Suriye’de belli hedefler Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından vurulduktan sonra gazete, televizyon ve sosyal medya aracılığı ile paylaşılan kanaatlerin önemli bir kısmı Batı Avrupa ve Amerika etkisinin ülkemizde gücü hakkında bir fikir veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaları başka bir bağlamda ele almak mümkün olabilir fakat bu açıklamalar da bir yönü ile Batı etkisinin derinliğini gösterir. Zira Suriye’nin belirli bölgelerinin vurulmasından hemen sonra memnuniyet ifade eden cümleler kuruldu.
İki kutuplu dünya döneminde adlandırmalar nispeten açık siyasî kimliklere işaret ediyordu. İki kutuplu dünya düzeninin çökmesiyle birlikte adlandırmaların açık siyasî kimliklere işaret etmediği anlaşıldı. Bizim coğrafyamız açısından I. Körfez Savaşı ve Bosna’da yaşanan soykırım sağ, sol gibi siyasî adlandırmaların yapay zıtlıklara işaret ettiğini gösterdi. Aslında ne sağ sağmış ne de sol solmuş. Cephelerin belirsizleşmesi kimlikleri hızlı bir şekilde erozyona tabi tuttu. Sağ ve sol için geçerli olan yapay zıtlık, muhafazakâr-dindar gruplar için de geçerliydi fakat bu kesimdeki kimlik erimesi daha geç bir zamanda fark edildi. Çünkü birtakım baskı araçları etkin bir şekilde kullanıldığı için ortak cephe algısı, varlığını bir müddet daha korudu. Bu durum, kimliklerin kendini yeniden üretme becerisine darbe vurdu. Fakat burada bir mazeret sunmaya çalışmadığımı belirtmek isterim. Süreç analizi yaşanan olayları tarihteki yerinde görmeye imkân verir.
İki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasıyla birlikte cephelerin belirsizleşmeye başlaması dikkate değer bir durumdu. Bu belirsizliğin izah edilmesiyle bugün “bizim cenahta” yaşananlar anlamlı hâle gelecek. Çünkü 90’ların ikinci yarısında gruplar içinde etkin olan kişilerin bir şekilde kuşatıldığı ya da yön şaşırtmasına tabi tutulduğu bir vakıadır. Gruplar arasındaki geçişkenliğin kimlikleri belirsizleştirmede önemli bir rol oynadığını belirtmemiz gerekir. O dönemde bazı sembol kişilerin her ortamda görünmesi izaha muhtaç bir eylem türüydü. Fakat zaman hatıraların üzerinden silindir gibi geçtiği için olayları birbirinden ayırmak neredeyse imkân haricindedir. Yine de süreci açıklığa kavuşturmak zorundayız. Bugün Amerikancı, İngilizci, Fransızcı nitelemesini hak edecek açıklamalarla karşımıza çıkan kişilerin, süreçte yaşanan karmaşanın ürünü olduğu açıktır. Elbette bu, toplumsal hadiseleri merkeze alan ve bunların bireyler üzerindeki etkisini önemseyen bir yaklaşımdır. Hatta bu açıklama tarzı, bireysel siyasî hareketleri de bu etkiyle izah eder. Oysa entelektüel geleneği göz ardı etmemek gerekir.
Türkiye’de neredeyse bütün grupların bilgi kaynakları Batı’da üretilmektedir. Kitap, dergi, gazete ve televizyonlar tarafından üretilen bilgi Batı dışındaki toplumları her yönden kuşatmıştır. Bilgiyi Batı üretmekte, diğer toplumlar ise üretilen bilgiye maruz kalmaktadır. Bu, iki yüz seneden fazla bir zamandır böyle. Geçmişte bu etkinin sağ ve sol gruplarla sınırlı olduğuna dair bir algı vardı. Amerikancı, İngilizci ve Fransızcı sıfatını hak eden açıklamalar Batı etkisinin derinliği hakkında gayet anlaşılır fikirler vermektedir. Hadiselerin bu açıdan görülmüyor olması ise ürkütücüdür. Zira bu, “susuzluğunu gidermeyi efendisinin su istemesine bağlayan hizmetçi”nin tembelliği ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini unuttuğumuzu gösteriyor.
Geçmişte bir başbakanımız Fransa’da yaşanan bir terör eyleminden sonra koşa koşa Paris’e gitmiş, en ön safta Parisliler için Fransızlar için İsrail başbakanı ve birçok başka liderle birlikte yürümüştü. Zavallı Filistin lideri de neredeyse İsrail başbakanı ile kol kola girecekti. Hâlbuki orada, güya Müslümanlar tarafından üretilen bir terör lanetleniyordu. Bugün İslam dünyasını vuran terörün, Batılılar tarafından bir araca dönüştürüldüğünün en azından bizim tarafımızdan biliniyor olması gerekirdi. Batı’nın ürettiği terör yüzünden İslam dünyasının her tarafında binlerce Müslüman her gün ölüyor. Bir tane Parisli başbakanın, bir tane İngiliz başbakanın, bir tane Amerikalı başkanın ve yine bir tane İsrailli herhangi bir siyasetçinin Batı’nın ürettiği teröre kurban verilmiş Müslümanlar için İstanbul sokaklarında bizimle birlikte yürüdüğünü kimse hayal edemez.
Batı için düşünmek, Batı için var olmak, kendini Batı adına tanımlamak derinleşmiş. Artık bunların yadırganmadığı bir çağdayız. Tekrar edelim: Eskiden bu tavra sahip olanları belli bir şemaya göre tasnif edip işin içinden sıyrılmak kolaydı. Şimdi durum değişti. FETÖ’nün Haçlı sevgisine tepki gösteren ve bu sevginin üzerine bina edilmiş zihniyet biçimini bertaraf edecek olan yine milletimizdir. 15 Temmuz’daki maşerî isyan bu iddianın en önemli kanıtıdır. Zira aydınlar düzeyinde FETÖ ile barışmaya hazırlanan insanların sayısı epeyce fazladır. Son açıklamalar bunu göstermeye yeter. Hatta Suriye bağlamında ortaya saçılan açıklamaları da bu açıdan görmek gerekir. Erdoğan’ın mütemadiyen millete dayanmaya azamî dikkat göstermesi başka türlü izah edilemez. Seçim tarihinin bir yıl erkene alınması da bunu gösterir.
Devlet ve millet birlikteliği, yirminci yüzyılda içine hapsedildiğimiz kuşatmayı kıracak. Zaten Gezi Parkı olaylarından bu tarafa Erdoğan’ın bütün küresel emperyalist saldırıları millete yaslanarak, milletin desteğini arkasına alarak durdurmaya çalışması bunun bir göstergesidir.