25 kuruşluk poşetin altına gizlenen “vadedilmiş Kürdistan” mazbatası

Aslında her şey poşet meselesinden belliydi.

Tabiâtın belâlısı bu naylon garabetlere 25 kuruş gibi bir beher biçilmesinin, toplumsal bir dinamitin fitilini ateşleyecek bir konuymuş gibi ele alınmasından şüphelenmeliydik.

Meselenin 25 kuruş kadar değeri yok oysa mesele gerçekleri görmemizi sağlayacak dürbünün camlarının her daim isli olması.

Gerçeği çıplak gözle göremeyenler, ellerine tutuşturulan dürbünlerle idare etmek zorundadırlar.

Birilerinin “Mazbatamı verin, banane banane” diye ağladığı, iktidarın da “gösterdiğimiz adayların halkta gerçek karşılığı var mıydı, mevzubahis sandıklarda seçim güvenliğini neden tam sağlayamadık” diye kamuoyunu tatmin edici bir sorgulamaya giremediği şu günlerde, tartışmalarımız her daim “25 kuruşluk” kalmaya mahkûmdur.

Heidegger gibi Alman filozoflar, dünyayı anlamak için “Weltanschauung”lar yani “derinlemesine dünya görüşü felsefesi” üzerinden kafa patlatmasına nazire yaparcasına biz dünyayı anlamak için, sadece “mahallî” meselelere boğulmuş durumdayız.

Yerel üzerinden bile olsa, Türkiye’yi kuşatan “dünya” meselelerinin ne mânâda global ne mânâda yerel olduğunu belli kesimlere idrak ettirebilmek için önlerine harita koyuyorsun, adam hâlâ bıyık altından gülerek, parmak sallıyor “o poşet meselesi var ya, daha çok iktidar götürür” diyor.

Bekâ meselesi fikrine dudak büken, 30 yaş altı bir gençlik ile her türlü rejim sorunumuz katmerleşerek artar, devletin -maazallah- yıkılma tehlikesi bile baş gösterir dersek, abartmış olmayız.

Zira tehlikenin farkında olmayan o tehlike için tedbir alamaz ki! Bu da çok basit değil mi?

“Ne bekâsı, sen dolardan haber ver, bize ne canım poşetler 25 kuruş olmasaydı” diye dövünen bir kitleyi oyalamak için mükemmel bir fırsat var artık ellerinde, mahallî seçimler!

Can çekişirken, ölmekte olan bir altı-ok partisine “can suyu” verildi.

Batı medyasının Türkiye hakkında ürettiği bütün hazımsızlık haberlerinin son paragrafına ekleyecekleri “şâhâne” bir analiz kümeciği var artık: “Ama Erdoğan yerel seçimlerde yara aldı…”

Frankfurt Havalimanı’nın pabucu dama atılıyor ama Alman medyası bunun haberini bile verirken “Ama Erdoğan yerel seçimlerde yara aldı artık” diye veriyor!

İsrail polisi Filistinliye davranırken de aynı cümleyi kuruyor: “Sultan Erdoğan zayıfladı…”

Türkiye S-400 alırsa, AB’ye girdiklerinden dolayı umduklarını bulamamış eski Balkan/Sovyet bloğu tüm ülkelerde farklı ivmeler tetiklenecek.

NATO, AB daha şiddetli bir şekilde sorgulanacak, zîra dengeler farklı yönde değişecek.

ABD bunu iyi bildiğinden baskının vitesini yükseltecek, almayalım diye.

Alman, Fransız, İngiliz medyası AB’nin geleceğini yakından ilgilendiren bu meseleden bahsederken bile “kafasına poşet geçirmiş âvâne” edası ile “Ama Erdoğan yerel seçimlerde yara aldı artık” cümlesini ekleyecek.

Global bir siyaset maymuncuğu

Bu teraneyi daha çok dinleyeceğiz maalesef.

Bekâ meselesine dudak büken gençlere bir şey emanet edilemeyeceğine mi yanalım, yoksa PKK’nın siyasî kolunun artık açıkça Güneydoğumuzun ne mânâda “vaad edilmiş topraklar” olduğunu dillendirme küstahlığına mı yanalım?

Terör nedeni ile işten atılanların, CHP belediyelerinde işe alınmaya başladığı şu saatlerde biz hâlâ bekâ meselesi yerine, yerel seçimlerden bahsediyoruz.

Altı-üstü “yerel belediyecilik” işte! Devletlerin o bölgede yaşayan halklara vermesi gereken zarurî hizmetler meselesi, global bir siyaset maymuncuğuna dönmemeliydi?

Ne poşetmiş ama muhtemel bir topyekûn NATO işgalinde kafamıza o “değerli” 25 kuruşluk poşetleri kafamıza geçiririz artık füze kalkanı olarak.

Sudan’da ‘renkli darbe’ girişimi

Daha çok yerellerden kafa kaldırmayalım, Türkiye’nin Afrika’daki en önemli müttefiklerinden hem tarihî, hem de siyasî bağlarımız olan Sudan bu aralar nasıl bir “renkli devrim” ile çalkalanıyor görmeyelim.

Dış basın Sudan’daki son gelişmeler ile ilgili aradıkları fotoğrafı bulmuş durumda. Bir kadın arabanın üstüne çıkmış, parmak sallıyor, derdini söylüyor.

Elbette batı medyası işin viral tarafı ile ilgilendiğinden, kadının ne dediğinden çok, Sudan’ın Türkiye’ye verdiği adadan bahsediyorlar ve analizlerini “Bakalım yerel seçimlerden yara almış olan Erdoğan, dostu Ömer Beşir’in yardımına koşabilecek mi acaba?” diye bitiriyorlar.

O adanın Türkiye’ye verilmesine en çok İsrail bozulmuştu, bundan bahseden yok elbette.

Dünya meselelerinin özeti gibidir aslında, bir konuya İsrail’in güvenliğine yarıyor mu, tehdit mi oluşturuyor, hep bu mercekten bakılır ama bu zihniyet her daim itina ile gizlenir.

Bırakın bekâları, İsrail’in güvenliğini, Osmanlı’nın Afrika’daki en önemli stratejik adasının tarihî yönlerini tartışmayı, şarkıcılarımızın, türkücülerimizin İsrail konserlerinde kaç para aldığını tartışsın gençler…

Sudan meselesi bir yana güney sınırımızdaki PKK yapılanmasına ABD hâlâ, rezilâne usullerle tırlar dolusu silah gönderiyor. Artık tankları bile var. ABD bu teröristlere topu topu 5 adet “savaş uçağı” da gönderirse, YPG diyecek ki, “Bizim diğer Ortadoğu devletlerinden ne farkımız var, biz de devlet olduğumuzu duyuralım artık!”

Onların bu çıkışına alkış, dostlarını işe alan CHP belediyelerinden gelecek.

Bekâ meselelerini anlatırken, poşetlere takılmak böyle bir şey olsa gerek.

Şu aralar ne Sudan’a ne de Kuzey Suriye’ye bakacak hâlimiz yok gibi, bu çok elzem bir durum.

Ne poşetmiş ama?

Bırakın Heidegger’i, Descartes’in o meşhur “sobasında” bile saniyesinde yanacak kadar “değeri” olmayan bir poşet meselesi bizi nerelere savurdu!

Elbette, “Mesele poşet değildi ekonomik sebeplerin getirdiği hoşnutsuzluktu” diyecekler ama biz yerel meselelere bu kadar gömülürsek daha çok çevremizde esen rüzgârlar, suratlarımıza poşetler savurup, yapıştırır da gerçekleri göremeyiz maazallah!