28 Şubat’ın yılmaz savaşçısı Vural Savaş’ın girişimiyle Refah Partisi’ne kilit vurulmasının ardından Fazilet Partisi kurulmuş ve onun da kapatılma süreci benzer gerekçelerle olmuştu. Neredeyse başörtülülerin sokakta dolaşmasına bile müdahale etme hayali kuran 28 Şubatçılar, Müslümanları siyasette temsil eden yapıları da birer birer yok ediyordu.
Fazilet Partisi, 22 Haziran 2001’de kapatıldı. Suçu ise Refah Partisi’nin devamı olmaktı. Milli Görüş siyaseti, Fazilet’in de kapatılmasıyla ikiye ayrıldı ve 20 Temmuz 2001’de Saadet Partisi, 14 Ağustos 2001’de ise Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu.
Fazilet Partisi bünyesinde oluşan ‘yenilikçiler’ ve ‘gelenekçiler’ gruplaşması, partileşmeye gitmişti. Büyük bir dönüşüm yaşanıyordu. Bense bu ayrışmanın tam ortasında kalmıştım. İstanbul İmam Hatip’te okuyor, yurtta kalıyordum. Bakmayın henüz bıyıkları yeni terlemiş lise talebesi olduğumuza, 28 Şubat şartlarında ‘siyaset’ gündelik hayatımızın olmazsa olmazı olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan’a hapis cezası verildiğinde soluğu İBB’nin önünde alan gençlerdik biz. O gün oradaki süs havuzunun başında buluşup Erdoğan’a söz veren gençler, 15 Temmuz gecesi darbecilere direnirken yine o süs havuzunda şehadet abdesti alanlardı.
El Kaide’nin 11 Eylül saldırısını saatlerce tartışırdık yatakhanede. Lisede okuyorduk ama rahmetli Erbakan Hoca’nın, “MGV’den yetişen bir insan ikinci üniversite bitirmiştir” sözünün verdiği özgüven vardı üzerimizde. Gerçekten de Milli Gençlik Vakıfları birer okuldu bizler için. Sosyal faaliyetler, spor müsabakaları, geziler, kamplar, dersler… Çay sohbetlerinde bile hayatlar şekilleniyordu. İşte böyle bir ortam ve süreçte Saadet Partisi ile AK Parti arasında bir tercih yapmam gerekiyordu.
Saadet Partisi’nde karar kılmıştım ve 15 Temmuz gazilerinden Mehmet Emin Ertaş’ın başkanlığını yaptığı Fatih Gençlik Kolları’ndaydım artık. Refah Partisi ile birlikte kapatılan MGV’nin yerini Saadet Partisi Gençlik Kolları almıştı. Bayrak asmalar, her Salı gündem toplantıları, ilçe ve il divanları, yaz kampları, seçim dönemi olsun olmasın mutat seçmen ziyaretleri, müşahit toplantıları, sandık kurulları… Neredeyse apartman teşkilatına gidecek bir yapılanmanın içindeydik. Gençlik kolları bünyesinde bile olsa siyasetin müthiş bir temposu vardı. Halı saha maçı yapmak bile siyasi faaliyetimizin bir parçasıydı.
Saadet ve AK Parti’nin yolu, ayrışmadan sonra yüzlerce kez kesişti, beraber hareket etmeler oldu. “HAS Parti” gibi yeni bölünmeler ve yeni ittifaklar da yaşandı. Saadet Partisi, her ne kadar azınlıkta kalsa da gençlik kolları mekanizmasını diri tutarak bir yerden sonra AK Parti’nin de insan kaynağını oluşturmaya başladı. Aynı şekilde MGV çatısı altında bulunmuş çok sayıda isim de yıllar sonra siyasete AK Parti’de devam etmeye başladı. Yani AK Parti 2002’den beri iktidar olsa da, Milli Görüş’ün 1994 yerel seçimlerinden beri siyasetin merkezinde olduğu sonucuna ulaşmak mümkün.
Bununla birlikte 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan da 23 yıldır siyaseti şekillendiren isim olarak ön plana çıkıyor. Dile kolay 23 yıldır, girdiği her seçimi kazanan, halkın önüne konulan her sandıkta biraz daha güçlenerek dünya siyasetinde kendisinde yer bulan bir isimden bahsediyoruz. Aynı zamanda kendisine yapılan her türlü darbe girişimine de arkasındaki halk gücüyle göğüs geren bir iradedir Recep Tayyip Erdoğan. Bu güçlü siyaset adamı, şimdi de Türkiye’deki yönetim şeklini kısmen değiştirmek için kollarını sıvamış durumda.
16 Nisan’da yapılacak olan referandum, Türkiye’nin yeni süreçlerinin de başlangıcı olacak. Sandıktan evet çıkarsa siyasetin yapısı, siyasetçilerin de pozisyonu değişmiş olacak. ‘Yeni Türkiye’ kavramının temelini oluşturan Recep Tayyip Erdoğan, yukarıda bahsettiğim Milli Görüş siyaset okulunun bir neferi aynı zamanda. Lise yıllarında Millî Türk Talebe Birliğine giren ve futbol oynarken aynı zamanda Milli Selamet Partisi’nde gençlik kollarına başkanlık yapan Erdoğan, il gençlik kolları başkanı olduğunda henüz 21 yaşındaydı. Cumhurbaşkanı olana kadar siyasetin her kademesinde görev yapan Erdoğan’ın yeni anayasa ile ülkenin sistemini değiştirmek kadar önemsediği bir mesele daha var; 18 yaşındakilerin seçilme hakkı!
“Hayır” cephesi de anayasa değişikliğine neden karşı olduklarını anlatırken 18 yaşında seçilme meselesine takılmış durumdalar. 18 yaşındaki bir gencin ülke yönetiminde söz sahibi olmasına inanılmaz bir şekilde karşı çıkıyorlar. 18 yaş çocuklukmuş daha, ülke yönetiminde nasıl söz hakkı olurmuş?
Aynı 18 yaşındaki ‘çocuklar’ın kendilerini seçmelerinde bir beis görmüyorlar ama. Peki, 18 yaşındaki bir genç, ülke yönetiminde söz sahibi olamamanın dışında neler yapamaz? Bu genç ehliyet alabilir, evlenebilir, askere gidebilir, çocuk sahibi olabilir, şirket kurabilir, milyon dolarlık bütçelerin başına geçebilir. Facebook gibi bir iletişim dünyası kurabilir, çünkü Mark Zuckerberg 19 yaşındaydı. Kanunen ailesinden ayrı bir yaşam seçebilir ve hiçbir güç buna karışamaz. Sandığa gidip ülkenin geleceğini belirleyebilir. Hatta aynı gençler Gezi olaylarında seçilmiş iktidarın devrilmesi için sokaklara davet de edilebilir. 15 Temmuz’da çıkıp darbeye göğüs de gerebilir.
Unutmayalım, 15 Temmuz’da şehit olan kahramanlarımızdan 35’i, 15 ile 25 yaş arasındaydı. Daha ne yapacaktı bu gençler? Vatanı kurtarmak için 30 yaşını geçmeyi mi bekleyecekti?
Türkiye sistem değiştirirken 18 yaş meselesine takılıp kalanlar, diktatörlük ve tek adamlıkla suçladıkları Erdoğan’ın koltuğunu bırakacağı gençlerin önünü açtığını göremiyorlar. Bu normal aslında. Onlar bu halkın ne gencine ne yaşlısına hiçbir zaman güvenmedi ki! Aman referandum yapılmasın, kararı halk vermesin diye uğraşanlar da bunlar değil miydi?