Kuzey Afrika’yı Müslümanlaştıran Araplar İber Yarımadasına çıkmış, İspanya ve Porkekiz’i İslam ve medeniyetle tanıştırmıştı. Anadolu’yu Müslümanlaştıran Türkler ise batıya Rumeli üzerinden ilerleyip başka bir kapıdan İslam’ı dolayısıyla medeniyeti Avrupa’ya götürmüştü.
Elbette bir devletin yıkılışında pek çok sebep ileri sürülebilir, pek çoğu da doğrudur. Ancak hem Endülüs’ün, hem de Osmanlı’nın yıkılışında en büyük rolü Yahudiler oynadılar. Osmanlı’ya buna ilaveten Masonları da eklemek gerekir.
FETÖ adlı tenyanın menşeinde de hem masonluk, hem de Yahudilik vardır. Yeni Türkiye ve İslam dünyasının başına bela edilen FETÖ elebaşısı, neseben anne tarafından Sabetayist olup, aynı zamanda masondu.
Siyonist ve masonların etkileri hâlâ sürüyor. Ancak mesele sadece bunlardan ibaret değil. Ya da faturayı sadece onlara keserek kimse kendini aklayamaz. Cârî düzenin sahipleri, şeytanî yapının devamı için her yola başvuruyor, iblisliğin her biçimini deniyorlar.
Yahudi Sigmund Freud, felsefeci Yahudi Spinoza ve Hegel gibi sapkınların fikirlerini içlerine sindirip İslam’ın temel umdelerine saldıran ve kendilerine “tarihselci” denilen tayfanın liderlerinden olan ve bir ölçüde de Kemalizm’in icraatlarını benimseyen Musa Carullah Bigiyev, “Rusya’da Birinci Müslümanlar Kongresi” adıyla yapılan toplantıda “Efendiler, unutmayınız ki, Kur’an’ın bazı kuralları eskimiştir. Bunları tarihin malı saymak lazım… Meselâ: Kur’an’da hırsızlık yapanın kolunu kesiniz emri var. Bu şimdi tatbik ediliyor mu? Buna benzer emirlerin zamanı geçmiştir…” demişti.
Bugün kilise ürünü akademisyenliğin izinden giden güruhun öncülerinden olan, Sünnet-i Seniyye ve Sahabe-i Kiram düşmanı Ebu Reyye adlı sapkın da benzer şeyleri söylemişti.
Kur’an-ı Kerim lafzına dil uzatan, Sünnet-i Seniyye’yi eleştiren, sanki kendisi garantilemiş gibi Yahudi ve Hıristiyanları da cennete sokmaya çabalayanların gürültüsü son zamanlarda çok çıktığı için sözleri yeni sanılıyor.
Hz İsa (a.s.)’ya inen vahyi tahrif eden Yahudi Pavlus’un başarılı olmasından hareketle büyük bir hayale kapılan Yemenli Yahudi İbn-i Sebe, İslam’ı tahrif etmeyi başaramasa da Müslümanlar arasında fitne çıkarma hususunda hayli yol kat etmişti.
İşte günümüzde onun izini süren takipçilerinin yaptığı da bunlardan farklı değil. Hatta Ehl-i Sünnet zannedilen veya kendini bugüne kadar öyle takdim eden bazı tiplerin, Kur’an-ı Kerim’in -hâşâ- Allah (c.c.) kelamı olmadığı iftirasına destek vermeleri kendilerini tanımamıza vesile olduğu için memnuniyet verici olsa da, içine düştükleri girdap açısından endişe verici.
11. asırda kurulduğu halde 20. yüzyıla kadar kendini gizlemeyi başaran sapkın Sion Tarikatı (Priory of Sion) ve bu şeytanî yapıya bağlı alt örgütlere hizmet ettiklerini bilebilselerdi.
Keşke şöhretli isimlerden Victor Hugo, Isaac Newton, günümüz masonluğun iki kurucusundan biri Ferdinand de Gonzague ve Gül Haç adlı gizli cemiyetin kurucusu Robert Fludd gibi sapkınların da, Sion Tarikatı’nın sözde “peygamberi” olarak görüldüğünden haberleri olsaydı.
Bilip bilmediklerinden emin değiliz. Ya gerçekten bilmiyorlar ve gururları bilmediklerini itiraf etmeye izin vermiyor, ya da bildikleri halde gönüllü hizmet ediyorlar. Bunların söz ve fiillerinden, Allah (c.c.)’ın muhafazası altındaki İslam bir şey kaybetmez. Kaybeden kendileri ve bu habâise alet olanlar olur.
Şurası muhakkaktır ki, Devlet-i Aliyye-i Osmanî’nin yaklaşık bir asır önce tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte dünya yeni bir çağa girmişti. Bir bölümü o zaman neşet eden dertlerimize yenileri eklendi ve eklenmeye devam ediyor. Aslına bakarsanız devam da edecek.
FETÖ, PKK, DAEŞ gibi ḣannâsdan kurtulsak şeytan yenilerini ürettirir. Mesele sadece bunlardan kurtulmak değil, yerlerine oynayanlara da itibar etmemekte. Ancak derdimiz sadece bunlardan ibaret de değil. Modern zamanlarda yaşanan teknoloji, moda, müzik, televizyon, sinema, internet sahasındaki gelişmeler, âile mefhumumuzu hayli örselemiş durumda. İktisaden güçlendikçe kadimden, hikmetten, irfandan uzaklaşıyoruz.
Din bir hayat biçimi olmaktan ziyade bir ideolojiye dönüştürülüyor. Para, araç olmaktan çıkıp amaçlaşıyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizmin tuzağına düştükçe dünyadan hiç gitmeyecekmiş ve hesaba çekilmeyecekmiş yalanına inandırıyoruz kendimizi. Neslin ve harsın ifsadı için düşmana destek veriyoruz. Faizin getireceği afetlerden korkmaz hâle geliyoruz. Kadının annelik hüviyetine halel getirici oyunlara âlet oluyoruz.
Nesillerin önüne konulan diploma, makam ve şöhret hırsı, şehirlerin betona teslim edilişi, İslam âleminin içine düşürüldüğü kan ve gözyaşı, robotlaşma, toprağı terk edip, varoşlarda asgari ücret köleliğine razı olma, kredi kartı ve faiz illetine teslimiyet, satılık hastalıklarla sağlığımızın gaspı, sosyal medya içinde ömür hebası, moda esareti, toksik maddelerle kâinatın ahengine müdahale, milliyetçilik akımlarına kurban olarak İslam’dan uzaklaşma gibi hayatiyet zincirine karşı yürütülen savaşa sessizliğimiz, emanete hıyanetten başka neyle izah edilebilir?
Yeni seneler olsa olsa muhasebeye vesiledir. Bir asrın muhasebesinin neticesinde hiç kimsenin masum olmadığı gerçeğiyle yüzleşeceğimizi hepimiz biliyoruz. Belki bu yüzden gerçeklerden kaçıyoruz. Oysa kaçmanın bir faydası yok. Son an ve hesap gelip çatacak. O çetin gün mutlaka gelecek! Yüzyılın narkozundan bir anda kurtulmak elbette kolay değil. Lakin zaman çok daraldı. Bir de bakmışsın, atlantik-pasifik savaşının kurbanı oluvermişiz. Maazallah! Vesselam!