleri. Tek bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti var. Bir bayrağımız var. Ay yıldızlı bayrağımız var. Anam Kürt, babam Kürt, sülalem Kürt” dedi o da. Teröre ve bölücülüğe açıkça meydan okuyan bu sözlerin karşısında duracak güç kalmadı artık PKK ve HDP’de. En korktuklarıyla, ‘halkımız’ dedikleri ile yüzleşiyorlar şimdi. Belleri kırılıyor, bellekleri dağılıyor.
Sur’da yaşayan herkesin halinin perişan olduğunu söyleyen Makbule ninenin gözlerinden yaş damlarken sarf ettiği sözlerle bitirmek istiyorum yazıyı: “Vallahi hepimiz öleceğiz, dünya kimseye kalmayacak. Bunların davası Kürtlük davası değildir, onlara da söyledim. Sizin yüzünüzden bu hallere düştük, bu Kürtlük davası değildir. Siz evimiz yıktınız, yaktınız, milleti perişan etiniz. Milleti evlerinden çıkardınız sonra boş evlere gidip yerleştiniz. Demeyin ki biz bunları yapıyoruz da kurtulacağız. Rus’un bile merhameti var ama sizin yok. Siz Kurşunlu Camii’ni yaktınız, gâvur bile camiyi bu hale sokmazdı..”