Varolan dünyanın siyasi, harsi ve ticari arenasındaki hükümranlığından çekildikten sonra Türkler’in yalnızca geri kalan dünya ile değil, o güne değin bizzat eyaleti durumundaki yerlerle de irtibatı, deyim yerindeyse sıfırlandı. Bu durumun doğurduğu felâketlerin en sıcağıyla burun burunayız şimdilerde.
İyi de, Cumhuriyet’in kurulmasına müsaade edenlerin biricik şartı niçin kendi tarihini inkâr ve kendi coğrafyasıyla irtibatı sıfırlama diye belirlenmişti? Bu zihni ve hissi ötenaziyi dayatmalarının merkezi sebebi neydi acaba?
Avrupalılar’a ve elbette Türkler’in fethettikleri yerlerin zamane ahalisine sorarsanız aynı cevabı alırsınız: Fethettikleri her yeri Türkler, halkın dinine ve diline bakmaksızın vahşice yağmalamış, kendi değerlerini dayatmış ve nihayetinde sömürü kolonisi hâline getirmiştir. Bu teraneleri kendisine sıralayan bir mağribi entelektüele Necip Fazıl’in cevabı müthiştir:
– Türkler’in sizi sömürgeleştirdiğini, kültürünüzü ve dilinizi hiçe saydığını fakat Fransızlar’ın size medeniyet getirdiğini söylüyorsunuz. Sorarım size, sizi Fransızlar değil de Türkler sömürgeleştirmişse benimle niçin Fransızca konuşuyorsunuz? Madem sizi Türkler sömürgeleştirdi, o zaman benimle Türkçe konuşabilmeniz gerekmez miydi?
Kapitalizmin palazlanması
Henüz ortak tarih, Türkler’in fethettikleri topraklarda tesis ettiği adalet anlayışını teslim edecek aşamaya ulaşabilmiş değil. Hâlbuki biliyoruz ki her gidilen yerde götürülen adalet, Osmanlı Devlet Düzeni’nin zayıflamasından sonra hızla geri tepti.
İşte bu geri tepişle yalnızca topraklar kaybedilmemiş, sanki bir daha geri gelmeyecekmiş gibi kendine güven de yitip gitmişti Türkler’de. Ve biz Türkler bu son yüzyılı, bir geri çekilme ve kabuğuna sığınma ruhiyatıyla geçirdik. Artık dünyaya söyleyecek sözümüz kalmamıştı sanki. Kapitalizmin iyice palazlandığı ve inceldiği bu evre boyunca biz içimize kapanmayı sürdürdük.
Bu süre zarfında da kapitalizmi eleştirmek ve ona karşı durmak, örneğin Amerika’da Beat Kuşağı gibi küçük ve sevimli (fakat yalnızca sevimli) tepkilerin ya da Avrupa’da kimi ideolojik yönelimlerin üzerine düştü. Bu süreçte “Dünya Sistemi” gibi kavramlar öne sürüldü. Kapitalizmin işleyişinin fikri arkaplanına ışık tutuldu. Hatta varolan durumun “Tarihin Sonu” olduğunu vurgulayan yorumlara da rastlandı.
Ulus devletlerin akıbeti mi dediniz?
Yine kapitalist işleyişi ele alan ve dünyanın ne yazık ki biricik ahlâk anlayışı hâline getirilen kapitalizme iktisat merkezli bir eleştiri yönelten Wallerstein gibi isimlere de, Habermas gibi dünya sistemi olgusunu felsefe-bilim merkezli ele alan yaklaşımlara da Avrupa’da rastlıyoruz. Kapitalist mekanizmanın bir uzantısı olan ülkelerden çıkan bu yaklaşımlar, bu düzenin temellerinin atıldığı yüzyıllar boyunca, o düzenle çatışan biricik siyasi, fikri ve iktisadi gücün temsilcisinin torunlarına da bir bir takdim ediliyor günümüzde. Kapitalist eleştirinin has örneklerinden biri, Habermas’ın Die Postnationale Konstellation Politische Essays adlı eseri… Bu eser Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akibeti adıyla Medeni Beyaztaş tarafından çevrildi ve Bakış Yayınları arasından çıktı. Hem de tam 14 sene önce.
Fakat kitap günümüz için şu açıdan önemli: “Acaba bütün Osmanlı coğrafyasındaki bunca karışıklık, savaş, çatışma, yalnızca petrol ve doğalgaz gibi kaynaklar üzerinden mi açıklanmalı yoksa başka öğeleri de hesaba katmanın vakti geldi mi?” gibi yakıcı bir soruyu yedeğe alarak okunduğunda yepyeni açılımlara gebe… Zaten bu eserindeki makalelerde Habermas, ulus-devletin kuruluşlarında rastlanılan meydan okumalardan yola çıkarak bu tür devletlerin demokrasi yapısı üzerinde durmakta ve ardından da küreselleşme baskısıyla ulus-devletlerin evrileceği muhtemel yeni biçimleri ele almakta.
Denemelerin ikinci bölümündeyse düşünür, bir önceki yüzyılda ortaya çıkan sosyal devlet olgusu üzerinde durmakta ve sosyal devletlerin zaafları, toplumlar üzerindeki düşünme ve davranma alışkanlıkları, bu alışkanlıkların küreselleşmeye niçin direnemediği, bunun üzerinden de ulus-devletlerin yeni ekonomik yapıyla ne tür bünyelere dönüşebileceği konularına değiniyor.
