28 Şubat, 15 Temmuz ve Erdoğan Türkiye’si

Fetullahçı yapı, 28 Şubat sürecinden sonra devletteki hâkimiyetini en üst seviyeye yükseltti, o dönemden sonra yaşanılan hadiseler bu iddiayı doğrulamaktadır. 28 Şubat aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik ölümcül bir darbeydi. Fetullahçı yapının başında bulunan zatın 28 Şubat sürecindeki rolü tam olarak bilinmemektedir, fakat gelişmeler bu meselenin de aydınlatılmasını zorunlu hâle getirecektir. 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının temel sebebi de 28 Şubat’ta elde ettikleri üst düzey başarıdır. Çünkü 28 Şubat’ta başarıya kolay bir şekilde ulaştılar. Fetullahçıların arkasındaki güç, benzer bir sonucu 15 Temmuz için de umdu. Akıncılar üssünde bilgisayar teknolojisinde yetenekli olan FETÖ’cülerin aktif görev alması darbenin başarılı olacağına dair güçlü bir beklentinin olduğunu gösteriyor. 28 Şubat’ta sunî bir gündem oluşturmuşlardı. 15 Temmuz’da da sanal ortamın, insan gücü karşısında başarılı olacağını düşündüler. Gülen ve arkasındaki güçler, 28 Şubat’ta sütre gerisine saklanarak elde ettikleri başarının bu dönemde de tekrarlanacağını umdular.

Fetullah Gülen’in 28 Şubat’taki başarısı 1991’deki işbirlikçi tutumu ile yakından alakalıdır. 1991 I. Körfez Savaşı’nda Amerikan uçakları Irak’ı ağır bir şekilde bombaladığında binlerce Müslüman acımasız bir şekilde öldürüldü. I. Körfez Savaşı bugün yakın coğrafyamızda yaşanılan birçok olumsuz gelişmenin temelinin atıldığı dönemdir. Fetullah Gülen, bu savaştan kârlı çıkan önemli bir odağı temsil ediyordu. 90’lı yıllarda küresel bir güç olma yolundaki adımlarını bu dönemde attı. Irak halkına yönelik müthiş bombardımana herhangi bir şekilde tepki vermeyen Fetullah Gülen, Saddam Hüseyin kuvvetleri tarafından İsrail’e etkisiz birkaç füze gönderilince inanılmaz bir fırsatın çıkmış olduğunu gördü ve İsrailli çocuklar için sabahlara kadar gözyaşı döktüğünü söyledi. Bu konuşmayı duyduğumuzda rahmetli Bahattin Yıldız’ın ilk tepkisi “bu adam Yahudi sermayesine göz kırpıyor” şeklinde oldu.

Fetullah’ın konuşması hedefteki adreslerde gerekli yansımayı buldu. Gülenciler, başta Sovyetlerden ayrılmış Türk cumhuriyetleri olmak üzere birçok ülkede ciddî bir şekilde güçlendi. Gülencilerin farklı ülkelerde güçlenmesini sağlayan, arkasındaki küresel ağdır. Tuncay Güney gibi şahısların bu dönemde Gülenciler arasında önemli mevkilerde bulunması bilinen bir husustur. Bu şahıs, 90’ların hemen başında İstanbul Altunizade’de Zaman gazetesindeki konumu nedeniyle önemli görevler üstlendi. Tuncay Güney, Ergenekon davası sürecinde kamuoyu tarafından bilinir hâle gelmişti, onun gibi kaç kişinin daha o dönemde Fetullahçılar arasında etkili mevkilerde olduğu bilinmemektedir. Musevi olduğu kendi beyanları ile anlaşılan bu şahsın Fetullahçıların küresel bir güç, yani FETÖ olma sürecindeki etkisi tahmin edilenden daha fazladır. Gülenciler gelişim sürecini 90’ların bu karanlık ortamında yaşamıştır.

28 Şubat darbesi Gülencilerin küresel bir güç olma sürecini tamamlamasından sonra yaşandı. Onlar, küresel güç odakları nazarında, kendilerini tam olarak ispat etmişler ve Türkiye’de de önemli roller üstlenebileceklerini göstermişlerdi. Erbakan’ın temsil ettiği antiemperyalist İslamcı damarın etkisizleştirilmesi ve belini doğrultamayacak hâle getirilmesi bu süreçte çok önemli bir hamledir. 28 Şubat sürecinde büyük darbenin İmam Hatip liselerine vurulması, Gülencilerin başarısını temin etmek açısından önemli bir tasfiye idi. Bu tasfiye aynı zamanda Erbakan’ın temsil ettiği antiemperyalist kesimler üzerinde özgüven kaybına yol açtı.

Gülen’in insan kaynağı bakımından güçlü olmasını sağlayan durum, elemanlarının temel İslâmî bilgilerden yoksun olmasıdır. İmam Hatip liselerinden mezun olan kimselerin, Gülenciler için kısmî de olsa bir engel oluşturduğu bilinen bir husustu. İmam Hatip liseleri millî ve yerli düşüncenin ürünüydü, Osmanlı döneminde Batı medeniyeti karşısında üretilmiş en orijinal fikrin Cumhuriyet dönemindeki yansımasıydı. 28 Şubat sürecinde yerli ve millî düşünceyi temsil eden kesimlere vurulan darbe küresel emperyalizmin Türkiye ölçeğinde başarısını mümkün kıldı. 28 Şubat süreciyle birlikte yeni bir edebiyatın ortaya çıkmış olması da küresel emperyalizmin başarısı ile doğrudan alakalıdır. Artık Türkiye’de bir şey söylememe üzerine kurulu bir edebiyat dönemi başlamış oldu. Amerikancı bakış açısının yaygınlaştığı bu dönemde kişisel gelişim kitaplarının milyonlara ulaşan satış rakamlarını yakalaması, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir meseledir.

Erdoğan’ın Gülencilere karşı mücadeleyi dershaneler üzerinden başlatması, Batı emperyalizmine karşı verilmiş anlamlı bir cevaptır. Bu cevap, Erdoğan’ın ciddî bir hazırlık aşamasını iyi yönettiğini gösterir. Emperyalist odakların Türkiye hâkimiyetini sona erdirmek için atılması gerekli adımlar hususunda çok iyi bir analiz çalışması yapıldığı açıktır. Gayr-i millî bir harekete karşı verilecek mücadelenin yerlilik ve millîlik temeli üzerine bina edilmesi yeni dönem stratejinin ipuçlarını da vermektedir. 15 Temmuz darbe girişimi, gayr-i millî unsurların uzun bir hazırlık safhasından sonra gerçekleşmesine rağmen yerli ve millî unsurların o gece başlayan mücadelesi Türkiye’de millîlik ve yerlilik damarının gücü hakkında çok şey söylemektedir. Söylenilen şeylerin de bu ülkenin ve coğrafyamızın geleceğine ışık tuttuğu aşikârdır.

Yarım asırdan fazla bir zamanda ülkenin her tarafını sarmış bir terör örgütüne karşı farklı bir mücadele konsepti tercih edilseydi, verilen mücadelenin kaybedilme ihtimali çok yüksekti. Erdoğan, kavgayı dershaneler üzerinden başlatmakla FETÖ’yü bir dizi hataya sürüklemiş oldu. Artık ilk adımı atan Türkiye idi. Bu da Erdoğan konseptini bu gelişmeler ışığında değerlendirmemiz gerektiğini ihtar etmektedir.