Demokrasinin istikbali
Millet Sonrası Terkip ve Demokrasinin İstikbali başlığını taşıyan ve kitabın günümüzü anlamak açısından en canalıcı üçüncü bölümü ise felsefi bir yaklaşımla mevcut dünyadaki uluslararası ilişkileri, bu ilişkileri belirleyen fikri ve ruhi güdüleri, Amerika ve Avrupa’nın ‘öteki’si durumundaki Batı-dışı toplumlara bakışı mercek altına yatırılıyor. Günümüzde konuşulan birçok siyasi, harsi ve zihni meselenin atardamarlarını işaret eden ve bu işaret taşları üzerinden dünyadaki yeni yapılanmalara bakan bu uzun deneme, yalnızca siyasi arenada değil, entelektüel arenada da nelerin olup bittiğini anlamak için, ‘içeriden’ bakan biri tarafından kaleme alınmış önemli bir rehber niteliğinde.
Son bölümdeki denemelerdeyse Habermas, Batı-dışı toplumlara, örneğin Hind ve İslâm ülkelerini de kapsayan kültürlere bakmakta ve insan hakları kavramı doğrultusunda bu ülkelerdeki gelişmeleri ele almakta.
Habermas’ın Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akibeti adlı deneme derlemesi, dünyayı anlamaya çalışanlar için ufuk açıcı yazılar barındırmakta. Geç de olsa keşfetmekte yarar var.
***
İdil Biret’in Hocasından Chopin
Ülkemizde en bilinen bestecilerden biri Chopin. Polonya asıllı Fransız romantik besteci, XIX. yy’ın olanca müzik anlayışını eserine yansıtmış bir sanatkâr. Piyano asıl sazı… Birkaç istisna hariç bütün eserlerini piyano için bestelemeyi tercih eder.
Chopin deyince Türkiye’de Chopin akla gelir.
İdil Biret’in Chopin sevgisi nereden kaynaklanıyor acaba? Malûm, dünyaca tanınmış piyanistimiz İdil Biret belki de en çok Chopin seslendiren icracılardan. Hatta 1995’te bestecinin bütün eserlerini seslendirdiği dizi, Varşova’da yapılan Chopin Plâkları Büyük Ödülü Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü kazanmıştı.
Dünyada Chopin muhabbetiyle ve yorumlarıyla tanınan başka bir ünlü müzisyen daha var: Fransız piyanist Alfred Cortot. Kendisini dünyanın belli başlı Chopin yorumcularından biri olarak kabul ettiren Cortot, geçen yüzyılın en ünlü piyanist, aranjör, orkestra şefi ve piyano hocaları arasında anılıyor.
İdil Biret’in hocası
Cortot ile Biret arasında, Chopin sevgisinin dışında başka bir bağ daha var: Cortot, Biret’in hocası. Ayrıca Mithat Fenmen ve Kâmuran Gündemir gibi başka piyanistlerimizin de hocası. Dahası Cortot, yalnızca Fransa’nın değil, zamanının en büyük piyano hocalarından biri kabul edilir. Hatta hazretin çalış tarzını beğenmeyenler bile onun hocalığından bahis açıldığında susmayı tercih eder.
Dünyanın en büyük üç-beş plâk şirketinden biri durumundaki EMI, klâsik müziğin en klâsik, en tipik, başka bir ifadeyle en oturmuş yorumlarının kalesi hüviyetindedir. Bu açıdan bakıldığında, örneğin ECM adlı plâk şirketi ise klâsik müzik yorumu anlayışının zıddı bir tavır içerisindedir. İlk şirket, bir eseri yüzyıllar boyunca nasıl yorumlanmışsa günümüzde de öyle yorumlayan müzisyenlere kucak açar, diğeri ise zamane insanının ruh ve zihin dünyasının gerektirdiği değişimi dikkate alan yorumlamayı baştacı eder.
İllâ da klâsik
EMI’nin son zamanlarda takdir edilesi işlerinden biri de, yıllar yılı farklı isim ve bağlam içerisinde yayımladıkları kimi albümleri, bu kez daha bütüncül bir anlayışla ve setler hâlinde biraraya getirerek yeniden yayımlaması. Bu toplamaların belki de en güzellerinden biri, “The Master Pianist” serisinden çıkan Alfred Cortot Plays adlı set.
Setteki eserlerin yorumları 70-80 yıl öncesine dayanıyor. Hatta kayıtların aralarında 1926 tarihliler bile var. O zamanın teknolojisiyle mükemmelen kaydedilmiş yorumlar, günümüzün imkânları doğrultusunda, aslını bozacak müdahalelere gitmeden yenilenmiş. Bu hassasiyet takdir edilesi bir önemi haiz. Çünkü her temizleme ameliyesi, yorumdan birşeyler alıp götürmekte. Keşke Klâsik Türk Müziği kayıtları da aynı hassasiyetle yenilenebilse…
7 CD’den müteşekkil zengin setin ilk CD’si bütünüyle Chopin’e ayrılmış. Son CD ise tamamen Liszt’e ait. Öteki albümlerde ise Mendelssohn, Schumann, Beethoven, Haydn, Brahms, Franck, Debussy, Faure, Ravel, Schubert gibi piyano edebiyatına irili ufaklı eserler katmış bestecilerin parçaları seslendirilmiş.
Süslemesiz ve abartısız, romantik ve lirik piyano müziği…